Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine... |
|
||||||||||
|
Tezekleri piramit gibi ören köylüler, yağmurun zarar vermemesi için, hayvan gübresi ve saman karışımını aceleyle sıva yapıyorlardı. Başka bir tarafta koyunların peşinden koşturan yaşlı kadın '' Vayh, çok şiddetli geliyo mübarek '' diyordu aceleyle çamaşırlarını toplayan kadına. yamaçlarda ki tarlalarda pancarlar hızla pürleniyordu. Erkekler aceleyle yüklüyorlardı pürlenen pancarları römorglara. Koskoca köyde tek zavallı, tek haline acınacak kimsecik vardı ki, onun diğer yarısı, onun canı ciğeri biricik bebeği, el arabasından yapmış olduğu bir bebek yatağında, tarlanın ortasında uyuyordu. Bebeğin birkaç dadika önce yüzüne konan sinekler, soğuğun etkisiyle dağılmışlardı. Bu bebeğin annesi bu zahmetlere niye katlanıyordu acep, erkeği yokmuydu ki bebeği ile tarlalarda sürünüyordu. Yer gök birbirine karışıyordu adeta. Rüzgar hızlanmış, tarla da tozu duman yaparken, tarla sahibi, genç kadına yaklaşarak, - Sen git bacım, bebek hastalanmasın. Kadın adamın yüzüne endişeyle bakarken, adam kadının endişesini dağıttı. - Korkma bacım yevmiyeni tam veririm. Kadının bu söze gözleri parladı. '' Sağol ağam sağol '' diyerek hoşnutluğunu dile getirdi. Azık çıkısını el arabasının köşesine yerleştirip bebekçiğinin yüzüne baktı, ince bir tülbent parçasıyla kapattı bebekçiğinin yüzünü. Toz toprağa batmış işçi şalvarını çıkarttı, eteğini indirdi yorgun bacaklarının üstüne. Şalvarını bir iki silkeleyerek tozdan arındırmaya çalıştı ve bebeğinin üstüne örttü, rüzgardan korumak düşüncesiyle. Onu uyandırmamak için elarabasını yavaş yavaş sürmesi gerekiyordu. Elinden geldiği kadar kumlu yerlerden giderken yine de el arabasının tekerleğine değen çakıl taşları kaya parçaları, gacır gucur sesler çıkarttırıyordu arabaya. Bebeğine beşikteymiş gibi his vermek için ara da bir el arabasını çalkalıyordu genç kadın. Birden bire uyanan bebek, biraz debelenip oynadı, gülümsedi. sonra da o güne kadar çıkarmadığı acılı bir sesle annesinin yüreğini ağzına getirdi adeta. Kadının ağzı açıkta kaldı şaşkınlıktan. Yavrusunun yüzünü açıp bakarken endişesi kat kat arttı. Bebeğinin gözlerinden akan yaşlar genç kadını telaşta bırakırken, ne yapacağını şaşırarak, çareyi yavrusunu bağrına basmakta aradı. - Garametli guzum, gulağına yel mi doldu da ağlıyon ! Yel olamazdı bu. Bebek uğunmuş, gözlerini annesinin gözlerine dikmiş yardım bekliyordu. Bebeğinin üşümemesi için şalvarına elini uzatırken ilkin donakaldı, sonra çığlık atıp feryada başladı. Bebeğinin yatağında bir akrep vardı, demek o zehirlemişti yavrucuğu. Yumruklarıyla akrebi parçalara ayırdı. Bebeğinin masum yüzüne bakarken dudaklarının morarmaya başladığını farketti. Yüreğinin ilmeklerinin sökülmekte olduğu zannetti. Tarlaya doğru yönelerek. - Mahmut ağaaa Zaten kadını seyretmekte olan Mahmut ağa da kötü şeyler olduğunu anlamış, onlara doğru koşuyor du. - Ne oldu Ceylan bacı? Kadın ümitsiz, çaresiz, düşe kalka, kucağında ki çığlıklar atan bebeği Mahmut ağaya uzatarak: Akrep soktu, diyebilmişti. Bu iki kelimeden başka kadının hiç bir sözünü anlamayan Mahmut ağa bebeği soyup kör akrepin iğne izini arıyordu, günahsız meleğin teninde. Sol kalçanın üzerinde aradığı izi buldu. Ceylan kadına dönerek, - Şu saçına bağladığın lastiği ver, acele et. Lastiği çözerken saçlarını da koparırcasına çekiyordu, beliğini çözdü ve dolaşık ipeği andıran saç tellerinin arasından lastiği kurtararak Mahmut ağaya uzattı. Ceketinin duldasında çakmak ateşiyle ucunu dezenfekte ettiği kamasıyla, soğuktan mıdır zehirlenmeden mi çenesi titreyen bebeğin sol kalçasında ki kızaran yeri kanatmakta olan Mahmut ağa, gösterdiği yeri sımsıkı bağlamasını söyledi Ceylan'a. Kızaran yerin altı üstü sıkıca bağlandıktan sonra, kanattığı yeri emmeye başladı. Yere tükürürken yağmur da inmişti yeryüzüne. Bardaktan boşalırcasına dökülen taneler bebeğini ıslatmasın diye sırtındaki yeleğini çıkarıp damlalara engel olmaya çalıştı kadın. Tarlada çalışan ameleler yanlarına toplanırken Mahmut ağa öfkeyle oğluna bağırdı. - Çabuk traktörü getir, salak salak bakma! Çocuk, tarlanın alt tarafında ki traktöre doğru koşarken, amelelerden olayı öğrenen yaşlı bir kadın, akrepin kaç yaşında olduğunu sordu. Cevap alamayınca kimsenin bu sorudan birşey anlamadığını düşünerek soruyu değiştirerek yineledi. - Akrebin arkasında kaç boğum vardı? Ceylan, akrebi gözünde canlandırarak: - Altı yedi tane vardı herhalde. - Her boğum bir yaş gösterir, yaşı guccüğdüyse birşey olmaz, yedi yaşından büyüğdüyse... Yırtılırcasına feryad eden bebeğin sesi, gökyüzünü yırtarcasına çakan şimşekler, yağmurun delercesine toprağa düşüşüyle meydana gelen sesler ve rüzgarın uğultusu Ceylanın yaralı yüreğinde kıyametler kopartıyordu. Birbirine karışan bu ses karmaşası içine bir de traktörün hırıltısı karışınca, köylü güzelinin küçücük yüreğini görünmeyen bir el avuçlayıp ezecekmiş gibi oluyordu. Tekneyi kabinden çıkarttılar, ağa direksiyona geçerken gözü yaşlarla dolu güzel de kucağında bebeğiyle traktörde yerini aldı. Diğer köylülerin şifa dualarıyla uğurlanan traktör, kasabadaki sağlık ocağına gitmek üzere çamurlu yolda etrafına sulu çamurlar sıçratarak hızla karşı tepeye doğru yol aldı. Sağlık ocağından içeri girerken kucağındaki bebek mosmor olmuştu. Öleceğini bildiği halde son ümitle muayene odasına koştu. İçerde başka bir bebeği muayene etmekte olan doktora: - Doktor bey, bebeği akrep soktu lütfen yaşatın! Ağlamaktan eriyip akacakmış gibi duran kadınla bebeği taşıyan adama baktılar. İlk müdaheleyi yapmak üzere hızla bebeği içeri götürdüler lakin geç kalınmıştı. Doktor ve hemşireler içerde bebeği yaşatmaya çalışırken Ceylan kadın bir köşeye çökmüş ağlayarak bir türkü mırıldanıyordu. Bence bu çocuk yaşamaz Seni bilmem doktor emmi İlaç yazma fayda etmez Ölecek bu doktor emmi Altından kafesi olsa Hoca üflese okusa Babası padişah olsa Ölecek bu doktor emmi Doğan ay doğan eylesin Ninni dinlesin söylesin Allahı Rahmet eylesin Bırak ölsün doktor emmi. Hemşirelerde gözlerine mani olamamışlardı, Mahmut ağa da... Yapacak birşey kalmamıştı zaten. Bebek ölmüştü. Doktor hüzünlü bir ses tonuyla: - Başın sağolsun bacım! Ceylan olduğu yere çöktü. Artık dünya yıkılsa da onun için farketmezdi. Muayene masasının üzerindeki, kirpikleri hala gözyaşlarıyla ıslı bebeğe doğru yaklaştı. Bebeğin gözyaşları kulaklarına dolmuştu. Terlemiş, saçları ıslanmıştı. Elini uzattı, bebeğinin buz gibi teni onu endişelendirdi. Tozlu şalvarını bedenine iyice doladı. '' Üşüme yavrum hasta olacaksın '' Sımsıkı sardı minik bedeni bağrına. Hayatta iki sevdiği vardı ve ikisi de onu terketmiş ondan gitmişlerdi. Doktor: - Hava kararmadan evinize dönünüz beyefendi Ceylan, kucağında ciğer paresiyle koridorlardan geçerken hayatının en büyük acılarından birini yaşıyordu. Yaşayıp atlattığı ama içinde kabuk bağlayan bütün acıları kanamaya başlamıştı. Beş yaşındayken annesini babasını ve küçük kardeşini trafik kazasında kaybetmişti. Yaşlı köy imamı ona on yıl bakmış ve sonra da köy çobanının oğluna nikahlamıştı. Evliliklerinin üçüncü ayında eşi asker olmuş, usta birliğine geçince de şansına güneydoğu düşmüş ve birgün şehit haberi gelmişti. Eşiyle resmi nikahı olmadığı için devletten yardım alamamıştı. O zamanlar bebeği onbeş günlüktü, şimdi ise koca bir yalan gibi ikisi de yoktu. Babasının mezarının ayak ucuna kazılan küçük bir çukura gömülecekti bebeği. Bunca acıyı içine sığdıramayacak doğup büyüdüğü toprakları terketmek zorunda kalacaktı Ceylan kadın. * * * Rıfkı beyin köyünde Rıfkı beyi ve Gülistan hanımı bekleyen iki kişi vardı. Biri o gün yola çıkması gereken Yusuf, diğeri koyun çobanıydı. Köyünde annesinin ziyaretinde bulunan Tenzile hanım ise '' Dönüşte seni alırız '' diyen Rıfkı beylerin geçeceği yolda bir çocuğu bekletmiş fakat kimse geçmemişti. Ertesi sabah annesinin köyünden Şarkışla'ya kalkan minibüsü de kaçırınca, kalakalmıştı. ''Madem almıycahdınız neğe güvendirdiniz'' diye kızıyordu Rıfkı beylere. Annesinin evinin önünde mahallenin dedikoducu kadınları son gelişmeleri fısıldaşıyorlardı birbirlerini dürtükleyerek. Tenzile hanımın son derece rahatsız olduğu bir ortam olmasına rağmen, can sıkıntısını gidermek için kadınlara yaklaştı. - Ne gonuşuyonuz hanımlar? - Elmalıkta bulunan sahapsız atarabasından söz ediyoh. Tenzile hanımda şimşekler çaktı, - Nasıl bir arabaymış bu, diye sorarken. - Yol yapan işçiler bulmuşlar, atlar arabaya goşuluymuş, üzerinde de kimsecikler yohmuş. - Nirde bu araba şimdi? - Muhtarın avlusunda. Tenzile hanım, muhtarın avlusunda ki atları tanıyacaktı. Kısa sürede jandarmaya haber verilecekti. Bu acı olay köyde herkesi hüzne boğacaktı. Olaydan üç gün sonra özel dalgıçlarca Rıfkı beyin şişmiş cesedi ırmağın durgun bir yerinde mileklerin içine gömülü bir şekilde bulunacaktı. Diğer iki cesedi Kızılırmak kimbilir nereye sürecekti. * * * Bağdagül cezaevini boylarken, ikiz oğulları Taşkın ve Taner'in yetiştirme yurdunda kayıtlarının yapıldığı saatlerde de, jandarma komutanlığında yiğenlerinin bakımlarını üstlenmek için yazdığı dilekçeyi jandarma erine uzatıyordu. Jandarma er dilekçeyi okuduktan sonra komutanının kapısını çalarak içeri girdi. Birkaç dakika sonra da Ali Ünalan çağırıldı. Çekingen adımlarla içeri girerken başından çıkardığı şapkasını ellerinin arasında sıkıyordu. Titreyen bir ses tonuyla komutana selam verdi. gösterilen yere oturup dinlemeye başladı. Kuracağı cümlelere uygun olması için ciddi bir tavır takınarak söze başladı: - Şimdi Ali bey, bir çocuğu yetiştirme yurduna vermeden önce zaten bir araştırma yapılır. Kimi kimsesi var mı, varsa bu çocuğa göz kulak olacak nitelikte mi, maddi imkanları hangi düzeyde, hepsinden önemlisi o aile çocuğu, çocukta o aileyi istiyor mu vs. Bu çocukların asıl analarının Bağdagül Delice olmasına rağmen, resmi kayıtlarda Çeşminaz Ünalan'ın üstüne kayıtlılar. Bu kadının da gelir getiren önemli bir mülkü yok, anasından kalma iki tarlası varmış ve yetiştirdiği mahsullerde kendine ve iki oğluna ancak yetiyormuş. Zaten kuma çocuğu diye de almazlar sanırım. Amcaları olarak sizin ve kardeşlerinizin de geçimlerini araştırdık, hatta sizi buraya çağırıp çocukları da verecektik fakat çocukların öz anaları bunu istemedi. Çocuklar şimdi oniki yaşındalar, onsekizlerine kadar Sivas yetiştirme yurdunda kalacaklar. O zamana kadar da analarının cezası bitmiş ya da af çıkmış olacaktır. Evlerinde bulunan para şimdilik devletin elinde ve belki ilerde çocuklara devredilir.O zaman geldiğinde sizin dileğiniz hala geçerli olursa ve çocuklara kalacak yer bulunamazsa size ulaşırız. Şimdilik yapacak birşey yok. - Tamam gomutan bey, Allah razı olsun. - Rica ederim Ali bey iyi günler. Komutanlık binasının merdivenlerini inerken çok üzgündü. Bahçe kapısında ki nöbetçi ere selam verip dışarı çıktı. yol boyu düşünceli yürüdü. Minibüs garajına vardığında morali daha düzelmiş bir vaziyette öğle namazını eda etmek üzere yönünü camiye çevirdi. * * * Yusuf, Rıfkı beylerin dönmemesinden şüphelenerek olayın ertesi gecesi yola çıkmıştı. Asfalt yola ulaştığında içinde müthiş bir heyecan fırtınası vardı. İlk defa yalnız mücadele verecekti, belkide... Yüzünü robot resimdeki simadan daha farklı bir hale koyduğundan içi rahattı. Sakal ve bıyıklar sinek kaydı traş edilmişti. Saçlar biçimli olarak taranmıştı ve kıyafetleri de tam bir beyefendi görüntüsüne sokmuştu onu. Saat gece yarısını geçmek üzereydi, o saatlerden sonra otostop yapmak çok güç olurdu. Yaklaşan araçların türünü karanlıkta farkedemiyordu çünkü karşıdan gelen far ışıkları gözlerine doluyor kamaştırıyordu. Son şans olarak gideceği yön olan batıya doğru, karşıdan gelen bir taşıt gördü '' Ne çıkarsa şansıma '' diyerek el kaldırdı. Taşıt bir kamyondu, hava boşaltarak yavaşladı ve söze önce şoför başladı. - Yolculuk nereye hemşerim? - Otuz kırk km. ilerde bir tesis var oraya kadar arkadaş. - Tamam, atla. Arabaya bindiğinde ilk sorunun olumlu çözümlenmesinden dolayı İstanbul'a ulaşıncaya kadar olayların ''İlk ne ise son da odur'' felsefesinde bir akış sergileyeceğine inanıyordu. Şoför: - Adım Süleyman, şehirler arası serbest nakliyeciyim. - Ben de Ahmet, kahvehane işletiyorum. Kazancınız iyi olmalı Süleyman bey? - Eh işte, namerde muhtac etmiyor ya o yetiyor. - Yükün nedir? - Az geride bıraktığımız bir köyden ev eşyası yükledim, adres Ankara galiba, Kayseri terminalinde adresi ve paranın bir kısmını alacağım. - Güzel, tanış olmalı. - Sayılır. Tesise çok az bir mesafe kalmıştı. Yusuf, arkadaşlarının orada olup olmadıklarını bilmiyordu. - Süleyman bey, ben bayağı geciktim de, arkadaşlarım beklemeyip gitmiş olabilirler. Böyle bir durum söz konusu olursa Kayseri'ye kadar beraber gelebilirim. - Başım üstüne ağam, sen git bak önce. Çantasını alarak indi, tesis alanından içeri girdi, restorandın otel kısmına bakan görevliyi arıyordu. Arkasından nazik bir ses yükseldi. - Buyrun efendim, dinleneceğiniz rahat odalarımız mevcut. - Otel sorumlusu sen misin? - Evet efendim. Yusuf rahatlamış bir vaziyette sormaya devam etti: - Uzun boylu, çok sarışın, mavi gözlü birini arıyorum. İki gün önce buraya gelmiş olması lazım, kayıtlarda ismi olmalı. - Arabasının markası neydi? Yusuf sinirlenerek: - Yav arkadaş, işlettiğiniz yer zaten ufak, hilton oteli değil ki burası, içeri girip saysam üç dört kişi zor çıkar. Hem hepsi de sarışın değildir ya, ayrıca arabası da yoktu. - Özür dilerim arkadaş, kaç gündür ki otele diğer arkadaş bakıyordu. Şimdi çağırtırım onu. Diğer yandan da kamyonun kornasına basan şoför, acele et anlamında işaretler yapıp saatini gösteriyordu. Birazdan çağırılan otel görevlisi yaklaşarak yardımcı olmak için Yusuf'un yanına sokuldu.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yasemin İnci, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |