Bir kimse, neden oltasını, içinde tek bir balık olmadığını bildiği bir göle sarkıtır? -Adalet Ağaoğlu |
|
||||||||||
|
Mahalleye, arkadaşları ile birlikte bir kaç gün önce gelmişti. Kabala aldıkları onlarca katı çimento ile sıva yapacakladı. Yürüdüğü yol yokuş olduğundan bir hayli yorulmuştu. Yol kenarındaki binalardan birinin gölgesine oturup terini sildi. Köyünün dağlarından kaynayan buz gibi şerbet gibi su gözelerini arzuladı iç geçirerek. Aklındaki özlemi bedenine gömdü, bedeni kabul etmeyip titredi, ruhuna havale etti, ruhu hüzünlenip yüreğine gönderdi. son çare olarak yürek yalayıp yuttu özlemi, inceden inceye sızlayan bir yara bırakarak. En fazla ilkbaharın sonlarına doğru bitecekti inşaat işi. Para, para, para, felsefesine tapan ev sahipleri hemen kiraya vereceklerdi evlerini. Normal kiralara gücü yetmeyen fakir kitleler bir de yakınlarda iş buldular mı tamamdı, Yolları mı yapılmamış, camları mı takılmamış, su tesisatı mı döşenmemiş fazla sorun olmuyordu onlara. Hiç birşey bilmeseler de camlara birer poşet açıp takarlar, suyu kuyudan tüketirlerdi. Ne kadar tehlikeli olduğunu bildikleri halde çocuklarını salıverirlerdi oyun için sivri demirli inşaatlara, korkulukları yapılmamış merdivenlere, her köşesinde paslı çivilerin çakılı olduğu çimentoya batmış tahtaların içine. Umursamadıkları yetmezmiş gibi bir de ''Öldürmeyen Allah öldürmez, isterse değirmenin donuzluğuna düşsün'' diyeceklerdi ''Ama eceli geldiyse Battal'ın oğlu battal gibi küçük bir çakıl taşıyla bile ölebilir'' diye düşüneceklerdi belki de. Metin bunu yıllardır hep böyle görmüş böyle ezberlemişti. Doğada basitmiş gibi görünen pek çok şeyin bilinçsizce kullanıldığı zaman can alıcı bir unsur oluşturduğunu öğrenmemişti bu insanlar. Ne işlerine yarayacaktı belki de elli metre yüksekten suyun beton etkisi yaptığı, yükseklik arttıkça gramın kilo kadar güçlü olacağı ya da hızla giden bir aracın ani firen yapmasıyla arkada bulunan boş bir pet kola kutusunun tuğla kadar zarar vereceği ve daha pek çoğu...Yine aklına Battal'n oğlu Battal gelmişti. Sarayın surları altına gizlenip sevgilisini beklerken uykuya daldığı sıra da, sevgilisinin onu uyandırmak için surların arasından bıraktığı bir parça çakıl taşı koca yiğit Battal'ın ölümü olmuştu. Yeteri kadar dinlenmişti, ayağa kalktı. En fazla üç yıla kadar buralar harika olacaktır, dedi kafasındaki ileriye dönük hayali tasdik ederek. Toza toprağa batarak, adı konulmamış sokaklardan birine girdi. Harçları yukarı çekmekte kullanılan motorun ve çekiç seslerinin geldiği bir binada yanık bir ses inletiyordu boş odaları. Türkünün sözleri Kürtçe olduğu için anlayamıyordu Metin. Elleri nasırlı, tenleri yanmış, yorgunluk ve halsizlikten içe çökmüş akı kanlanmış gözlerinin kenarlarını mor halkalar çevrelemişti. Zavallılar, kadrosuz sigortasız gençliklerini harç yapıp güçlerini örüyorlardı duvarlara. Delikanlılıklarını... Her birinin evlerin de kim bilir ne sefalet vardı. Yüzlerce ev yapıyorlardı, bir tane doğru düzgün evi yoktu çoğunun. Canlarının hayatta kalması için, canlarını süründürüyorlardı. Metin selam verdi duvar ören işçiye, eliyle selam alma işareti yapan işçi tekrar koyuldu bir dakika ara vermeksizin canla başla çalıştığı işine. Birazdan Metin, adı konulmamış sokağın adı konulmamış mahallelerinden birine girdi. Burası iş aldıkları mahalle idi. Kimse görünmüyordu çalıştıkları binada. İş arkadaşları sigara molası vermiş olmalıydılar, bu saatte çay ya da yemek molası olmazdı. Binanım ağır, zor açılıp kapatılan demir kapısını arkaya doğru itti. Kulakları delip beyni silindirleyen vahşi bir gıcırtı tırmaladı ruhunu. Basamakları yukarı doğru ikişer üçer atlarken içerden bir ses: - Metin, sen misin oğlum? Bu ıssız yerde ondan başka kim olacaktı ki böylesine pervasızca içeriye girebilecek. Cevap gönderdi. - Benim Bayram ağabey. Tahmin ettiği gibi sigara içiyorlardı, kimi çimento torbalarının üstünde, kimi tozlu tuğlaların. Yorgunluktan bitap düşmüşlerdi ama yine de gözlerinde parıldayan yaşama sevinci ruhlarında varolan hayat enerjisinin göstergesiydi. Metin: - Esselamu Aleykum Hep bir ağızdan: - Ve Aleykum Esselam. Sertlik ve kuruluktan yarılan nasırların içine girmiş çimento tozları, bir kaç bölgede su toplayan derinin zora gelip yırtılmasıyla çamurlaşmış, harç halini almıştı adeta, el ayasından yerlere dökülmeden. Metin'in iş arkadaşlarının içinde en çok sevdiği manevi ağabeyi Bayram sordu: - Durumlar nasıl koçum? - Durulmayan sular gibi Bayram ağabey! Gayri ihtiyari bir hareketle önce boşlukta savurduğu elini dizine vururken başını iki yana salladı. Toza batmış pantolonundan çıkan tozların yarısı camsız pencereden içeri giren güneş ışıklarının olduğu yere çekilirken, bir miktarı da henüz söze başlamak üzere açtığı ağzından genzine yapışıp gıcık yapmıştı. Bir iki öksürükle tozları yutmayı başardı, tekrar derin bir nefes aldı ve söze başladı: - Çocuk değilsin koçum delikanlı adamsın, toparlan biraz. Bir daha seni böyle görürsem döverim ha! Metin çoktan dalmıştı. Gözleri kilitlenmişti paslı su varilinin içindeki bulanık suda. Zihni de bulanıktı zaten, beyni de artık paslanmıştı işlemiyordu. Ne yapacağını bilemiyordu artık. Bayram, elini Metin'in omuzuna koyarken: - Haydi arkadaşlar oturmakla iş bitmez, iş bir eşektir sürersen gider. * * * Sonbaharın rüzgarlı günlerinden biriydi yine. İnsanları havaya uçuracakmış gibi esiyordu mübarek. Saat altı civarlarıydı. Kayseri Sivas karayolunun beş tepeler mevkiinde ki boş bir inşaat alanında bulunan ağır yaralı bir adamı hastaneye yetiştirmeye çalışan sağlık görevlileri, yaralıyı haber veren çobanın ve çobanı sorgulayan polislerin yanından ambulansa doğru koşuyorlardı, sedyedeki ağır yaralıyı sarsmamaya özen göstererek. Diğer tarafta da bacakları koltukla direksiyon arasına sıkışmış olan sarhoşu kurtarmaya çalışanlar ''Tesadüf değildir mutlaka bir bağlantı vardır'' diye konuşuyorlardı kendi aralarında. Olayın meydana geldiği yere yakın üç köy bulunmuş ve muhtarları çağırılmıştı olay yerine. Haberi duyan üç beş meraklı da akın etmişlerdi değişiklik olsun diye. Yaralının üzerinden kimlik çıkmamıştı. Sarhoşun ise değil kimliği ehliyeti bile yoktu. İlk müdaheleleri ambulansta yapılmıştı. Sonra ise Erciyes Ünüversitesi Tıp Fakültesinde boynundan kurşunlanan yaralı ameliyattan sonra yoğun bakıma, bacakları kırılan yaralı ise ameliyattan sonra ayrı bir odaya alınmıştı. Olay yerinde teftişte bulunan güvenlik güçleri G-3 marka silah mermisi kapsülünü ve alanın yumuşak topraktan oluşan bölgesinde seyrek atılmış ayak izlerini incelemişleridi. Gece ne derecede heyecanlı olayların yaşandığı belliydi. Yaklaşık elli metre ilerde kamyonun şarampole düştüğü yerde araştırma yapan görevliler, tekerlek izlerinden aracın gittiği yönü belirlemeye çalışıyorlardı. Kayseri Büyük Şehir Terminalinde görev yapan meslektaşlarına durumu bildirip, şüpheli bir kamyon görüp görmediklerini soruyorlardı parazitli telsizle. Terminalde geceden kalan görevlileden biri, Terminal girişindeki ev eşyası yüklü kamyonu ve başı sargılı şoförü anımsadı, şoförün aceleciliği ve tedirginliği aklına gelmişti. Hatırladığı kadarını anlattı. G-3 marka silaha o yörelerde rastlamak imkansızdı. Akıllara ilk gelen Sivas topraklarında arananların olayla ilgilerinin olduğuydu ve Rovi kod adlı Yusuf Ünalan' nın gurubuydu belki de gece ordan geçenler. Kayseri emniyet müdürünün odasında pratik matematikçi polisler, yaptıkları hesaplamaları aktarıyorlardı müdürlerine: - Bir kamyon en hızlı yüz km. hızla gideblir ve saatte seksen doksan km. yol katetmiş olur. Kayseri'ye doksan hatta yüz km. uzaklıktaki bütün birimler haberdar edildi. Çok geçmeden aynı gün öğle vakti saat onbir sularında Bolu emniyetinden, Bolu Ankara karayolunun yaklaşık 210. km. sinde verilen tariflere uygun ev eşyası yüklü terkedilmiş bir kamyon buldukları haberi veriliyordu. Yollara tarama ekipleri yerleştirildi, toplu taşıma araçları ağır yük vasıtaları hatta özel araçlar bile kontrol edilecekti. Yusuf Ünalan'ın ve diğer gurup arkadaşlarının robot resimleri tüm ekiplere fakslanmıştı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yasemin İnci, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |