Mermere sıkışmış bir melek gördüm ve onu özgürlüğüne kavuştuncaya dek mermeri oydum -Mikelanjelo |
|
||||||||||
|
Evet, bugün 18 Mart ve Çanakkale zaferinin 95. yıl dönümünün coşkuyla kutladığımız bir gün. Dünya tarihinin en önemli savaşlardan birisi olan ve Türk Ordusunun büyük destan yazdığı, göğüs göğse savaştığı, 250 bin şehit verip "Çanakkale’nin" geçilmez olduğunu tüm Dünya’ya ilan ettiği bir gündür. Çanakkale savaşlarının unutulmaz kahramanı Mustafa Kemal’ in başarısı daha sonra başlayacak olan Kurtuluş Savaşı’nın bir başlangıcı olmuştur. Her yıl bugün coşkuyla kutlanır, orotoryalar söylenir, mehter marşları çalınır, meydanlarda şiirler okunur, sazlar çalınır, türküler ve ağıtlar yakılır, adı vardır. Tarihe yakışan bir ad hem de; " ÇANAKKALE GEÇİLMEZ" Her 18 Mart’ı karşılamadan önce farklı hislere kapılırım, içimde o coşku yerini hüzne bırakır. 91. yıl kutlamaları için ziyaret etmiştim şehitliği. Üç sene öncesi yaşadığım o ruh halini tarif edemem, etmem de mümkün değil zaten. Kanımca, her insanın Çanakkale ve Gelibolu sırtlarına adım atması, o tarihi anıların yaşandığı kutsal toprakları ziyaret etmeli ve görmesi, yaşaması gerektiğine inanıyorum. İnanın orayı ziyaret ettiğimde farklı bir hava soluduğumu hissettim. İçim ayazlarda kaldı, titredim, daimi bir ağlama hissi ile sanki yüreğime ince ince çiviler çakıldı. Hala toprak kazıldıkça şehit kemikleri çıkarılmakta. Meçhul askerlerimizin, şehitlerimizin sızlayan kemikleri için ayrılmış bölümleri gördükçe insanın nasıl sızlamaz yüreği? Şehitliği gezerken acıkmıştım, susamıştım, satıcıları gördüm, çadır kuran esnafı gördüm, biblo ve Çanakkale’yi anımsatan her şey almanız mümkündü. Tost aldım, yiyemedim, boğazımda takıldı, yutamadım. Arkadaşlarım anlamıştı, yanıma gelip sordular: -"Ne oldu, neyin var?" diye. -"Onlar burada yatarken biz üstlerine yiyip, çıkartıyoruz, boğazımda takılı kaldı, yiyemeyeceğim..." dedim ve gözyaşlarımı tutamadım. -"Hımm, bu açıdan bakınca, haklısın üzülmekte" dedi, arkadaşım. En çok üzüldüğüm ve hala da düşündüğüm bir nokta kalmıştı aklımda. Şehitliğe "WC" ler kondurulmuş. Binlerce kayıp kemikler hala çıkartılırken, şehitliği ziyaret edenlerin "sessiz" olmaları için uyarı yazıları okuduk. İyi hoş da neden o topraklarda WC’ler vardı? Gürültü kirliliği şehitliği rahatsız eder de WC’ler kirletmez mi? Daha sonra Anzak’ların şehitliğini gezdik. Tek tek adlarını okurken beyaz mermerlerde dikkatimi yaşları çekmişti. Yaşları 17 den 45’de olanı yatmaktaydı. Yüksek sesle düşünmüştüm: -" Hadi şu İngiliz hayranı genç olanları anladım da, peki, şu yaşı 40’ın üzerindeki Anzakların ne işi vardı? Taa Avustralya’dan üç ay yolculuk yaparak, topraklarımıza gelip de neden can verdiler?" Arkadaşım farklı bir yanıt verdi: -"Avustralya’da Türk Kayası denilen bir yer var. O kayaya neden Türk Kayası adı verildiğini biliyor musun?" "Hayır, neden?" -"Avustralya’nın, Silver City’de kasaplık yaparak geçimini sağlayan Molla Abdullah ve onun yakın arkadaşı olan geçimini Osmanlı dondurması satarak sağlayan Kul Muhammed adlı iki Türk genci yüzünden..." Arkadaşım sigara yaktı. Susmuştu. Bir soluk ciğerlerine çektiği sigarasından, beyaz dumanları iki burun deliğinden çıkışını izledim. Yıllar önce bir gazetenin "dış haberler" sayfasından okuduğum küçük haber aklıma düşmüştü. Arkadaşım sözlerine devam etti: -"İçlerinde sıla özlemi ve vatan sevgisi taşıyan bu iki Türk genci vatanlarına savaş açıldığı haberini alınca hemen Avustralya yetkililerine başvurmuşlar. Askere alınmaları için." -"Ee, alınmış mı?" -"Hayır, siz Osmanlısınız, sizi kabul edemeyiz, ısrar ederseniz sizi savaş esiri kabul ederiz gibi de tehdit bile etmişler. Bizim mert ve gözü pek Türk gençleri de, madem vatanımıza gidemiyoruz, o zaman biz de vatanımıza gidecek olan Anzakiara savaş açarız, düşüncesiyle avuçlarında ne varsa silah ve cephaneye vermişler. Asker sevkiyatı yapılan tren yolu güzergâhına Broken Hills dağında bir dar geçit var oraya mevzilenmişler." -"Hımm, iki Türk askeri binlerce Anzak askerine savaş açıyor..." -"Evet, aynen öyle arkadaşım. Sen gelişen sonuca bak, çok etkilendim bende öğrenince." -"Sonrası?" -" 1915 senesinin ilk günlerinde 1000 askeri limana taşıyacak olan tren, Broken Hills’teki geçide yaklaştığı an gördüğü manzara şöyleydi. Rayların üzerinde kırmızı/beyaz bir bayrak dikilmiş ve bir dondurma arabası tren raylarının üzerinde durmaktaydı. Aynı renkte bir bayrak da tepede dalgalanmaktaydı. Anzak askerleri neye uğradığını anlamadan bir anda üzerlerine kurşun yağmaya başlar. Saatlerce çarpışma sonrası tren içinde ölülerle geri döner. Bölgeye yeni birlikler gelir. Fakat giden her birlik orada ölür. Ta ki, namlularında kurşun kalmayana kadar bu böyle devam eder." Arkadaşım sigarasını bitirmişti. Biten izmariti yere attı ve ayağı ile iyice ezdi. Daha sonra da sönmüş izmariti eğilip aldı. Çöp kutusu aradık. Aşırı bir iştahla hikâyenin geri kalan kısmını bekliyordum. Çantamdan kâğıt mendil çıkartıp uzattım. -"İzmariti bunun içine koyabilirsin, çöp kutusu bulduğumuzda atarız. Aslında içmesen ne iyi olur. Her yer kuru çam yaprakları ile dolu. Çıtır çıtır yanar vallahi. Daha önce nasıl yandı? " Arkadaşım uzattığım kâğıt mendili gülümseyerek aldı. -"Evet, çok haklısın. Küçük bir kıvılcım tüm ormanı kül eder. Şu zıkkımı neden içeriz bilmem ki?" -" Neyse, hikâyenin geri kalanını anlatmanı bekliyorum, o iki Türk’e ne oldu?" -" Anzak askerleri kendileri ile savaşanın bir tabur olduğunu düşünmüşler ve takviye kuvvetleri sürekli bölgeye gelmiş. Bir süre sonra silah sesleri kesilmiş. Kul Muhammed ve Molla Abdullah sırtlarını kayaya yaslamış, ellerinde tüfekleri ile şehit olmuşlar. Kul Mehmet’in vücudunda 21 yara saydılar. Şehit Molla Abdullah’ın üzerinden… “Bu yaptığımızı Allah ve Halifemiz adına yapıyoruz. Cihadımız Hak yolunadır. Ne yaptığımızı bir biz, bir de Allah biliyor!” yazılı bildiri çıktı. Ama ilk anda buna kimse inanamadı ve herkes dağlarda iki ay boş yere başka Osmanlı savaşçısı aradı." Göz pınarlarımda yaşları durdurmak imkânsızlaşmıştı. Aşırı duygu birikimi ve bulunduğum yerin sihirli bir etkisi ruhuma acı verir gibiydi. Yanaklarımdan süzülen yaşları elimin tersiyle sildim. Arkadaşım bir adımda yanıma gelip, sarıldı. -"Duygulanmamak elde değil, tarihimizde isimsiz kahramanlarımız var. O sırtlarını dayadıkları ve şehit oldukları kayaya Anzaklar, TÜRK KAYASI adını bunun için vermişler. Silahları ve bayrakları da müzede saklanmaktadır." -" Tarihimizi bilmiyoruz, geçmişimize sahip çıkmıyoruz, doğrular bize tam öğretilmedi. Tarih kitaplarımızda bu gerçeklere neden yer verilmedi?" Sesimi frenlemek çok zordu. Sesli düşüncelerimi onaylıyordu arkadaşım. -"Evet, doğrular çok sonra gün ışığına çıkıyor." -"Atatürk ne kadar asil düşünmüş, az önce her dünya vatandaşını utandıracak sözlerini okuduk ". "Bu Memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.-M.Kemal Atatürk/1934- " Evet, kanlı sırtlarda 57. alayın tamamının şehit olduğu ve 250 bin Mehmetçiğimizin Vatan toprağından zerre vermemek uğruna "şehit olduğu" topraklardan, Avustralya’da 1915 senesinde şehit olan o iki Türk’ü de anılarıma katarak, hüzün bulutları gölgesinde ayrılmıştık. Var oluşumuzun ve tam bağımsızlığımızın üzerinden bugün tam 95 yıl geçti. 18 Mart 1915 senesinde Çanakkale’de bir Dünya Destanı yazdı M.Kemal Atatürk ve Mehmetçik. Bu destan yüreklerden akan gerçek kanla yazılmıştır. Canlar feda edilmiştir. Aziz şehitlerimiz Türk Milletinin yüreğindeki en güzide yerinde hala yaşamaktadır. Onları ve aziz gazilerimizi edebi uykularında minnetle, şükranla anıyoruz. Ruhları şad olsun. Bu yazımı şehit ve gazilerimize ithaf ediyorum. Huzurlu, barış ve aydınlık bir Türkiye umuduyla… Ne Mutlu Türküm Diyene!.. Emine Pişiren/Bursa/18.03.2009 Düzeltme: Edremit-Akçay/ 18.Mart.2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |