Ağlamak da bir zevktir. -Ovidius |
|
||||||||||
|
Değişik ülkelerde uygulanan kanunların farklılık arzetmesi bunların fayda esasına dayandığını gösterir. Oysa gerçek hukuk insan aklında belirir. Bu hukuk, evrensel, değişmez ve ebedidir. Bu hukuku tamamen değiştirmek imkansızdır, kısmen değiştirmeye çalışmaksa büyük bir suç sayılmalıdır. Ne halk ne senato bu hukukun gerektirdiği yükümlülüklerden bizi beri kılamaz. Doğal hukukun yorumcusunu dışarda değil kendi içimizde aramalıyız. Bu, devletten önce de vardı. İnsan aklının gereği olan tabii hukuk ilkeleri her zaman ve her yerde geçerli, değişmez prensiplerdir. Şimdi bu kısa tanımdan sonra sistem analizine geçebiliriz. Bugün dünyada batı medeniyetinin türettiği bir takım güçler egemen bulunmaktadır. Avrupa ve günümüzde Amerika bu misyonu sürdüregelmektedir. Onlar egemenliğin halka ait olduğu ve siyasi partiler rejimi de denilen Demokrasiyi yüceltmekte ve hürriyet, eşitlik gibi ilkeleri demokratik değerler olarak sunup bunların arkasına sığınarak dünya üzerinde bir takım askeri müdahalelerde bulunmaktadırlar. Ama bir toplum, -en basit tanımıyla iktidarın bütün vatandaşlara ait olduğu- demokratik yapıya geçmek arzusunda ise olağan olan bu isteğin öncelikle içerden gelmesi olurdu. Toplumlar ihtilal haklarını kullanarak devlet yapısını değiştirebilirler ve amaçları uğrunda dışardan da destek alabilirlerdi. Ama zaten demokrasiyle yönetildiği iddiasında olan bir devlet kalkıp da özgürlük getirmek iddiasıyla başka bir ülkenin topraklarına girer, halkını öldürür, o bölgeye ordular yığarsa neticede gelecek olan olası demokratik düzen bile, akıllı kafaları, gerçek niyetleri sezinlemekten alıkoyamayacaktır. Görünüşte, hedef toplum, seçme ve seçilme özgürlüğüne kavuşmuştur, diktatör devrilmiş dolayısıyla bu diktatörün yaptığı zulme de son verilmiştir. Amaç uğrunda algısı kıt bazı direnişçilere ve yanlışlıkla sivil halka da kayıplar verdirildiği ama gerçekte tamamen iyiniyetli bir şekilde -amaç demokrasiye hizmet etmek- onların ülkelerine girildiği bile söylenecektir. Yani egemenliğin halkın elinde olduğu ve devletin, toplumun tabii haklarını korumakla yükümlü ve ödevli olduğu bir düzeni sağlamak... Hal böyleyken gücü elinde bulunduranların bütün insanlığı bir bütün olarak gördüğünü söyleyebiliyoruz. Kendi sınırlarında yaşamayan insanların özgürlüklerini bu kadar dert edindiklerine göre öyle varsaymak gerektir. Bu durumda, yeryüzünde yaşayan bütün insanları tek bir toplum olarak kabul etmemiz de gerekecektir. Ancak çağımızda siyasi sınırlar henüz ortadan kalkmamış ve bütün ayrım ve ayrıcalıklar da zihinlerden kazınıp atılmamışken, durumdan kendine vazife çıkaran bir gücün, özellikle seçilmiş bir coğrafyaya yönelen askeri müdahalesi, büyük resme bakıldığında, gerçekten de Demokrasiye mi hizmet etmiştir? Yoksa Oligarşiye mi? Bu demokratik müdahaleden dünya birleşik topluluğu, dünya insanlığı mı kazanmıştır? Yoksa küresel şirketler mi? Yani zengin sınıf... Kamuoylarının gözardı ettiği yahut da görmezden geldiği bir gerçek vardır ki esasında bu kadar kan, demokrasi veya değerleri uğrunda değil Oligarşik yapının dünya üzerindeki hükümranlığı uğrunda dökülmektedir. Düşünce biçimlerinde makyavelist sistemin emarelerini görüyoruz. Hedefe ulaşmak için her yol mübahtır anlayışını... Onlar da demokrasiyi adalet için değil çıkarları için bir araç gibi kullanıyorlar. Dünyanın genel manzarasına baktığımızda ise birçok “ulus devlet” demokrasiyle yönetilirken, tuhaf biçimde dünyanın oligarşiyle yönetildiğine şahit oluyoruz. Matematikte 1+1=2 ederken nasıl oluyor da demokrasi+demokrasi, oligarşiye tekabül ediyor? Bu işte evrensel mantığa aykırı birşeyler olduğunun şimdiye kadar farkedilmemiş olması ne tuhaf? İşte böyle ciddi bir mantık hatası da yeryüzündeki adaletsizliği ve kaosu yaratıyor. Yüzyıllardır sömürge politikalarını temellendirmek için kullandıkları felsefi düşünce ve argümanlara baktığımızda bunların bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlandığını görüyoruz. Dediler ki, ölümden sonra hayat, insan için geçerli bir olgudur. Bu yüzden, ahlaka ve adalete uygun yaşamak zorunda olan insandır. Devletse bu dünyada ödülünü alacak veya cezasını çekecektir. Onun için öbür dünya olamayacağından, devlet, insan için geçerli olan etik kaygılarla bağlı değildir. Böylelikle başka toplumlardan çalmakta beis görmeyecek, vicdan azabı da duymayacaklardı. Ama devletin ahlak ilkeleriyle bağlı olmadığı düşüncesi düpedüz saçmalık ve sahtekarlıktı. Ne yani, insan birgün ölümsüzlüğe kavuşsa bu ona herşeyi yapma hakkını verecek miydi? Ayrıca devlet dediğin, insanlardan tamamen soyutlanmış ayrı bir yaşam formu muydu? Onu harekete getiren toplum ya da bir takım ayrıcalıklı insan teşekkülleri değil miydi? Onlara, kendilerine bu hakkı kimin verdiği sorulduğunda ne söyleyeceklerdi? Kilise otoritesini yıkmış, Tanrı'yı kendilerince öldürmüşlerdi. Yine de yağmayı açıktan açığa savunacak dürüstlüğe sahip değildiler. Kendilerine “medeni toplum” diyorlardı. Ama cevabı da buldular. Diyeceklerdi ki; yalnızca güçlüler ayakta kalır. Zayıf olanlarsa dünya sahnesinden çekilmek zorundadır. Tabiat böyle emreder. Biz yalnızca bu buyruğa riayet eden masumlarız! İşte yeryüzünün bugünkü hakimlerinin nasıl bir düşünce tarzına sahip oldukları apaçık ortadadır. Kendilerince idealize ettikleri ve evrensel bir değer olarak sundukları o büyük ideal “demokrasi” bile, bambaşka bir amaca hizmet eden bir vasıta olmaktan öteye geçememektedir. Halbuki bir ideal böyle mi olur? “Ülküler, çerçevelerini belirleyen çizgilerden yoksundur, soyuttur, rüyalarla belirir ve rüyaları uyandırırlar. Bir ülkünün hayalperestlere vaadettiği tek şey, sıradışılık, üst-benliktir. Asla zevk ve safa değil; huzur bile değil...” Gözardı edilen husus şudur ki egemenlik insanlığın elinde olmalıdır ancak bütün iradeye hükmedecek kabiliyet ancak filozoflarda, uzmanlarda vardır. Kendi alanında en ileri gitmiş pozitif ve sosyal ilimlerin mensuplarından oluşacak “aktif bir senato düzeni” yürütmeyi oluşturmalıdır. Bunlar evrenin bütününe yayılan eşit ve adil bir yarışma neticesinde kendiliklerinden senatoya dahil olmaya hak kazanacaklardır. Bu yüzden eğitim-öğretim konusu en baştan ele alınmalı, bütün zamanlara ve mekanlara hitap edecek şekilde bir sistem kurulmalı ve herkese eşit şartlarda okumak imkanı yaratılmalıdır. Yasama organını ise insanlık oylamayla belirleyecektir. Bu kurul, her insanda varolan evrensel aklı sistemleştirecek, bütünüyle ortaya koyup ilkeleri belirleyecek, onu su yüzüne çıkaracak, insanlık ruhunun kendisinde şekil bulacağı bir organdır. Belirlenen evrensel ilkeler ilk etapta devletler için bile küçük bir ideal dünya modeli olarak uygulanabilir ve uygulanmalıdır da! Devletler, kendilerini cennetin harikulade bir köşesine dönüştürebilir ve dünyaya da ahlakilik penceresinden bakabilirler. Bu sistemde mahalli görünüşlere saygı esastır ama hakiki gaye, insanlığı, iyiniyetli, sürekli ve yaratıcı bir üretkenliğe zorlamaktır. Velhasıl, dünyaya düzen getirmek isteyen; yeryüzünde bile adalet rüzgarının serinliğini duyumsamak isteyen insanlık, kendi kaderini kendi eline almalıdır. İnsanlar kadar devletler de evrensel ve ahlaki değerlerle bağlıdır. Kendimizi ve yazgımızı eli silahlı kabadayıların, kendilerini her nasılsa üstün buldukları için diğerlerinin ölmesi gerektiğini düşünen delilerin veya sermayedarların tahakkümüne bırakamayız. İnsanlık, evrensel bir mahkeme önünde kendini yargılayabilmeli; hepimizi kapsayan temel yasalar dünya meclisine sunulmalı; insan ırkının geleceği sorunu, yeryüzünün en büyük beyinlerinin oluşturduğu tarafsız bir senato huzurunda tartışılmalıdır. Bu senato, kendi alanında en derin ilim ve bilim adamlarından oluşacak, geleceğin dünyası ve genel iyilik için projeler üretecek etkin bir kuruldur. Beyinlerin ittifakı, insan ırkının potansiyelini bugüne değin hiç olmadığı kadar ortaya koyacak ve hem evrenin hem insanın gizemlerini bir bir ortaya dökecektir. Evrendeki herşey dirlik ve birliğin soyut bir temsili gibiyken dünyamızdaki başıbozukluk, vahşet, cehalet ve kaos mantıki temelden bütünüyle yoksundur. Böylesine özel bir türün egemen olduğu bu dünyanın, nasıl olur da böyle yaralı ve ucube bir görüntüsü olur, akıl almıyor! (Devamı gelecek)...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Umut Salih Tiryakioğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |