"Hemen yüzüne gül suyu seperek Leyla'yı ayılttılar." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Bizler nedense sürekli bir tartışma içinde buluyoruz kendimizi. Bu tartışmalar genelde; ya futbol, ya siyaset, ya da din oluyor. Ve her tartışma sonunda insanlar kırılıp güceniyor. Çünkü farklı fikir ve düşünceler ve bölük pörçük bilgilerle kuşatılmış beyinlerimiz yanlış bilgilerle dolmuştur. Her insan bu bilgiler ve edinimleri ile masaya yumruğunu vuruyor ki; "BENİM DEDİĞİM DOĞRUDUR" Hiç bir şey kesin değildir. Mutlak doğru var mıdır? Bizlere eğitim ve öğretim hayatımızda öğretilen tarih derslerindeki bilgilerin dahi, şimdi yanlış olduğunu öğrenmiyor muyuz?.. Bu durumlar beni oldukça şaşırttığı gibi endişeye de düşürüyor. Neden endişe ve kaygılar duyumsuyorum? Nedeni çok basit. Bizim öğrendiklerimiz yanlışlar ve hatalarla dolu bu bilgiler, genlerimizle taşındığı gibi okullarımızda da genç kuşağa öğretiyoruz. Hani bir söz vardır; "ön teker nereye giderse arka teker de oraya gider." misali... İşte bu nedenle, doğruları bizden sonraki nesillere öğretmeli ve bilinçlendirmeliyiz, hem de en doğru şekilde. Bakın bu konuda yabancı bilim adamları ve tarihçiler nasıl da güvensiz kamışlar. Düşüncelerini bize emanet edip, düşünmemizi sağlamak amacıyla, neler söylemişler: "Kimiz, kimleriz biz? Nereden gelmiş, nereye gideriz?-Gauguin-" Geleneklerimizden dolayı herkes bilir kim olduğunuz: Damdaki Kemancı" "Kardeşime karşı ben, yeğenime karşı kardeşimle ben, yabancıya karşı yeğenim, kardeşim ve ben.-Arap Sözü- Gellner- 1981, 69" "Tarih, insanlığın en tehlikeli icadıdır. -Paul Valery-" "Okullarda öğretilen tarih dersleri: Öğünme, gurur ve küstahlık getirdi. Herkes haksız, sadece biz haklıyız, inancını besledi. Öğrendiklerimizin çoğunu unutmaktan başka çare yok!- Herbert Buttenfield- Tarihçi-" Rıza Tevfik ise bu konuda daha güvensiz bakmış geçmişe. "Tarihe hiç inanmam ve önem vermem!" Şimdi biz kime güveneceğiz? Ve nasıl bir geleceğimiz olacak? Geçmişimizde neler olmuş, nereden bileceğiz? Bu sorular ile gezinirken, Atatürk geldi aklıma ve ona başvurayım, dedim. Çünkü Türk Tarih Kurumunu kurmasının amaçlarından biri de bu soruları o kurumda bulmamızı sağlamaktı. Ama daha resmi ve güvenilir kaynak olan bir kitap elime geçirmiştim. Kültür Bakanlığı Yayınlarından TÜRK KİMLİĞİ. Tam 458 sahife olan bu kitabı okuyor ve gözlerim derin tarih bilgilerinde geziniyor. Bir gün sizlerle paylaşacağım. Benim asıl dikkatimi çeken ise tarihte ATATÜRK’ÜN, bize görünmediği kişiliği ve dışa bakışı idi. Hani insanların yalan yanlış atıp tuttukları bilgileri çürütmekti. Ve bir yerde buldum, şimdi aşağıda sizlerle paylaşacağım. (*) “… Çok Gizlidir . 07.01.1937 Stalin’eMolotov’a Osoaviahima heyeti şerefine verilen resepsiyonda Kemal Atatürk’ün Karahan ile yaptığı çok ilginç sohbetin muhtevasını gönderiyorum. Bu sohbetin muhtevası Stomonyakov’un ricası üzerine Türkiye’deki Ticaret Ataşemizden istendi. (A. Rozengolts) Stalin’in yazısıyla yaptığı NOT: Voroşilov’a Ordjonikidze’ye Litvinov’a “Dostumuz” Atatürk’ün “sözleri/nutku” dikkatle/ilgiyle okunmalıdır. Çok Gizlidir. “Osoaviahima” heyeti şerefine verilen resepsiyonda Kemal Atatürk’ün Karahan ile yaptığı sohbetin muhtevası Yaklaşık gece saat: 01.30 doğru misafirlerin büyük kısmı Polpredstvo’dan (Diplomatik Temsilcilik) Başbakan İsmet İnönü ve Dışişleri Bakanı Rüştü Aras dâhil, ayrıldıktan sonra, resepsiyona Kemal Atatürk’ün geleceği haber geldi. Gerçekten birkaç dakika sonra Kemal Atatürk kendisi geldi. O yanında maiyeti, müzisyenleri ve manevî kızları vardı. Atatürk’ü Karahan karşıladı. Birlikte büfeye gidip, sohbete başladılar. Kemal Atatürk, Sovyetler Birliği’ne duyduğu dostluğunu ve sempatisini anlatmaya başladı. Ama Türkiye’nin bağımsızlık bayramını (Cumhuriyet Bayramı) tebrik etmedikleri için kızgın olduğunu da ifade etti. Karahan bunun doğru olmadığını söyledi. Tebrik mesajı Kalinin tarafından gönderilmişti. M.Kemal çok kızgın bir tonla; “Evet, bunu biliyorum, Hatta aracılarla işim yok diye cevaplamasını istedim. Ben sadece Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı değilim, aynı zamanda Türk halkının önderiyim.” dedi ve Karahan’a dik dik sordu: “Sizin önderiniz kimdir?” Karahan, önderlerinin Stalin olduğunu söyledi. “Öyle ise, neden, O bana tebrik telgrafı göndermedi? O’nun dışında herkes gönderdi. Bununla O (Stalin) beni tanımak istemediğini gösteriyor.” dedi Atatürk. Karahan bunun doğru olmadığını söyledi. Çünkü Stalin’de öyle bir tebrik telgrafı gönderme teamülü bulunmadığını anlattı. Karahan 28 Ekim’de Kemal’i bağımsızlık bayramıyla tebrik ederken Stalin’in selamını ilettiğini de hatırlattı. Kemal kızgın bir tonla tekrar Sovyetler Birliği’nin büyük dostu olduğunu ve bu dostluğun hayatta olduğu sürece devam edeceğini, ama dostluğun ancak eşit zeminde korunabileceğini ve aracıların her şeyi bozduğunu ifade etti. Bu arada Atatürk hemen bizim Polyakov’a Türklerin gücüne ilişkin uzun bir yazıyı dikte etmeye başladı, ama bitirmeden gene eski konuya döndü, yani ‘Stalin’in bizzat kendisinin tebrik telgrafı göndermesi gerekirdi. Bu telgrafın gönderilmemesi bizi (Atatürk’ü) çok üzdü ve aracılar vasıtasıyla görüşmelerin ise, işe zarar verdiği açıktır.’ dedi. Karahan, böyle durumların zaman zaman karşılaşıldığını ve şunları söyledi: Meselâ, kendisinin (Karahan’ın) Dışişleri Bakanı Rüştü Aras ile konuştuğu zaman, birbirlerini bazen anlamadığından bahsetti. Hatta Litvinov, Aras ile konuştuğu zaman, daha az birbirini anlıyorlar. Kemal, şahsen Stalin ile görüşse idi, bütün meseleleri birkaç dakika içerisinde halledeceklerinden emindi. Kemal ve Stalin’in bugüne kadar görüşmemiş olması büyük bir talihsizlik. Buna karşılık Kemal, iki ülke liderlerinin bizzat iletişiminin çok faydalı olacağını söyledi. Karahan, bu konuda görüşmeleri başlatmak için Kemal Atatürk’ün kendi hükümetine talimat vermesini istedi. Bunlar konuşulurken, tekrar (Atatürk’ün gelişinden sonra) resepsiyona dönen İsmet İnönü ve Bakan Rüştü Aras’a işaret etti. M.Kemal kızarak, ‘Bu inisiyatifin neden kendisinden gelmesi gerektiğini’ sordu. Karahan ise, ‘Kimin ilk adım atacağı önemli değil; Aras veya Karahan, ne fark eder. M.Kemal ve Stalin’in görüşmesini ikisi birlikte organize edebilirler’ dedi. M.Kemal, Karahan’ın sözünü keserek, tekrar uzun ve ısrarlı bir şekilde Sovyetlerle dostluğunu anlatmaya başladı. Sözünde vefalı olduğunu söyleyerek, şöyle dedi: “Ben bunu ancak eşit şartlarda yapabilirim. Eğer beni kabul ettiklerini hissediyorsam yapabilirim. Başka türlü işlerime ‘evet’ diyemem. Sizin güçlü ve mekanize edilmiş ordunuz olduğunu biliyorum, fakat ondan korkmuyorum. Benim arkamda 18 milyon halkım var. Benim emretmem yeterlidir, halkım ardımdan nereye gidersem gelir. Ben çok zarar verebilirim, elbette bunu hiçbir zaman yapmam, çünkü benim sözüm, benim dostluğum gibi kutsaldır.” Atatürk’ün sözleri bazen tehdit, bazen dostluk dolu ifadelerle yüklü idi. Bu sohbeti Polpredstvo’nun sekreteri Polyakov çeviriyordu. Sohbet sırasında Bakülü çok iyi Rusça bilen havacı yüzbaşı da vardı. Bu havacı Yüzbaşı Eideman’ın Türkiye’de bulunduğu süre için yanında görevlendirilmişti. Yüzbaşı, Polyakov’un tercümesini beğenmedi. Kemal’in ifadelerinden birisini Rusçaya çevirirken Polyakov’un yanlış tercüme ettiğini söyleyip yüzbaşı kendisi çevirdi. M.Kemal çok kızdı ve Karahan’a yüksek sesle Polyakov’u hemen Sovyetler Birliği’ne gönderilmesi gerektiğini söyledi. Çünkü, “Polyakov belki de çok iyi Türkçe biliyor olabilir, fakat O (Polyakjov) Karahan’ın kötü danışmanı, zararı faydasından daha fazladır.” Bundan sonra tercümeye yüzbaşı devam etti. Fakat bir süre sonra M.Kemal onu da istemedi ve tercümeye Aras’ın devam etmesini istedi. Sonunda Kemal, Aras’ın da kötü tercüme ettiğini söyleyip konuşmayı kesti ve orkestrayı çağırmasını emretti. Orkestranın ve şarkıcıların birkaç Türk şarkılarını seslendirdikten sonra Karahan’la vedalaşıp yanındakilerle resepsiyondan ayrıldı. (-23 Ocak 1927’de Osoaviahima (Savunmada hava ve kimya bilgisi Desteği Birliği/Derneği) Rusya Devlet Sosyal Siyasî Tarih Arşivi, fond 558 siyahi, 11, iş 388, Varag 9-13. -) Ömer Lütfü TURAN 6.10.1951'de İstanbul'da yayımlanan İstanbul Ekspres gazetesindeki Herbert MELZİNG'in Atatürk'e ait hatırasını birlikte okuyalım. "Rus ihtilalinin 1935'teki yıl dönümünden az evvel Moskova'daki Türkiye elçiliği Atatürk'e, Stalin'in Rus komünist partisi murahhasları önünde verdiği bir nutkun özetini bildirmişti. Bu nutukta Stalin, Türkiye, İran ve yakın orta Şark'ın bütün memleketlerini ' Rus Bölgesi' olarak gösteriyordu. Her zaman çok ihtiyatlı konuşan Stalin nasılsa ağasından bu tehlikeli sözleri kaçırıvermişti." Rus ihtilalinin yıl dönümünde Sovyet elçiliğinde verilen suare intikam almak için Atatürk'e en mükemmel fırsatı veriyordu. Atatürk büyük elçi ile evvela basit şeylerden bahsettikten sonra birden bire sordu: - Karahan yoldaş, Sovyet Rusya'da işleri kimin idare ettiğini bana söyler misiniz? Karahan şaşırdı, cevaben: -Rusya'yı kim mi idare eder? Sovyet Rusya'da Proleter Diktatörlüğün hakim bulunduğu ekselansınızca malumdur. -Canım bırak şu saçmaları şimdi. Proleter diktatörlük maskeden başka bir şey değildir. Türkiye'yi idare eden şef benim. Rusya’da kimler? Karahan buz gibi bir sesle cevap verdi: -Sovyet Cumhuriyetlerinin Başkanı Yoldaş Kalinin'dir, dedi. Atatürk sinirlendi: - Canım bırak şu kuklayı... Söylesene bakayım şu sizin Stalin yoldaşınız ne yapar Allah aşkına? Karahan suratını astı kısık bir sesle: -Stalin yoldaş Sovyet Rusya Komünist partisi polütbürosunun sekreteridir... Derken, yan gözle Atatürk'ün hareket dolu sözlerini tercüme eden ve bir saat sonra Moskova'ya şifreli raporunu bildireceğini şüphe bulunmayan sefaret tercümanına baktı. Elçinin endişesi yerinde idi. Çünkü tercüman G.P. U.'un yani Sovyet Gizli istihbaratının adamı idi. Karahan Atatürk'ü büfeye davet etmekle konuşmanın başka bir cereyana varabileceğini sanıyordu, telaşla: -Bir bardak şampanya almaz mısınız, ekselans, dedi? -Hayır... -Ya bir kadeh votka? Atatürk yüzünü ekşiterek: -O Rus içkisinden hoşlanmam. Ben Türk'üm, rakı içerim. Büfedeki garson elleri ile yok işareti yaptı. -Maalesef büfemizde rakı yok Ekselans. -Türk misafirinize Türk içkisi ikram edemeyeceğinizi zaten biliyordum. Onun için kendi rakımı beraber getirdim. Atatürk yaverine işaret etti. Hemen uşaklar büfeye bir sandık rakı getirdiler. Nihayet Karahan Atatürk'e susuz rakısını uzatabildi. Atatürk kadehini kaldırdı ve: -Elçi beyefendi, dedi. Buna rakı, Türk rakısı derler. Moskova'da Kalinin midir, Stalin midir yok ne karın ağrısı ise o herife söyleyin, biz Türk'ler asırlarca Rusya'nın göbeğinde rakı içmiş bir milletiz. İcap ederse yine de içmesini biliriz. Bu kadehimi Türk milletinin hayrına hiç bir zaman " Rus Bölgesi "derekesine düşmeyecek olan egemenliğimizin şerefine içiyorum.” Atatürk kadehinden bir yudum aldıktan sonra, Sovyet birliği ile Stalin hakkında ağzına geleni söyledi. Rus tercüman bu sözleri tercüme etmeye cesaret edemiyor ve hafifletmeye çalışıyordu. Atatürk sözlerinin kâfi derecede tesir etmediğini, elçinin suratından anlayınca, tercümanın vazifesini layık ile yapmadığına kanaat getirerek herifi kovdu. Ve su gibi Rusça bilen maiyet zabitlerinden birini çağırdı. Yeni tercüman Atatürk'ün Stalin ve Sovyetler Birliği hakkında sarf ettiği tahrik edici sözleri büyükelçiye bir bir aynen tekrar etti. Atatürk dans müziği çalan Balalayka orkestrasını susturdu. Ve maiyetindeki saz takımına işaret ederek zeybek çaldırmaya başladı. Başta kendisi olmak üzere bütün Türkler zeybeğe kalktılar. Rus ihtilalinin yıl dönümünde Ankara'daki Sovyet elçiliğinin büyük salonu bir Türk şehrayinine şahit oluyor. Ertesi gün Karahan Stalin'in emri ile Türk hariciye bakanlığına sert bir nota verdi. Hariciye Bakanı vekili Tevfik Rüştü Aras, elçiyi teskin etmeye çalışıyordu. -Canım Cumhurbaşkanımız şaka etti. Politbüro sekreterini tahrik etmek aklımdan bile geçmez. Stalin büyükelçi Karahan'ı geriye aldı. Elçi vaziyeti idare edemediğinden ceza görecekti. Atatürk'ün hakaretlerini dinlemeyip, Türkiye Cumhurbaşkanını sefaretten kovmalı imiş. Atatürk Karahan'ın veda edişini arkadaşlarına şöyle anlattı. -Kendini veda için kabul ettiğin zaman, ölü gibiydi. "Gitmeyeceğim " sözünü söylemesini dört gözle bekliyordum. Kendisine bunu ben telkin edemezdim. Fakat kalsa idi, Türkiye'de ona sığınma hakkı verirdim. -Karahan başına geleceğini, gider gitmez fırına atılacağını biliyor. Giderken " Aurevoir " değil yalnız " Adio " dedi…“ Büyük Atatürk yaşadığı müddetçe Türkiye Cumhuriyeti'nin kırmız çizgilerini kimseye çiğnetmedi. Çünkü o gerçek bir saygın devlet adamıydı. Düşünmeden söylemez, söylediğini de yapardı. Stalin'in Türkiye'yi Rus bölgesi olarak göstermesine işte böyle cevap vermişti. Okuduğum bu gizli belge ile göğsüm TÜRK olduğum için daha çok kabardı. Onur duydum TÜRK olmakla. Ne Mutlu TÜRKÜM Diyene! "Güneş vurdu mu karanlığa, saklı olan her şey çıkar gün ışığına, bu küçük bir toz bile olsa.-Emine Pişiren-" Sevgi ve Işıkla... Emine Pişiren/Bursa/ 28.Mayıs.2009 (*) KAYNAK: www.ataturkyuksekkurum.gov.tr/sayfa/upresimler/Stalinin_Mektubu.doc
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |