..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Çocuk > Yasemin İnci




23 Ağustos 2007
Çapgöz  
Yasemin İnci
Bir süre sonra, karıncaların tek sıra halinde metrelerce alana yayılmış oldukları bir düğün törenine denk gelmişler. Onca karıncanın içinde bir tek kanatlı karınca varmış ve o da Çapgöz'ün dikkatsizce üzerine basması sonucu kumlara gömülüp kaybolmuş.


:BDFD:
   Uzun zaman önce, birçok ülkenin padişahlıkla, beylikle yönetildiği dönemlerde, henüz padişah tarafından göreve yeni atanmış bir genç varmış. Askerde mert ve zeki oluşundan bu görev ona verilmiş.

   Lakin bu gence göre ters olan birşey varmış. Bey olarak görev yapacağı yer ülkenin diğer ucunda ve sınıra oldukça yakın biryerdeymiş. Bu yüzden düşman saldırısına hedef olacak ilk yerlerden biride orasıymış. o zamanlarda da toprak kazanmak için ülkeler her an birbirlerine savaş açma durumundalarmış.

   Bu sebeple genç bey, birkaç ay evvel evlendiği ve o günlerde de bebek beklemekte olan eşini, bu zorlu yolculuğa çıkarmak istememiş. Beylik yapacağı bölgenin zor şartları altında doğacak bebeklerinin ezilmesini istemediğinden eşine şöyle bir teklifte bulunmuş.

   - Padişahımızın bana vediği bu kutsal görevi tek başıma sizlerden uzak tamamlamak istiyorum size zarar gelmesini istemiyorum, burada güvendesiniz, yıllarca ayrı kalmaya dayanır mısınız?

   Eşi, ülkelerinin mutluluğu için kendi mutluluğunu gözünü kırpmadan feda ederek, bu teklifi kabul etmiş.

   Bey, içi rahat şekilde yola çıkacağı gün, eşine iki tane kutu vererek şöyle demiş.

   ''Bu kutulardan birinde siyah ipekten bir bayrak var, doğacak bebeğimiz kız olursa bu bayrağı evimizin damına dik dalgalansın. eğer bebeğimiz erkek olursa, diğer kutunun içinde ki altın pazuyu sakla ve oğlumuz delikanlı olunca pazuyu ona tak ve yalnız olarak bana yolla, onu böylece tanırım ve oda cesaretini kanıtlamış olur.'' Demiş ve vedalaşarak çıkmış.

   Birkaç gün sonra hamile kadın bir erkek bebek doğurmuş. Eşinden geriye kalan en değerli varlık olan bu bebeğe gözü gibi bakmaya yemin etmiş.

   Aradan yıllar geçmiş. küçük bebek büyüyüp yakışıklı bir delikanlı olmuş. Hep babasının özlemini çekmiş.

   Birgün dedesi, delikanlı torununu yanına çağırarak, yıllardır beklediği günün geldiğini, bir bey oğlu olarak babasının yanına gitme vaktinin yaklaştığını anlatmış.

   Delikanlı oldukça heyecanlanmış. Bir an önce yola çıkmak istiyormuş. Bir süre sonra beklenen gün gelmiş.

   Annesi oğluna yol azığı hazırlamış. Atının heybesini pişirdiği çöreklerle doldurmuş.

   Dedesi de torununa önemli bir nasihatta bulunmuş. '' Bak torunum, yolda biri seninle arkadaş olmak isterse bu çöreklerden bir tane çıkarıp ona ver ve paylaştırması için bölmesini iste. Şayet böldüğü payın çoğunu kendine azını sana verirse o kişiden uzaklaş ondan insanlara hayır gelmez. Şayet sana çoğunu verir ya da yarı yarıya bölerse, sırrını asla söylemeden yol arkadaşı olabilirsin, kimseye güvenmemelisin! '' Demiş.


   Bir süre birlikte yol gitmiş ve acıkmışlar. Beyoğlu Çapgöz'e bir çörek uzatarak bölmesini istemiş. Çapgöz'de çöreği bölerek en büyük payı kendine, küçücük bir lokmayı da beyoğluna vermiş.

   Beyoğlu, '' Sen bana yaramazsın ! '' Diyerek Çapgözden uzaklaşmış. Denendiğini anlayan Çapgöz yine kılık değiştirip, kestirme yollardan geçerek beyoğlunun karşısına çıkmış.

   Beyoğlu Çapgöz'ü tanımamış. Hatta yorulmuştur diye atına bile bindirmiş. bir süre sonra yine acıkmışlar. Heybesinden bir çörek daha çıkararak Çapgöz'e uzatmış ve bölmesini istemiş. Çapgöz bu sefer temkinliymiş ve çöreğin azını kendine, çoğunu da beyoğluna vermiş. Saf beyoğlu, karşısında ki kurnazın tuzağına düşerek onu kendine yol arkadaşı yapmış.

   Bir süre sonra yollarına sis perdelerinin arasında uçsuz bucaksız çöl ve engin bir deniz çıkmış. Dedesinin çizdiği yol haritasında bu yokmuş. Az ilerde hareket eden birşey farketmişler. Beyoğlu korkarak ama merakını da yenemeyerek yaklaşmaya başlamış. Çapgöz uzaktan onu seyretmeyi seçmiş.

   Hareket eden şey kıyıya vurmuş büyük bir balıkmış. Beyoğlunun nazik elleriyle incitilmeden dalgaların arasına taşınmış usulca sulara bırakılmış. Çok geçmeden tekrar su yüzüne çıkan balık, beyoğluna fısıldamış.

   '' Ey asil insan, sırtımdan bir pul al ve birgün bana işin düşerse bu pulu denize yakın bir yerde yak dumanını tütsü yap. O vakit sana en yakın olan balık kardeşlerim hemen yardımına gelir ! '' Demiş ve pulunu verip dalgaların arasına karışıp gitmiş.

   Çapgöz uzaktan seslenmiş '' Arkada kalma '' Diye. Balığın pulunu boynundaki ipek kesenin içine saklayıp yetişmiş yol arkadaşının ardından.

   Sis bulutları perde perde inip kalkıyor bir yoğunlaşıyor bir açılıyormuş. Çok geçmeden kuru bir ağacın dalları arasında ki serçe yuvasının, büyük bir yılan tarafından sarıldığını görmüşler. Yılan, yuvada ki minik yavruları yutmak istiyormuş. Beyoğlu bir çırpıda ağaca tırmanarak yılanı ağaçtan uzaklaştırmış. Durumu çaresizce uzaktan seyreden anne serçe, gelip beyoğlunun omuzuna konarak kulağına fısıldamış.

   ''Sağolasın asil insan, bir telek tüğümü al da, sana yardımımız dokunacağı bir zaman gelirse yak ve tütsü yap bunu, yakınında ki serçeler yardımına gelirler o zaman.'' Demiş ve tüğünü avuçlarının arasına bırakmış.

   Tüğüde pulun yanına koyarak ardından yetiştiği Çapgöz pişkin pişkin çıkışmış

   - Zorda kalan onca hayvan var, hangisine yetişeceksin ki, ne farkedecek ki?

   - Yetişebildiklerim için çok şey farkedecek !

   Çok geçmeden yollarına bu seferde, tek sıra halinde ardarda dizilmiş binlerce karıncadan oluşan bir düğün konvoyu çıkmış. Onca karıncanın arasında bir tane kanatlı karınca varmış ve o da Çapgöz'ün dikkatsizce üzerine basması sonucu kumlara gömülüp kaybolmuş.

   Buna olaya da hemen müdahele eden beyoğlu, yavaş yavaş kumları karıştırıp kanatlı karıncayı bulmuş ve incitmeden, diğer karıncaların yanına koymuş.

   Kanatlı karınca da, kanatlarından birini çıkarıp beyoğluna uzatarak şöyle fısıldamış.

   İhtiyacın olursa diğerleri gibi yak ve tütsü yap, yakınında ki arkadaşlarım hemen yardımına gelirler !

   Diğerlerini nerden bildiğini anlayamamış ilkin ama, bu çöllük bölgenin olağan dışı bir yer olduğunun farkındaymış beyoğlu.

   Aradan günler geçmiş. O esrarengiz kumsallığı gerilerde bırakmışlar ve bir daha da herhangi enteresan bir olayla karşılaşmamışlar. Lakin yol boyu su ihtiyaçlarını kaynak yerlerden karşıladıkları için yanlarına aldıkları su bittiğinde yine su aramaya koyulmuşlar ve bulmuşlar da. Ama bu kez su derin bir kuyunun içindeymiş ve suyu yukarıya çıkarmaya yarayan kovanın bağlı olduğu ip kopukmuş. Bu durumda birinin suya girmesi gerekiyormuş. Çapgöz çolak kolunu ve şaşı gözünü bahane ederek bunu yapamayacağını söylemiş.

   Zorunlu olarak beyoğlu inmiş kuyuya ve kovanın ipini bağlayarak yukarı kova kova su göndermiş. At sulanmış, Çapgöz sulanmış, mataralar buz gibi soğuk suyla doldurulmuş ve beyoğlu yukarıya çıkmak için hazırlanırken bir de bakmış ki, kuyunun ağzına kocaman bir kaya yerleştiriliyor. Bunu yapan da yol arkadaşı! Panik içinde bağırmış

   - Hey, sen ne yapıyorsun ?
   - Seni oraya hapsetmeye çalışıyorum !
   - Neden ?
   - Ben, sen olmak için.
   - Lütfen çıkmama izin ver
   -Yerine geçmeme izin verirsen olur, bunu da sırf yolu bilmediğim için yaparım

   Zavallı saf delikanlı o ıssız yerlerde ölmektense Çapgöz'ün isteğine uyup kurtulmayı kabul etmiş ve
   - Tamam. Demiş
   - O zaman o süslü elbiseleri çıkarıp bana gönder ve benimkileri de sen giyin !
   - Peki

   Demek ki Çapgöz, hangi yollardan gidilmesi gerektiğini ve beybabanın nerenin beyi olduğunu bilmiyormuş.

   Beyoğlu elbiselerini çıkarırken pazusunu ve boynunda ki kesesini Çapgöz'den gizlemek için epey çaba gösteriyormuş.

   Artık süslü kıyafetlerin içinde çirkin Çapgöz ve yırtık peşmurde kıyafetlerin içinde yakışıklı beyoğlu varmış.

   Beyoğlunun bey babası da, uzaklardan eşinin yolladığı bir haberci kuş sayesinde, oğlunun yola çıktığını öğrenmiş olup minik mektubu defalarca okumuştu sevinçle.

   Beyoğlu, dedesinin tarif ettiği yollardan, dağlardan derelerden aşa aşa, babasının beyliğine doğru ilerliyormuş. Süslü kıyafetlerin içinde bey atının sırtında kibirli kibirli kurulmuş olan Çapgöz, beyoğlunun hemen ardındaymış.

   Diğer yanda bey, yıllardır özlemini çektiği oğluna karşılama töreni hazırlıkları yapmaktaymış. Haberci kuşlarla aldığı minik mektuplarda oğlunun ne kadar yakışıklı olduğunu okumaktaymış hep. Ama o sıralarda bir aksilik çıkmış ve azınlık topluluklardan biri isyan çıkarmış.

   Oğlunun yolunu beklemekte olan bey, isyanı bastırmak için birkaç günlüğüne konaktan ayrılmak zorunda kalmış. Konakta kalan emir kullarına da, yolda olan oğlunun konağa ulaşır ulaşmaz, kendisi dönünceye kadar göz kulak olmalarını emretmiş.

   Bey, konaktan ayrıldıktan bir süre sonra, avlu kapısının önünde süslü kıyafetleriyle, atının sırtında kibirli kibirli kurulmuş çirkin bir zat görünmüş. Yanında da günlerdir yaya olarak yol yürümekten ayakları şişmiş, dudakları çatlamış güzel yüzlü biri varmış.

   Konak halkı, süslü kıyafetlerin içindeki çirkin gence, bir de eski elbiselerin içindeki yakışıklı gence bakakalmışlar ve '' Atlının sırtında ki yaya olana, yaya olanın sırtında ki de atlıya yaraşır olsa gerek ama, çirkin de olsa beyoğlu, beyimizin oğlu '' Deyip davullu zurnalı coşkun bir karşılama töreni yapmışlar.

   Çapgöz, kimin bey olduğunu bilmediğinden temkinli temkinli sormuş

- Bey babamız iyidir umarım!?

   Konak halkı hemen durumu anlatmaya başlamış ve çıkan isyandan söz ederek bey'in bikaç günlüğüne konaktan ayrıldığını anlatmışlar. ''Bey babanız dönene kadar istirahat edeceğiniz oda burası'' Diyerek özenle hazırlanan odaya Çapgöz'ü, seyislerin kaldığı kulübeye de beyoğlunu yerleştirmişler.

   Bu duruma çok üzülen beyoğlu, Çapgöz'ün tehditlerine babası dönene kadar göz yummaya ve babası gelince de, altın pazısını göstererek Çapgöz'ü cezalandırmaya karar vermiş.

   Ertesi gün Çapgöz erkenden uyanmış, kendisiyle beraber gelen genci sorup onun özel seyisi olduğunu söylemiş. Uşaklarda seyis olduğunu öğrendikleri gencin, diğer seyislerin odasında uyumakta olduğunu söylemişler.

   Çapgöz yakın çevreyi gezip görmek istediğini söyleyerek, atını hazırlatmış. Konaktan biraz uzaklaştıktan sonra, uçsuz bucaksız bir deniz görmüş. Deniz ile Çapgöz'ün arasında derin ve çok geniş bir uçurum varmış.

   Uçurumun kenarına yaklaştığın da, aşağıya bakmış ve afallamış; Çünkü uçurumun içinde görkemli bir kale varmış. Kale surlarına da dikkatle bakınca, surların insan kafası iskeletinden yapıldığını görmüş ve ürpererek ''o da ne'' Demiş. Yanındaki uşak kalenin güzel bir hatuna ait olduğunu söyleyerek kalenin hikayesini anlatmaya başlamış.

   Bu kadının güzelliğine dayanamayan erkeklerin, evlilik teklifinde bulundukları, özel bir imtihana tabi tutulup başaramadıklarından da boyunlarının vurulduğunu anlatmış. ''Bu kale surları o talihsiz erkeklerin kafatasından örüldü ve sadece tamamlanması için bir kafatası eksik, o da bulununca bu güzel kadın ne yapacak kimse bilmiyor. Ya bu işlerden vaz geçecek ya da ikinci bir kalenin inşasına başlayacak.'' Diye anlatmış.

   Bunu duyan Çapgöz hain hain gülümsemiş, beyoğlunu yem olarak kullanmayı düşünmüş ve uşağa dönerek konağa dönmesini emrederek, biraz yalnız kalmak istediğini söylemiş.

   Uşak gittikten sonra yakınlarda bulunan bir çalının arkasından gizlice uçurumun içindeki kaleyi izlemeye başlamış.

   ''Millet kaleyi yükseklere yapar, bu kadın uçurumun içine inşa ettirmiş, bakalım söylendiği kadar güzelmiymiş '' Diyerek haince gülmüş.

   Bir süre sonra kale surlarının ardında güzel bir kadın belirmiş ve söylendiği gibi çok güzelmiş. Çapgöz cesaretini toplayarak uçurumdan aşağı inmiş ve güzel kadına seslenerek kale kapısının açılmasını rica etmiş. Birazdan kale görevlileri kapıyı açarak Çapgöz'ü içeri almışlar. Çapgöz, güzel kadını seyisinin çok beğendiğini ve evlenmek istediğini söylemiş.

   Kadın:

   - Seyisini gönder de tanışıp deneyelim, henüz hiçbir erkek imtihanımı geçemedi ve daha ilk imtihanımda boyunları vuruldu.

   Çapgöz, beyoğlunun kesik başını surların duvarında görür gibi olmuş ve ''Birazdan gönderirim onu'' diyerek kaleden ayrılmış ve yukarı tırmanarak atına binip konağa dönmüş. ''Bey gelmeden oğlu ölmeli'' diye düşünerek , beyoğluna seslenmiş.

   - Hey seyis çabuk yanıma gel!

   Yanına gelen beyoğluna atının terkisini tutturup dikkat çekmeden konaktan ayrılmış ve yine uçurumun kenarına gelmiş. Beyoğlunu tehdit dolu sözlerle aşağıdaki kaleye gitmeye ikna etmiş. Beyoğlu çaresizce uçurumdan aşağı inerek kale kapısını çalmış, Kale görevlileri beyoğlunu içeri almışlar. Çapgöz yukardan ''Bahsettiğim seyisim bu'' deyip geri dönmüş.

   Konağa huzurla dönen Çapgöz, uşaklara söylenmiş ''Aptal seyis kelle avcısı bir kadının avı oldu.'' Bunu duyan uşaklar çok üzülmüşler çünkü seyis olarak tanıtılan genci çok sevmişler.

   Beyoğlu, güzel kadının evlilik kurallarına itiraz ederek ''Ben sana evlenme teklifi etmedim ki'' kadın ''Seni açıkgöz, beyoğlu haber verdi ya, ben de teklifini kabul ettim bu işten asla geri dönüş olamaz'' Diyerek imtihanları uygulamaya başlamış.

   Zavallı beyoğlu bu kaleden kaçamayacağını anlayarak sınavlara katılmaktan başka seçeneği olmadığını anlamış.

Üç ayrı sınavdan geçecekmiş. İlk sınavda genç kadın, parmağındaki pırlanta yüzüğü kalenin surlarının yakınındaki denize fırlatmış ve ''Onu üç saate kadar bulamazsan boynun vurulacak'' diyerek ordan ayrılmış. Beyoğlunun bu uçsuz bucaksız derin sularda pırlanta yüzüğü bulması çok zormuş.

   Çaresizce deniz kenarında düşünürken, aklına kumlara vurup ölmek üzereyken kurtardığı balığın pulu gelmiş. Boynundaki keseyi açarak balığın pulunu çıkarıp yakmış ve biraz beklemiş. Dumanını denize doğru üflemiş. Birkaç dakika sonra bir balık gelerek
- Kutsal pulun dumanını hissettik, isteğin nedir ?
    -Denizin içindeki pırlanta yüzüğü istiyorum.
   Balık birazdan ağzında pırlanta bir yüzükle çıkmış. Beyoğlu sevinçle yüzüğü alıp teşekkür etmiş.

   Balık:
   -İyilik yaptın iyilik buldun. Diyerek dalgaların arasına karışıp gitmiş.

   Üç saat sonra beyoğlunun yanına gelen güzel kadın, pırlanta yüzüğünü görünce şaşırmış ve ''Şimdiye kadar ilk sınavımı kolay kolay geçen olmamıştı. Şimdi ikincisine hazır ol '' Demiş ve beyoğlunu beton bir odaya koyup üç torba pirinçle üç torba bulguru yere dökerek birgüzel karıştırmış.

   -Üç saate kadar bunları birbirinden ayırıp ayrı torbalara doldur, bir tane bile karışırsa boynun vurulacak. Deyip gitmiş.

   Beyoğlu ne yapacağını biliyormuş, içi rahatmış. Bu sefer de kesesini açarak kanatlı karıncanın verdiği kanadı çıkarıp yakmış ve dumanını tütütmüş. Birkaç dakika sonra bir karınca çıkagelmiş ve beyoğluna isteğini sormuş. Beyoğlu da yere dökülü pirinç ve bulgurları göstererek bunların ayırılımasını istediğini söylemiş. Karınca bir ara gözden kaybolmuş, döndüğünde de yüzlerce karınca ile beraber gelmiş. Karıncaların bir bölümü bulgurları sağa, diğer bölümü de pirinçleri sola taşımışlar, üç saat dolmadan pirinç ve bulgurlar ayrışmışlar, beyoğluna düşen görev onları torbalara doldurmak olmuş. Teşekkürlerini alan karıncalar, ''İyilik yapan iyilik bulur'' diyerek gitmişler.

    Birazdan güzel kadın gelmiş ve yine seyisin işi başardığını görmüş. ''İkinci sınavı da geçtin ama yarın ki son sınavım seni çok zorlayacak'' deyip gitmiş.

   Ertesi gün olunca da, zenci bir köleyi yanında getirerek seyise şöyle demiş. ''Şimdi burda bir ilizyon yapacağım, bu köleyi ikiye böleceğim, ilizyonumu çözersen ben de, bu kalenin karanlık odalarındaki hazinelerim de, bütün hizmetkarlarım da senin oluruz'' demiş ve sonra da beline taktığı bir kılıçla, köleyi ortadan ikiye bölmüş. ''Gün doğana kadar vaktin var'' demiş ve odadan ayrılmış.

   Beyoğlu gördüğü manzara karşısında şok olmuş. Zenciden bir damla kan bile akmıyormuş. Ama iki parça halinde ortada yatıyormuş. Bu ilizyonu çözemeyeceğini anlayan beyoğlu, son ümit olarak, kesesinin içinde kalan serçe teleğini çıkarıp yakmış ve dumanını tütsülemiş.

   Birazdan odanın baca deliğinden içeri bir serçe süzülerek girmiş. Beyoğlunun omuzuna konarak ne istediğini sormuş. O da, ortada boylu boyunca yatan ikiye bölünmüş zenciyi göstererek, ''Bu adamı güneş doğmadan birleştirmem gerek'' demiş.

   Serçe, ''Bunun için sihirli bir iksir gerekir, lakin o iksir de ancak karlı dağların zirvesindeki sönmüş yanardağların kraterleri içinde olur, çok zor iş ama umarım vaktinde yapabiliriz'' deyip aceleyle uçup gitmiş.

   Aradan saatler geçmiş, akşam yerini geceye, gece de yavaş yavaş karanlıklarını aralayarak sabaha bırakmak üzereymiş. Bir ara güzel kadın daha fazla bekleyemeyip hizmetkarlarıyla birlikte kontrol etmek için delikanlının odasına gelmiş. Herşeyi bıraktığı gibi bulunca, delikanlının bu ilizyonu bozamayacağını düşünmüş. Delikanlı kaşlarını çatarak güzel kadına çıkışmış

   - Boynumu vurdurmak için acele etme, henüz güneş doğmadı!

   Kadın ardını dönüp hizmetkarlarıyla birlikte odayı terketmiş. Tan yeri ağarmaya başlamış, şafak yerini yeni doğan güneşin kızıl ışıklarına bırakıyormuş. Beyoğlu, serçenin vaktinde gelemeyeceğini düşünerek korkmaya başlamış. Tam o sırada odanın bacasından içeriye beyoğlunun beklemekte olduğu serçe süzülmüş, ağzında da küçük bir cam şişe varmış.

   Beyoğlu heyecanla şişeyi eline alıp kapağını açmış. serçe de kesilen yerlere sürülmesi gerektiğini söylemiş vakit kaybetmeden. İksir sürüldüğünde, saatlerdir yatmakta olan zenci köle dualar okuyarak kalkıp oturmuş. Serçe de uçup giderken ''İyilik yaptın iyilik buldun'' diye fısıldamış.

   Bir süre sonra güzel kadın odaya geldiğinde, ilizyonun çözüldüğünü görmüş. Zenci ile delikanlı sohbet ediyorlarmış.

   Delikanlı, tüm sınavları başarıyla geçtin, artık bu kale ve içindeki herşey senindir.

   Diğer tarafta da beyoğlunun bey babası, çıkan isyanları bastırmış ve o sabah konağa dönmüş ve ilk olarakta oğlunun yanına çağrılmasını emretmiş. Konak hizmetlileri uyumakta olan Çapgöz'ü uyandırarak ''Bey babanız geldi beyim'' diye müjde vermişler. Çapgöz asıl beyoğlunun çoktan ölmüş olduğunu düşünerek rahat bir şekilde bey huzuruna çıkmış.

   Bey, hayalinde canlandırdığı yakışıklı delikanlı yerine çirkin bir suratla karşılaşınca, birşeylerin ters gittiğini anlamış. Çapgöz ise büyük bir yüzsüzlükle bey elini öpmek istemiş.

   Zekiliğinden ve cesaretinden dolayı bu göreve getirilmiş olan bey'i kolay kolay faka bastırmak mümkün değilmiş.

   Bey, köşesinden kalkıp çatık kaşlarla Çapgöz'e doğru yaklaşmış ve

-Annene emanet bıraktığım emaneti göster. demiş.

Çapgöz şaşkın şaşkın:

   -Ne emaneti bey babam ? Diye sormuş.

   Bey, Çapgöz'ün şaşı gözünü, çolak kolunu süzerek öfkeyle bağırmış

   -Sen benim oğlum değilsin, söyle oğlum nerde ?

   Konak hizmetlileri beylerine, Çapgöz'le birlikte gelen yakışıklıyı anlatmışlar ve belki onun bu konuda birşey bilğini söylemişler, kelleci kadının kalesinde olduğunu da anlatarak ''Öldürülmeden yetişelim'' demişler.

   Bey, uşaklarına dönerek, ''Derhal atımı hazırlayın ve ben dönene kadar bu adamı bir yere bırakmayın'' diyerek dışarı koşmuş ve hazırlanan atının sırtına atladığı gibi bir çırpıda deniz kenarında ki uçuruma gelmiş. Atını yanında gelen hizmetli askerlerine bırakarak birkaç savaşçı erle birlikte aşağı inmiş. Surları erkek kafası iskeletiyle çevrili kale kapısını çalmış. Kale görevlileri kapıyı açıp karşılarında heybetli beyi görünce şaşırmışlar. Bey sert bir dille

   - Dün buraya gelen genci istiyorum. Diye kükremiş.

   Kale görevlileri müjdeleyici bir üslupla ''İlk defa kazanan bey mi?'' demişler ve asıl beyoğlunu beyin huzuruna çağırmışlar.

   Beyoğlu, bey babasının onu görmek istediğini duyunca koşarak yanına gelmiş ve heyecanla seslenmiş

   Babacığıııımm.

   Saygıyla babasına doğru yaklaşmaktaymış. Bey şaşkın ama bir o kadar da içi yanarak gelen gence bakmış. Onda sanki kendi gençliğini görüyormuş, ona karşı bir yakınlık hissetmekteymiş, asıl oğlunun bu genç olduğunu anlayarak Çapgöz'e sorduğu soruyu O'na da sormuş.

   - Annene bıraktığım emanet nerde?

   Asil genç, yırtık gömleğini çıkararak altın pazıyı beybabasına göstermiş ve bir taraftan da başına gelenleri anlatmış. Nihayet yılların hasreti sona ermiş, baba oğul bir güzelce sımsıkı sarılmışlar. Kelleci güzele de birkaç güne kadar düğün hazırlıklarına başlayacaklarını söyleyip, kaleden ayrılmış bey konağına gelmişler.

   Çapgöz, yalancının mumu tez söner hesabı yalanının açığa çıktığını görünce korkuyla yarlara kapanıp beyden ve oğlundan af dilemeye yalvarmaya başlamış.

   Bey, kaşlarını çatarak söylenmiş

   -Topluma zararlı bu gibi hainleri affedersek daha büyük zararlara kalkışırlar, akıllanana dek zindana atın!

   Sonra da oğluna dönerek

   - Yanıma yalnız olarak gelmeni ben istemiştim, yollarda ki tehlikelere karşı temkinli olup olmadığını öğrenmek için anlaşılan senin de aklının başına gelmesi için sıkı bir eğitime tabi tutulman gerekiyor. Lakin kelleci güzelin sınavlarını bunca yıldır başarıyla ilk geçen sen olduğun için gurur duydum. Damarlarında gelecek vadeden asil kanın dolaştığını hissediyorum.

   Birkaç gün sonra düğün hazırlıkları tamamlanmış. Uzak arka diyarlarda ki dede ve anne de düğüne getirilmiş. Üç gün üç gece eğlenceler düzenlenmiş, neşe içinde düğün töreni tamamlanmış. Ama düğünden sonra beyoğlu, asla kellelerle örülü kaleye gitmemiş. Kaleyi temelinden yıktırıp oraya toplu mezarlık yaptırmış boynu vurulan delikanlılar için.

   ''Gönüllü olarak bu sınavlara kalkıştıkları için acılı ölüm sonları olmuştur'' diye de anıt yazısı yazdırılmış.

   Aradan zaman geçmiş, bey çıkan bir isyanda ağır yaralanarak emekliye ayrılmış. Yerine geçecek mert bir asker aramışlar ve onca yol katedip kelleci güzeli mağlüp eden beyoğluna bu görevi devretmişler.

   Bey, uzaklarda ki köyüne eşinin yanına dönmüş. Oğlu da babasının bey konağına yerleşmiş. Uzun uzun yıllar yaşayıp güzel güzel çocuklara kavuşmuşlar ve bu uzun yıllar da bir çok savaşa katılıp, ülkesinin topraklarına geniş bereketli araziler kazandırmış.

   Çapgöz'e de ne olmuş bilinmez. Zindandan çıktıktan sonra onu birdaha gören olmamış.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın çocuk kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kibar Kurt

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Cennet Vatanımın Mor Dağları [Şiir]
Güzel Din İslam [Şiir]
Verilen Sözler Tutulur Mu? Öldürülür Mü? [Roman]
Özgürlüğün Damlaları 6 [Roman]
Özgürlüğün Damlaları 8 [Roman]
Özgürlüğün Damlaları 4 [Roman]
Özgürlüğün Damlaları 3 [Roman]
Özgürlüğün Damlaları 7 [Roman]
Özgürlüğün Damlaları [Roman]
Özgürlüğün Damlaları 2 [Roman]


Yasemin İnci kimdir?

Yoluma devam ederken önüme çıkan her renkte kutsallığı düşünürüm. Sevginin gücüyle engellerin aşılacağına inanırım.

Etkilendiği Yazarlar:
yazılarını beğenerek okuduğum yazarlar ve insanlar


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Yasemin İnci, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.