Zamanı gelen bir düşüncenin gücüne hiçbir ordu karşı koyamaz. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Yıllar sonra şimdi seni üzmenin, eteğimdeki bütün taşları dökmenin kimseye yararı olmayacağını çok iyi biliyorum. Seni aramadığım, sormadığım o uzun aylar boyunca sende bu işte bir gariplik var demeliydin. Neden aramıyor, neden benden bu kadar uzaklaştı demen, meraklanman gerekirdi. Söylemene gerek yok. Senin buna vaktin yoktu. Etrafın insanlarla doluydu. Ortalarda görünmediğimi bile fark edemedin. Kalabalık dağılınca, ortalık tenhalaşınca benim olmadığımı mı fark ettin? Sen ne söylersen söyle, ben böyle olduğunu zaten biliyorum. -Sen beni anlamıyorsun ama önceden söz vermiştim. Bu geçen yazdan planlanmış bir şey, sadece tarihi belli değildi. Şimdi ben gelemiyorum dersem çok ayıp olur. Hem de oyunbozanlık etmiş olurum. Lütfen üzerime gelme. En nefret ettiğim şey erkeklerin bu ısrarcı tavrıdır zaten… Seninle her şey üç günlüktü. Üstelik “Her şey çok güzel, keşke sonsuza kadar hep böyle sürse...” dediğin zaman bile üç günlüktür. Bir aksilik çıkar, beklenmedik bir telefon gelir ve sen koşa koşa gidersin. Herkes, her şey benden ve paylaştıklarımızdan önemlidir. Bir keresinde gitmemen için çok ısrar ettim. Ama seni kararından döndüremedim. Bilmem kim, bilmem nerden gelmiş, siz bilmem nereye gidecekmişsiniz? Gidilecek her yer, yapılacak her şey benden daha önemliydi. Sana gitmemen için yalvardığım o gün ben çok küçücüktüm. Gözlerinde boşu boşuna kendimi aradım. Uzak, yabancı bir kasabada insan iki kişiyle kalabalıktır. Gürültüye, patırtıya ve zamanın akışına kendini kolayca bırakabilir. İki kişiyle geceyi, denizin üzerine düşen yıldızları içine çekebilir. Gidenin ardından bakakalmak ise büyük yalnızlıktır. O küçük otobüs garajında beni bir başıma bırakıp çekip gitmeni hiç unutamadım. Nereye gidiyordun ve ben seni neden durduramıyordum? Madem bu kadar önemsiz ve etkisizim yapılacak başka bir şey yoktu. Bunu değiştirecek hiçbir şey yapamıyordum. Yenildiğimi, olayların akışını değiştiremediğimi anlayıp kendime çekilmeyi seçtim. O günden sonra sana bir daha hiç yakın olmadım. Aramızda hep belli bir mesafe bırakmaya özen gösterdim. Aradan geçen bunca zamana rağmen bunu fark etmemiş olman doğrusu beni şaşırttı. - Sen beni çok geriyorsun valla. İstesem bile kalamam artık zaten. Her şeyden şüphe seziyorsun. Hayır, onunla bunun hiçbir ilgisi yok. Bunlar tamamen ayrı şeyler. Biraz daha ısrar edersen geldiğime pişman olacağım. Lütfen böyle tadında kalsın. Bırak daha fazlasını arama ve isteme. Evet, güzeldi işte, yeter… Belki başka zaman artık, fırsatımız olursa… Yeniden gideriz seninle bir yerlere. Ama şimdi tadında bırak ne olur? Aylar hatta yıllar sonra bütün yaşadıklarımızı unutup yeniden başlayabilmek çoğu zaman mümkün değildir. O yazın, güneşin, o küçük kasabanın, gülüşmelerin, şakaların ve akşamların tadı hiçbir zaman bir daha aynı olmayacaktır. Bunun adına gurur, kapris, kırgınlık falan diyebilirsin. Elbette yanılıyorsun, her şey kendi sıcağında, kendi doğallığında yaşanır. Yeniden başlamak, kurgulamak, hesaplamak o günkü heyecanı ve tılsımı ona yeniden katamayacaktır. Kişisel kibir, gurur, kırgınlık, öfke veya çaresizlik ise bunun başka bir boyutudur. Bunu anlamak için sana şu soruyu sormak istiyorum. Sen hiç kendini kasabın önünden ayakla itilip uzaklaştırılmış bir köpek yavrusu gibi hissettin mi? Umarım bunu anımsamakta zorlanıyorsundur ve hiç başına gelmemiştir. Sana arada sırada çok imrendiğimi bilmelisin. Ne güzel bir yaşamın var. Sıradan insanların dert ettiği şeylere hiç aldırmadan geçip gidebiliyorsun. Bu nedenle senden uzak durduğumun bile farkında değilsin. Derisi ince insanlar kendilerini çok iyi korumak zorundadır. Çünkü onlar kolayca yanıp, çabucak üşürler. Bunu bile bile birkaç kez sana gelmeyi aklımdan geçirdiğimi de itiraf etmeliyim. Özellikle birkaç kadehin ardından her şeye boş vermeyi başarabiliyordum. Alkol ile yalnızlık aynı gecede buluştuğunda her şeyin rengi değişebiliyordu. Ertesi gün elbette pişman oluyordum. -Küçücük bir umut ışığı aradım. Korumasın isterse, sakınmasın dert değil. Küçücük bir sahiplenme, küçücük bir neden aradım. Ağzını bile açmadı. Bana gitme kal diyemedi. Oysa kalacaktım. Küçücük bir neden olsa her şeye göğüs gerip kalacaktım. Neden beni kimse şöyle adam akıllı sevmiyor. Neden hep özveride bulunan, fedakârlık eden ben oluyorum. Ona ne çok emek vermiştim, ne çok sevmiştim oysa. Bana gitme kal, bir şeyler düşünürüz birlikte bile diyemedi. Artık gitmekten başka çarem kalmadı. Çünkü buna rağmen kalırsam ayaklarının altında paspas olurum. Onun kulu, kölesi olurum. Bunları rahat rahat söyleyebilmenin artık zamanı geldi. Bu kentin sokakları bizi artık tesadüfen bile olsa karşılaştıramayacak. Herkes yaşadıklarını çantasına doldurup uzaklara gidecek. Sana inatla ve ısrarla sürekli yinelediğim cümlelerin bazılarını yeniden tekrar edeceğim. Yazarın söylediğini hiçbir zaman unutma. “Sevdiğin kadar sevileceksin.”(**) Bütün insanlar farkında olmadan basit bir hatanın içine düşerler. Sevgi karşılıksız değildir. Bir anne bile sevgisinin yavrusundan yansıyıp gelmesini bekler. Emeğinin, özverisinin farkına varılsın ve kendisine teşekkür edilsin, güzel birkaç cümle ile dillendirsin ister. İnsanlar nede bu kadar kötü demeden önce ben ne kadar iyiyim diye kendine sor. “Ben ne kadar iyiyim ve ne kadarını hak ediyorum?” demelisin. Şimdi belki son kez birbirimize yalanlar söylemeliyiz. “Gelirsen ara, mutlaka görüşelim, seni özleyeceğim.” gibisinden sözlerle bu hikâyeyi sonlandırabiliriz. Otobüs garajlarında vedalaşmalar, tekrar tekrar sarılmalar, hareket eden arabanın arkasından el sallayarak koşturmaları hiçbir zaman sevmedim. Bu tür davranışları her zaman birini uğurlamaktan çok, duygusallığı eylemlerle abartılmış eziyetler seremonisi olarak algılamışımdır. Otobüs terminalleri ve tren istasyonlarını bu yüzden hiç sevmemişimdir. Öyle veya böyle olaya mistik olarak yaklaşırsak herkes aslında yazgısına gider. Düşlerine, rüyalarına, yaşamak istediklerine gider. Eğer geride bırakılan önemli bir şey varsa şairin dediği gibi “Her zaman gidenler suçludur.” (***) (*) Aziz Nesin (**) Yazarını anımsamıyorum. (***) yazarını anımsamıyorum. Haziran 2006 Seyfullah
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |