..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşamın tanımı yoktur. -Halikarnas Balıkçısı
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Politika > Mehmet Sinan Gür




9 Eylül 2002
Milliyetçilik Üzerine  
Mehmet Sinan Gür
Milliyetçilik nereden geldi? Önce ne vardı? Nereye gidiyor?


:EDID:
Milliyetçilik, yaşama, hayatta kalma içgüdüsü ile, insanların içine yerleşmiş bir duygudur. Aynı milletten, aynı ırktan olan insanların, gönüllü olarak bir arada bulunması ve birbirleriyle dayanışması olarak tanımlanabilir. Birçok insanda birden görülen bu ortak özellik, aynı özelliği gösteren kişilere güvenilebileceği düşüncesini yaratır. Fakat farklı milletten olan kişilere karşı da bir güvensizlik anlamına gelir ve aynı milletten olan insanlar, diğerlerine karşı hem çekingen, hem de saldırgan bir tutum içinde olurlar. Günümüzde savaşlar bu nedenle çıkmaktadır. Bu anlamda, başka bir tanımla Milliyetçilik, geçmişte ve günümüzde birçok devletin, yaşamını tek parça olarak sürdürmesini sağlayan bir kavramdır. Yaşamak için ayakların yere basmasına, yani bir toprağa gereksinme vardır. Aynı milletten olan insanlar yaşadıkları topraklara sahip çıkarlar. Bu kavram ile insan ülkesine ve kendi ulusundan gelen insanlara bağlanır; ondan destek alır ve düşüncesine göre bu destekle, daha iyi yaşar. Milliyetçiliğin en önemli işlevi, aynı ırktan insanları bir arada tutması, böylece devlet için bir yapıştırıcı özelliği göstermesidir. Milliyetçiliğin incelemek istediğim yanı, daha çok bu özelliğidir.

Milliyetçilik, insan uygar olur olmaz ortaya çıkmamıştır. Uygar insanın doğuşundan beri böyle olmamıştır. Tarihin dönemlerinde devletin yapıştırıcı özelliği, milliyetçilikten farklı şeyler olmuştur. Bununla birlikte, hepsinin temelinde insanın kendisiyle aynı özellikleri gösteren kişilerle dayanışması, göstermeyen kişilere karşı da cephe alması yatmaktadır. Örneğin Osmanlı Devleti zamanında devletin bir arada tutucu özelliği milliyetçilik değil din idi. İnsanları birbirine bağlayan ortak özellik olarak din vardı. Padişah aynı zamanda Halife, yani dinsel başkan idi. Ortaçağ Avrupa’sında da din baskın durumda idi. Kilise bir kralı aforoz edebilirdi ve aforoz edilmiş kral, çok zor durumlara düşerdi. Öyle ki, o çağlarda dilenciler gibi Papa’dan af dilemeye gelen krallar olmuştur.

Din de insanlığın ilk zamanlarından itibaren var olmamış, aynı milliyetçilik gibi zamanla ortaya çıkmıştır. Daha eski dönemlere baktığımızda, daha başka özellikler görürüz. İlkel kabilelerde devleti (buna devletçik de diyebiliriz) bir arada tutan şey doğrudan kişiler arasındaki kan bağı, yani aşiretler, kabileler birliği idi. Ondan önce de toplumun en küçük birimi olarak kabul edilen aileler vardı. Aile bireylerinin çoğalması, nüfusun artışı ile kimin nesi olduğunu anlamak güçleştiği için, daha çok sayıda insana hakim olabilmek için, ailenin yerini kan bağı, (kabileler) aldı. Daha sonraları, kan bağının yetersiz kalmaya başladığı noktada başka bir özellik, dil bağı özelliği ortaya çıktı. Yani aynı dili konuşanlar, aralarında bilinen bir kan bağı olmadığı halde, birlikte aynı bir devlet içinde yaşamakta bir sakınca görmediler. Çünkü dillerinin birliği, aynı kabileden oldukları anlamına gelmekteydi. Zamanla, yine nüfusun artışı ile dilde çözülmeler başladı. Farklı bir bölgeye gidenler, öncekilerden farklı bir şivede, zamanla farklı bir dilde konuşmaya başladılar. Bu durumla birlikte, savaşlar ve işgaller sonucu, devlet sınırları içine baskın olan grubun konuşmadığı bir dil konuşan başka insan grupları katıldı. Bir süre sonra, bu karışık insan gruplarını birleştiren özellik tek tanrılı din oldu. Din, kabile bağlarından daha önemlidir. Bunu şöyle anlıyoruz. Bir kere tek tanrılı dinler çok sayıda kabileyi kapsarlar. Ayrıca dinini değiştiren bir oğul, babasıyla düşman olabilir ve hatta bu farklılık yüzünden birbirlerini öldürebilirler. Böyle bir durum, İspanya Arap işgaline uğradığı zaman görülmüştür. Günümüzde bile Türkiye’de, bir oğul din değiştirirse, babası onu ölümle tehdit edebiliyor. Müslümanlığın ilk çıktığı zamanlarda, Müslüman olan oğullar babalarını öldürebilmişlerdir. Hristyanlıkta daaynı şey oldu. Büyük dinlerin, zamanlarına göre birleştirici özellikleri vardı. Müslümanlığın Mekke’ye yerleşmesinden sonra Kabe’deki ayrı kabilelere ait putların kırılması, böylece kabileler arasındaki savaşların son bulması olayını herkes bilir. Bu da dinin kan bağından daha önemli olduğunu gösteren bir kanıttır. Burada bir özellikten daha söz etmek gerekiyor. Sosyolojinin büyük bir dalı olarak dinlerin evrimi. Din, toplumla birlikte evrim geçirmiştir. Toplum geliştikçe inanılan Tanrı sayısında azalma görülmüştür. Önceleri her kabilenin bir ve birden çok tanrısı var iken ve bu tanrılar somut, elle tutulur şeyler iken sonunda tümüyle soyut ve tek Tanrıya dönüşmüştür. Kabileler döneminde her ne kadar önemli olan kan bağı idiyse de, aynı tanrılara inanmak, birliği pekiştirici bir özellik olmuştur. (Daha geniş bilgi için Sosyoloji kitaplarına bakınız)

Bunun gibi, Milliyet farklılığı da din farklılığından üstündür. Türklerle Araplar aynı dinden olmalarına karşın Araplar günü gelince Türklere karşı düşmanca bir tutum takınmış ve Osmanlı Devletinin dağılmasına katkıda bulunmuşlardır. Çocukluğumda anlattıklarına göre, Birinci Dünya Savaşında Suriye’de savaşmaya gelmiş Anadolulu askerler, Halep’te, Şam’da yer yokluğundan sokaklarda uyurken, Araplar uyuyan erlere sessizce yaklaşıp, boğazlarını kesip kaçarlarmış. Günümüzde Araplar, aynı ırktan ve dinden olmalarına karşın, batılıların da katkısıyla bir araya gelemediler; tek devlet olamadılar. Çünkü hepsi Arapça konuştukları halde aralarında Milliyet ve mezhep farklılıkları vardır. Kuzey Afrikalılar daha çok Berberi olarak, Arabistan yarımadasındakiler Bedevi olarak anılırlar. Iraklılar ve Suriyeliler Şii’dir. Hepsi ayrı kabilelerin insanlarıdırlar. Görüldüğü kadarıyla din birliği onların bile birleşmesi için yeterli olmamaktadır. Her ne kadar şu anda savaşıyorlarsa da, Lübnan’da, Hıristiyan ve Müslüman Araplar Osmanlı Devletine karşı bağımsızlık savaşında birlikte hareket etmişlerdir. Son zamanlarda Kürtlerle Türkler arasındaki –eskiden beri var olan- ayrışma belirginleşmeye başlamıştır. “Din kardeşimiz” söylemleri, ayrışmanın belirginleşmesinde yetersiz kalmaktadır. İki taraf da ayrı milletlerden olmayı daha çok önemsemektedirler. Batılı devletlerin bu olayı kaşımasına birazdan değineceğim.

Günümüzde baskın olan özellik milliyetçilik ise de, eski gelenekler hala sürüyor. Dini farklı olanlara hala iyi gözle bakılmaz. Komünistler, dinsiz oldukları için kötü kişilerdir. Türkler arasında Hıristiyanlığı –ya da başka dinleri- yaymaya çalışanlar, önce Müslüman iken Hıristiyanlığı seçen Türkler kötü kişilerdir. En yabancı ve en tehlikeli uluslar, dili, dini, ırkı bize benzemeyen uluslardır. Ancak Moldovalılar, Gagavuzlar Türk’tür ve Türkçe konuşurlar. Hıristiyan oldukları halde, onları çok yabancı olarak görmeyiz. Boşnaklar Müslüman’dır. Onları da bu özellikleri yüzünden çok yabancı görmeyiz. Halbuki Boşnakların, aynı Araplar gibi, başka hiçbir özelliği bize benzemez. Kürtler de Müslüman oldukları için, birçok kişi “Biz aynıyız” havası içindedir. Atatürk’ün yorumuna göre, Türkler ve Kürtler aynı ulusun farklı damarlarıdır. Halbuki Kürtler benzerlikler olsa bile, Türklerden ayrı bir ulustur. Avrupalılar da yabancıdırlar ve tehlikelidirler. İşin kötü yanı, karşı taraftakiler de bizim için aynı şeyi düşünmektedirler. Yani biz de onlar için kötü kişileriz; aramızdaki dil, din, ırk farklılıkları yüzünden.

Birleştirici özelliklerin birkaçının bir arada bulunması, yapıştırıcı özelliği pekiştirici bir unsur olarak görülmüştür. Şu anda bile Türkiye’nin birçok yerinde bir kişinin yalnız Türk olması değil, aynı zamanda Müslüman olması da aranan, istenen bir özelliktir. Bir kişiden söz ederken Müslüman-Türk deyişiyle bu özellik vurgulanır. Kan bağına dayalı olana aşiretler, hala varlıklarını sürdürmektedirler. Aşiretler arası kan davaları bazen farklı ve yeni boyutlara bürünerek sürmektedir. Geçtiğimiz yıllarda bir aşiret PKK tarafını tutarsa, onun düşmanı aşiret korucu olmuştur. Ancak aşiretlikler artık büyük ölçüde çözülmeye yüz tutmuştur. Gazete ve TV haberlerinde kan davalı iki aşiretin barıştığı, birlikte yemek yedikleri vs. sık sık duyulmaktadır. Bunlar ağır da olsa bir ilerlemenin işaretidir ve aslına bakılırsa kaçınılmazdır. Günün birinde aşiret, kabile filan kalmayacak. Bunlar onun işaretleridir.

Anayasamızda kan davaları yüzünden işlenen cinayetler adi suç olarak görünmesine karşın, dinle ilgili konular biraz daha dikkatle düzenlenmiştir. Laiklik ilkesi, kişi ile Allah arasına başkalarının girmesini önlemesi, başka dinlerden olan insanların dini vecibelerini rahatlıkla yerine getirmelerine olanak sağlaması ile birlikte, devlet yönetiminde, açıkça Milliyetçiliğin dine karşı üstünlüğünü vurgulamaktadır. Günümüzde Türkiye’de bazı kesimlerin mücadelesi bundan kaynaklanmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin ve ordusunun temeli milliyetçiliğe dayanır. Ancak halk içinde, hala devleti din kuralları ile yönetmeye istekli gruplar vardır. Eğer yaptığım sıralama doğru ise, milliyetçilik yerine dini yerleştirmeye çalışmak, aynı tek tanrılı din yerine kabile, aşiret yönetimini yerleştirme çabasına benzer. Din yönetiminden milliyetçi yönetime geçiş çok yeni sayılabileceği için, din henüz halk kesimleri arasında çok güçlü olduğu için, bu gibi çabaları da doğal karşılamak gereklidir. Herhalde aşiret düzeni de din karşısında bir süre direnmişti. Aynı aşiretlerin dağılması gibi, zamanla gücünü yitirecektir. Tümüyle yok olmayacaktır ancak ister istemez -devlet yönetimi konusunda- Milliyetçiliğin üstünlüğünü kabul edecektir.

Milliyetçilik üzerine söz ederken, din ve milliyet gruplaşmalarına çok benzeyen başka gruplaşmalardan da söz etmek gerekir. Bunların en çok bilinenleri, hemşehri olmak, bir parti veya bir spor kulübü taraftarı olmaktır. Bir derneğe, hatta bir satranç kulübüne üye olmak bile bir gruplaşma örneği olarak kabul edilebilir. Bunlar kimseye zararı olmayan, aksine yararlı olan gruplaşmalardır. Gruplaşmada önemli olan şey amaçtır. Masonluk, Mafia gibi organizasyonlar da gruplaşma örnekleridir. Ancak, kendisinden başkalarına zararı dokunan örneklerdir.

Günümüzde aynı bölgeden, aynı şehirden, aynı köyden olmak, aynı zamanda bir kan bağının da habercisi olmak anlamına gelir ve kişiler arasında bir yakınlık oluşturur. Kişiler birbirlerini tanımadıkları halde, aynı bölgenin şivesini konuşabilirler. Günümüzde kentlerin boyutlarının büyüklüğünü göz önüne alırsak, hemşehri olan iki kişinin bir kan bağından söz etmek çok zordur. Buna rağmen böyle bir ayrışma vardır. Türkiye’de kentlerin özellikle futbol takımlarının olması, aynı zamanda bu takımların taraftarı olunması nedeniyle ayrışma daha belirginleşebilir. Geçmiş yıllarda Sivasspor’la Kayserispor arasında, Kayseri’de oynanan bir maçta çıkan kavgada, 40 kişi hayatını kaybetmiştir. Bir de büyük kentlerde bulunan futbol takımlarının taraftarı olmak var. İstanbul’daki üç büyük takımın aynı takımı destekleyen taraftarları arasında bir kan bağının varlığından söz etmek olası değildir. Bir kişi kendi isteği ile bir takımın taraftarı olabilir ve ona etnik kimliği sorulmaz. Bu takımların Türkiye’nin ve dünyanın her yerinden taraftarı olabilir. Bu taraftarlar maçlarda bir arada oturup diğer takımın taraftarlarına cephe alırlar, küfür ederler, stadyum dışında ölüme varan kavgalar yaparlar. Aynı takımı tutanların aralarında herhangi bir kan bağı yoktur. Bir aile içinde farklı takımları tutan kişiler olabilir ve aile içinde bile bu yüzden kavga çıkabilir. Tek amaç tutulan takımı desteklemektir.

Siyasi partilerde durum futbol takımlarından çok farklı değildir. Bazen partinin söyleminin ne olduğu önem taşımaz. Önemli olan düşünmeksizin partiyi desteklemektir. Geçtiğimiz yıllarda farklı partilerden oldukları için birbirlerini öldüren kişiler olmuş, olaylar yaşanmıştır. Partiler söz konusu olunca, aynı kentli olmanın, ya da aynı futbol takımını desteklemenin bir önemi kalmaz. Yurt sorunları söz konusu olunca, farklı siyasi partileri desteklemenin de önemi kalmaz. Yakın geçmişte Türkiye, Kıbrıs savaşında bu durumu yaşamıştır. Türk ulusal futbol takımının Kore ve Japonya’da yapılan dünya kupası maçlarında da aynı gerçek yaşanmıştır. Demek ki her şeyin bir sırası olabiliyor. Duruma göre, ortak çıkarlar söz konusu olunca, insanlar aralarındaki farklılıkları göz ardı edebiliyor. Bu gözlem ve tespit, birazdan söyleyeceğim bir özellik için çok önemlidir.

Tarih boyunca yaşanan savaşlar, göçler, nüfus artışları, insanların birbirlerine karışmasına neden oldu. Bugün Türkiye’de olduğu gibi, birden fazla ulus, aynı bir devletin çatısı altında toplanmak durumunda kaldı. Milliyetçiğin iyice duyumsanmasından önce, din bağı ve baskılar, insan topluluklarını bir süre bir arada tutabildi. Milliyetçiliğin belirginleşmesinden sonra, milletler birer ikişer ayrışmaya başladılar. Osmanlı Devleti bu şekilde dağıldı. Yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, yasalarla yönetilen, hangi milletten ve dinden olursa olsun, herkesin eşit olduğu bir hukuk devleti olma çabası içine girdi. Ancak temelinde Türk milliyetçiliği ve müslümanlık vardı. Bu durum halen sürmektedir. Bununla birlikte, Osmanlı devletinin devamı olarak, içinde birçok farklı milletten ve dinden insanı barındırmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinin hasımları, özellikle batılılar, Türkiye’nin durumunun farkında olarak ayrılıkları ön plana çıkarmaya çalışmaktadırlar. Aşırı Türk milliyetçileri de, bir anlamda onlara yardım etmektedirler. Örneğin, “Türkiye Türklerindir” sözü birçok yerde söylenir (Hürriyet gazetesinin logosu). Bence sözün doğrusu “Türkiye Türkiyelilerindir” olmalıdır. Bu noktada ülkeleri birleştirici özelliğe sahip yeni bir kavramdan söz etmek olasıdır. O da yurtseverliktir.

İnsanların bir araya gelişi ve dayanışması, iç etkenlerle birlikte, büyük ölçüde dış etkenlerden kaynaklanmaktadır. Diyelim ki bir mahallede oturuyorsunuz. Yanınızda da hiç anlaşamadığınız birkaç komşunuz bulunuyor. Zamanla mahallenize bir takım serseriler dadanıyor ve anlaşamadığınız komşularınızla birlikte hepinizi rahatsız ediyor. Bu beladan kurtulmak için, artık eski komşunuzla anlaşamadığınızı pek düşünmez ve işbirliğine gidebilirsiniz. Bunun gibi, anlaşılıyor ki Türkiye’de sorunlarımız kapı komşumuzdan kaynaklanmıyor ve ekonomik bunalım gibi bir zarar olduğunda, ikimiz de aynı şekilde, aynı oranda zarar görüyoruz. Gelecekte aynı coğrafyada yaşamak önem kazanabilir. Milliyetçilik yerine yurtseverlik özelliği ön plana çıkabilir. O zaman da milliyetçi özellikler önemini yitirebilir. Yani Türkiye Cumhuriyeti için Türk olmak değil, Türkiyeli olmak bütünleştirici bir unsur olabilir. Böyle bir şey dünyada yaşanmamış, olmamış değildir. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinde, dünyanın birçok bölgesinden ulusundan gelen kişiler bulunur. Ancak sağ ellerini kalplerine götürüp Amerikan ulusal marşını söyledikleri zaman aralarındaki farklılıklar ortadan yok olur. Türkiye’de böyle bir ortamın sağlanması ve hasımların planlarının geçersiz kılınması için herkese görev düşmektedir.

Özgürlüklerin artması, demokratikleşme, devlet yönetimine katılım, yurtseverlik özelliğinin öne çıkmasına katkıda bulunur. Avrupa Birliği ile uyum için bile olsa, son çıkarılan yasalar, (dillerin ve lehçelerin serbest bırakılması, idam cezasının kalkması) Türkiye’nin demokratikleşme sürecine katkıda bulunacaktır. Türkiye’de yaşayan milletlerin devletten istediği -bağımsızlık dışındaki- bütün istekler verilmelidir. Zaten bu durum sağlandığında, Türkiye Cumhuriyeti Türkiyelilerin devleti olur.

Bütün, kendisini oluşturan parçalardan daha değerlidir. Hiç istenmediği halde günün birinde milliyetçilik nedeniyle Türkiye parçalanacak olursa, yeni parçaların her biri, eskisinin toplamından daha güçsüz olacaktır. Bu da her parçanın dış güçlere karşı eskisine göre daha zayıf, savunmasız olması anlamına gelir. Türkiyeliler bir parça şeklinde yaşamayı sürdürmek ve başkalarına karşı güçlü olmak istiyorlarsa, bu esnekliği gösterebilmeli ve kendi aralarında milliyetçilik özelliğini geri plana itmelidirler. Yurtseverlik özelliğini ön plana çıkarmalıdırlar.

Hiç savaş sırasında düşman ordularının askerlerinin dostluk kurduklarını duydunuz mu bilmiyorum. Böyle çok örnek vardır. Sivastopol savaşında, Ruslarla Fransızlar arasında, Birinci Dünya savaşında, Almanlarla İngilizler arasında, Çanakkale savaşında, Anzaklarla Osmanlı askerleri arasında, ateşkes dönemlerinde somut olarak böyle dostluklar kurulduğu görülmüştür. Bu öyle bir duygu ki bırakın dini, kabileyi, milliyetçi duyguları, kini, düşmanlığı yerle bir ediyor. Askerler, belki bir saat sonra birbirlerini öldürmek, dünyada sahip oldukları tek şeyi, canlarını almak zorunda kalacaklarını unutuyorlar. Birbirlerine yiyecek, içecek sunuyorlar. Bu duygu insan olmaktır; aynı şekilde iki ayak üstünde durmaktır. Çok ileride, belki günün birinde insanlar savaşmaktan vazgeçerler. Yalnız sıradan erler değil, onları yönetenler de savaşın anlamsızlığını anlarlar. Gelecek için önce yurtseverliği, yani iç barışı, sonra da bu umudu taşıyorum.
M. Sinan Gür
5.Ağustos.2002

.Eleştiriler & Yorumlar

:: önyargı
Gönderen: musab eminoglu / , Türkiye
3 Haziran 2011
sosyolojik bir tespit yazısı yazmışsınız...bu tür yazılar subjektif olguları içinde barındırdığı ölçüde değerini ve bilimselliğini kaybeder...bu tür yazılarda bu benim fikrim deme hakkı yoktur...bu açıdan yazınsal olarak değer versemde; özellikle olması gereken özellik bakımından yani bilimsellik bakımından zayıf bir yazı...mesela masonların kötü olduğunu söylüyorsunuz...biliyorum ki bu sonuca genel kanıdan vardınız ama genel kanı bilimsel bir ölçek değildir...bunun gibi örneklemeler çokça yazınızı sakatlamış...ama gene de yazınsal olarak başarılı bulunabilir...sanırım daha objektifbakmanız durumunda daha iyi yazılar kaleme alabilirsiniz..başarılar dilerim...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın politika kümesinde bulunan diğer yazıları...
Atatürk’ün Bursa Nutku
Laiklik Üzerine

Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Gizemli Mısır - Tek Tanrılı Firavun Akhenaton
Müzik - Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz
Yeni Bir Vatandaş Tanımı 2
İnsan Neden Sanat Yapar?
Kitap - Martı Jonathan Livingston
Kitap - Suyu Arayan Adam - 1
Neanderthal İnsanı
Google Earth - Moskova'da Bir Araştırma Öyküsü
Antakya’da Bir Çiftlik ve İzlenimler
Orhan Gencebay Trt1'de

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
Bir Ruh Çağırma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.