..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gerçek bir sevgide diğer insanın iyiliğini istersin. Romantik sevgide diğer insanı istersin. -Margaret Anderson
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Tarihe Yön Verenler > Bedia Belkıs BALCILAR




4 Nisan 2010
Erzurumlu Kara Fatma  
Milli Mücadeledeki Kahraman Analarımızdan Fatma Seher Hanım

Bedia Belkıs BALCILAR


Kara Fatma bir sonraki tebdil-i kıyafet ile çarşıya indiğinde, maalesef hain gözlü iki Yunan askeri tarafından takibe alındığını hissetmemişti. Düşman askerleri bu kadının sandıklarından şüphelenmişler nihayetinde Kara Fatma esir edilmişti. Kendisini ucube bir koğuşa sorgulamak için çektiklerinde, Kara Fatma yolun sonu burası olsa bile diline sadakat mührü vurarak ne olursa olsun kardeşlerinin yerini açık vermeyecekti. Ne olursa olsun dedi, yüreğinden. Ne olursa olsun, ağzından bir kelime bile çıkmayacaktı. Kanım helal olsun dedi vatana. Yüreği sıcacıktı, alev alev yanıyordu Vatan aşkıyla. Değme erkeklerin yüreği boy ölçüşüyordu Kara Fatma’nın yüreğiyle. Tokatlar indi suratına, sustu. Tekmeler savruldu karnına, sustu. Kırbaçlandı sırtı, sustu… Çenesi zonkladı, sustu. Gözlerinden iplik gibi yaşlar indi fakat sustu. Bir zamanlar kıymetli eşiyle kurduğu sıcacık yuvası vardı. Yiğidi vardı, dağ gibi… Şehit etmişlerdi. Kendiside dayanabilirdi bu acılara, dayanmalıydı. Evlatlarını 9 ay boyunca taşıdığı karnına inen her kirli potin darbesinden sonra taş duvarlara akis yapan çığlıkları boğazını harap ediyor, nefesi tıkanana kadar aşağılık bir eziyete mahkûm ediyorlardı Fatma kadını.


:BAGB:
“Çoraplarım var ama üşüyor ayaklarım nine…” bu sözler küçük torunundan geliyordu Fatma Seher Hanımın kulaklarına. Henüz sokaktan yeni gelmiş tıfıllar soğuktan tir tir titriyor, buğusu tabaktan yayılan sıcak bir aşın hasretiyle, halısız-abasız, derme çatma bir odanın içinde büzüşüyorlardı.

Fatma Seher Hanım sefaletin o yakıcı azabını iliklerinde hissediyor, iş aramak için gittiği kapılardan eli boş dönerken sokaktaki sıcacık fırının önünden geçmeye imtina ediyordu. Torunlarının mesuliyeti üzerine intikal etmiş, biçareleri aç uyutmaktan artık iflahı kesilmişti. Çoğu kez odasına kapanıp sicim gibi yaşlar akıtıyordu gözlerinden, sonra ruhunu sadece kendi tadacağı bir tatlı esinti okşuyor, göğsüne taktığı istiklal madalyası tüm sefaletini unutturuyordu.

“Açım lakin şerefliyim” diyerek çektiği tüm çileler, mücadeleler manevi madalyalarıyla ışık saçıyordu gönül âleminde.

Zor yılların içinde, kendi tarihini yazıp okuyan kahraman kadınların bir üyesiydi Fatma Seher Hanım… Nam-ı diğer “Kara Fatma”

*****

Kahraman Kara Fatma, Erzurumlu Yusuf Ağa’nın kızı olarak hayata gözlerini 1888 yılında açmıştır. Zor yıllardır… O dönemde gözlerini hayata açan çocukların, görecekleri, yaşayacakları dehşetengiz manzaralar vardır topraklarında.

Devleti Osman-ı Aliye “hasta adam” tabiriyle etrafı sırtlan sürüleriyle kuşatılmış, iç ve dış mihrakların desiseleriyle ülkenin dört bir yanında yangın yeri gibi cepheler kurulmuştu.

Fakat bu toprakların kalbi iman ile gürül gürül kaynıyordu. Harim-i ismetimize uzatılan elleri, dirayet ile bertaraf etmek için kavi imanlı Er’lerimiz, Ana’larımız, evlad-ı ıyallerimiz vardı.

İşte bu Analardan birisi de, Fatma Seher Hanım idi. Eşi Binbaşı Derviş Bey ile evvela Balkan harbinde yer alıyor, Eri ile “Er yürekli” bir mücahide olarak düşmana karşı mevzileniyordu. Çok iyi derecede silah kullanıyor, yelesini püskürterek cevval bir kabiliyetle dörtnala ata biniyordu. Helaliyle birlikte, “anasının ak sütü” gibi kendisine helal olmuş bu vatanı kuşatan haramîlere karşı yılmadan savaşıyordu.

Fakat o dönemin yazgısıydı, helalinin cepheden şehit düştüğü haberini almak, mütevekkil boynunu büktü, kahraman Kara Fatma eşi Derviş Bey’in Sarıkamış’ta şehit olduğu haberini aldığında. Kendisi gibi 9- 10 kahraman anamızla beraber Kafkas cephesinde, 1. dünya savaşında yer almıştır o dönem.

Eşini kaybettikten sonra, bir müddet Erzurum’da ikamet etmiş, ancak içinde kaynayan Vatanı savunma aşk’ı asla kendisini terk etmemiştir. Bu şevkle, Sivas kongresinde bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın yanına Sivas’a gitmiş milli mücadele’ye katılmak için kendisinden vazife istemiştir.

Kendisinde bu yüksek şuuru ve istidatı gören Paşa,

“Kara Fatma, yurdun bütün kadınları senin gibi olsaydı” deyip, bizzat el yazısı ile bir pusula vererek derhal İstanbul’a gitmesini ve işe başlamasını öğütlemiştir.

Kara Fatma İstanbul’a vardığında kendisi gibi gözü kara şahıslarla birlik olup, çete kurmuştur… Bu sıralar İzmit’in işgal edildiğini duyan Kara Fatma ve çetesi, tebdil-i kıyafet ederek köylü kılığına girmiş, Haydarpaşa garından tren vasıtasıyla İzmit’e ulaşmıştır.

Topkapılı pire Mehmet, Laz Tahsin, kardeşi Süleyman, oğlu Saffeddin ve kendilerine katılan diğer yiğitlerle birlikte kurdukları çete, 15 kişi olarak başladığı mücadelesine sayıları yaklaşık 100’e ulaşmış vaziyette günden güne artıyor, bu arada askeri bakımdan önem arz eden Fındıktepe’yi düşmanın kirli ayaklarından arındırmayı başarıyorlardı. Civardaki bulunan Bahçecik, Yeniköy, Değirmendere, Servetiye, Kaynarca mevkilerinde halkı üzüntüye gark eden Rum ve Ermeni çetecilere karşı ortak bir iradeyle mücadele ederek başarı sağlamışlardır.

Kara Fatma ve çetesi bölgede asayişi sağlamak için var gücüyle çalışıyordu. Analarımız ve yiğitlerimizle orman içlerinde gizlendikleri karargâhta civar köylüklerin ileri gelenlerini toplayan Kara Fatma, o harikulade cengâver hal dilini kelimelere dökecekti… Ve nice erkeğin yüreğini eriten o veciz cümlesi tarihin satırlarına altın harflerle kazınacaktı… “Ben, Kara Fatma! Sizin namusunuzu, ırzınızı, malınızı ben koruyacağım”

Bu cümle bir yemin gibi dokuyordu kalpleri… Ve yüreklendiriyordu işiten kimseleri. Artık uyku durak yoktu Kara Fatma ve çetesine… Sayıları 450-500’e yaklaşan bu gözü kara yiğitler ve analarımız civarda bakılmadık hiçbir taş altı bırakmıyorlardı. Kara Fatma derin bir muhakeme ile duruma hâkim bir lider olarak milis güçlerinin başında adeta bir dişi aslan gibi mücadele ediyor ve göğsü vatan aşkıyla çarpıyordu.

İzmit, Yunan askerlerinin işgali neticesinde kumpas’a alınmış vaziyetteydi. Bu abluka altında Kara Fatma milis güçlerinin silah temini için, iki kez alelade kıyafete bürünerek pazarda öte-beri satan bir köylü kadını gibi dikkat çekmeden, gizlice müfrezeye cephane iletiyordu. At arabasına gizlediği cephane sandıklarını kutsal bir emanet gibi kamufle ederek, orman içlerindeki karargâhlarına salimen ulaştırıyordu. Cephaneyi mevzilendikleri yere götürürken, aç yavrularına aş götüren bir anne vasfının en şahikası ibrenin kertesini biçiyor, darmadağın ediyordu… O ibre ki, Kara Fatma’nın yüreği bir kefeye konsa, ağırlığı Rab katından bir tartıyla tartılabilirdi.

Kendisini ve cephaneyi bekleyen milis güçleri demek, vatanı savunan ER demekti. Vatanı savunmak demek, İMAN, IRZ, NAMUS, BAYRAK demekti… “İman, Irz, Namus, Bayrak” demek, kanımıza sirayet eden kutsal değerlerimiz demekti. Yani “Biz” demekti. Bizi biz yapan asli unsurlarımız demekti. Anasır-ı erbaadan mütevellit bir âlemde, savunduğumuz değerler uhrevi bir boyuta açılan kapıydı. Bunu bilen bir millettik –milletiz- yaşadığımız tarih boyunca.

Kim bizi zaptı rapt altına almaya kalktıysa, her defasında şaha kalkan bir kanımız vardı. İşte bu şuurla dopdoluydu Kahraman Kara Fatma! Her nereye baksa cesaretin kutlu nişanesi yüreğindeki kanı pompalıyordu. Vücudunda bu kanın ulaşmadığı iğne ucu kadar bir yer yoktu ki davasından caysın. Kanında, Özünde öyle bir Kahramanlık vardı ki, esaret kelimesinin zerresinden bile nefret duyuyordu.

İşte bu iştiyakla milis güçlerine cephaneyi ulaştırdığında, yüzünde ki hoşnutluk kalbine halka halka yayılıyor, dualarında Rabbi Teâlâ’ya münacat ediyordu.

Kara Fatma bir sonraki tebdil-i kıyafet ile çarşıya indiğinde, maalesef hain gözlü iki Yunan askeri tarafından takibe alındığını hissetmemişti. Düşman askerleri bu kadının sandıklarından şüphelenmişler nihayetinde Kara Fatma esir edilmişti. Kendisini ucube bir koğuşa sorgulamak için çektiklerinde, Kara Fatma yolun sonu burası olsa bile diline sadakat mührü vurarak ne olursa olsun kardeşlerinin yerini açık vermeyecekti. Ne olursa olsun dedi, yüreğinden. Ne olursa olsun, ağzından bir kelime bile çıkmayacaktı. Kanım helal olsun dedi vatana. Yüreği sıcacıktı, alev alev yanıyordu Vatan aşkıyla. Değme erkeklerin yüreği boy ölçüşüyordu Kara Fatma’nın yüreğiyle.

Tokatlar indi suratına, sustu. Tekmeler savruldu karnına, sustu. Kırbaçlandı sırtı, sustu… Çenesi zonkladı, sustu. Gözlerinden iplik gibi yaşlar indi fakat sustu. Bir zamanlar kıymetli eşiyle kurduğu sıcacık yuvası vardı. Yiğidi vardı, dağ gibi… Şehit etmişlerdi. Kendiside dayanabilirdi bu acılara, dayanmalıydı. Evlatlarını 9 ay boyunca taşıdığı karnına inen her kirli potin darbesinden sonra taş duvarlara akis yapan çığlıkları boğazını harap ediyor, nefesi tıkanana kadar aşağılık bir eziyete mahkûm ediyorlardı Fatma kadını.

Kara Fatma’ya savrulan her tekme Anadolu’ya atılan kıskanç ve haris bir çentik gibi yer buluyordu tarih sahnesinde. O çentikler asla emeline ulaşamayacak, her ne kadar kanatsalar da yıkılmayacaktık.

Kara Fatma’da 19 gün boyunca acımasızca dövüldü, dövüldü… Fakat ağzından en ufak bir kelime dökülmedi, işkencenin acısından bağırıp, haykırmasından başka…

Nihayet, Kara Fatma başına nöbetçi diye dikilen düşman askerinin gafletinden istifade ederek belindeki silahı aldığı gibi onu tuttukları izbeden kaçabilmişti. Dermanı takati kalmamıştı artık, yine de yürüyordu. Yürüyordu Kara Fatma… Namus uğruna, Irz uğruna, Vatan uğruna, Bayrak uğruna… İmanıyla, inancıyla yürüyordu. İnanıyordu ki, bu yürümeler boşa değildi!

Kâh ağaç kabuklarını diline damağına bulaştırdı, açlığını bastırsın diye, kâh ormanda ışkın veren adı sanı bilinmedik bir otu… Takatinin medeti göklerden inen bir nur gibi Kara Fatma’nın tüm benliğini sarıyordu.

Vel hâsılı müfrezesine ulaşmış, yorgun, esaretin en acımasız işkencesine maruz kalan yaralı bir cengâver olarak, gücünü topladığı anda yeniden düşmanla çarpışmaya muvaffak olmuş bir Kahramandı o.

Kara Fatma, müfrezesinin bir kısmının şehit edildiğini, buna rağmen civardan gelen yiğitlerimizle sayılarının arttığı görecek ve tekraren cephelere bir dişi aslan gibi konuşlanacaktı.

1.- 2. İnönü ve Başkomutanlık meydan muharebesinde Kahraman Kara Fatma ile necip neferlerimiz Türk’ün süngüsünün ne yaman şey olduğunu mülevves emelli düşmanlara tecrübe ettirecekti.

Henüz çiçeği burnunda tazecik kızı Fatma’da Ana’sı gibi harp meydanında mücadele ediyor, kâh susuz kalmışlara su, kâh yaralılara hizmet eden bacıları olarak cesaret timsali yüce şuurunu ispat ediyordu. Fakat menfur bir şekilde saldıran düşman tarafından aldığı şarapnel parçasıyla, tuttuğu taşı sıksa suyunu çıkaracak güçteki elini kendinden evvel cenneti alaya gönderiyordu. İşte Kara Fatma’nın kızı olmak bu demekti. Annesine yazdığı bir mektubunda, “sağ elim olmasa da, sol elimle silahı pek güzel atıyorum Anne “ diyecekti.

Kara Fatma inandı, yılmadı, çarpıştı… Adını tarihe kazıdı. Fakat amacı tarihe adını kazımak değildi. Zira vatanını karşılık beklemeden savunmuştu. Üsteğmenlik rütbesi almış bir gazi olarak kendisine bağlanılan maaşı dahi almamış ve tüm kuruşuna kadar yine vatanı için hayır kurumuna bağışlamıştır.

Savaştan çıkan Vatanımız beraberinde, sefaleti ve yokluğun acımasız çehresini de insanlarımızın hayatına aksettiriyordu. Zor yılların içinde insanımız imtihan bilincinde sınanıyor, Kahraman Kara Fatma ve ailesi de bu imtihandan doyasıya nasibini alıyordu. Zahirde doyamıyorlardı çünkü amansız bir yokluğun pençesinde kıvranıyorlardı. Muhterem Fatma Hanım ömrünün savaştan arta kalan kısmında onulmadık bir sefaletle imtihan oluyordu. Ve bu sınavı, kızının emaneti iki torununa bakmakla iyice perçinleniyordu. İş bulamıyor "kapıcılık, çöpçülük olsa ona da razıyım" diyerek sığındığı Rum manastırında kendisiyle röportaj yapmaya gelen gazeteciye dert yanıyordu. Yere serdiği çuvaldan bozma kilim üzerinde kendisinin yattığını, masum torunlarını sedirde yatırıp aç uyuttuğunu, konu komşunun yardımlarını gözleri yolda beklediklerini, kimi zaman hıçkırıklarla ağladığını fakat göğsündeki istiklal madalyasının şerefiyle yaşadığını serzenişte bulunacaktı… Ömrünün son yıllarında istediği sadece kimseye muhtaç olmayacak kadar geçimini temin edeceği bir iş idi.

Bir kadın düşünün ki, vatanı için gözünü kırpmadan “muharebe bana düğün gelir” desin… Kendisinin fotoğrafını çekmek isteyen Amerikalı gazetecinin, bu fotoğrafa mukabil ne hediye edilirse memnun olacağını sorduğunda, Kahraman Fatma Anamızın “-hani on beşli İngiliz filinta (silah)‘ları vardır, onlardan bulamadım hediye ederseniz nihayetsiz derecede makbule geçer” diyerek karşınsındaki kişileri, bir kadının yüzük, bilezik isteyeceğine silaha olan bu meylinden dolayı hayretler içerisinde bırakmış olsun…

İşte Kahraman Kara Fatma Anamız… Bu yüce gönüllülükle vatanı, milleti, kendi nefsinden üstün tutarak dirayet ve feraseti ile bizlere örnek teşkil eden yegâne cesaret unsurlarından birisidir. Tıpkı Nene Hatun, Şerife Bacı, Gördesli Makbule Hanım ve isimlerini sayamadığımız diğer Analarımız gibi…

Muharebe sonrası yılları fakru zaruret içerisinde geçmiş bu Kahraman Anamıza vefat etmeden evvel son bir yıl içerisinde maaş bağlansa da, ömrü vefa etmediği için kısacık bir süre istifade edebilmiştir bu maaştan…

1955 senesi Erzurum’da Hakkın rahmetine kavuşan Kahraman Fatma Anamız, haysiyetiyle, şahsiyetiyle ömrünü tamamlamıştır. Türk kadınlarına ve kızlarına numune-i imtisal olmuştur. Seni Rahmetle ve Fatihalarla yâd ediyoruz ey abide-i şahsiyet. Mekânın cennet olsun…

Kaynakça: A.Oral, V. Şenel, Yedigün Arşivlerinden

BEDİA BELKIS BALCILAR

.Eleştiriler & Yorumlar

:: yakın dönem hakkında güzel bir anektod
Gönderen: Ali Berkay Bircan / , Türkiye
9 Nisan 2010
aslında ne yazılsa kelimler kifayetsiz kalacak hakkında, bu yüzden; borcunu ödeyemeyiz ceddimizin diyorum. iyi çalışmlar ve güzel yazıların tekrarı dileğiyle.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Show Business____gösteri Dünyası

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Ölü Atlar Kişnemesi [Şiir]
Kim Daha Şanslı [Şiir]
Tıflane [Şiir]
Özlem [Şiir]
Yağmur Yağıyor Seller Akıyor [Şiir]
Zerre [Şiir]
Yusuf'u Kuyudan Kim Çıkarır? [Öykü]
Öğrenecek ve Öğretecek Hikâyesi Olanlara [Öykü]
Güvercin Kanatlarında [Öykü]
Haylaz Aşk [Öykü]


Bedia Belkıs BALCILAR kimdir?

ben bir kayığım bu ummanda. . denize bembeyaz köpükler bırakan.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Bedia Belkıs BALCILAR, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.