Hiçbir şey insan kadar yükselemez ve alçalamaz. -Hölderlin |
|
||||||||||
|
Sana verdiğim sözü tutamadım. Önceleri nasılsa unuttu diye avundum. Hatta bir ara unuttuğundan adım gibi emindim. Aylar sonra gelip tekrar anımsattığında yanıldığımı anladım. Artık kaçacak yerim kalmadı. Yalanlara sığınmaya çalışıp kaytarmaya çalışmaktansa yıllar sonra da olsa en iyisi seni yazıp kurtulmak. Tekmili otuz iki kısım birden değilsin ya sonuçta. Madem ki; adımız yazara çıktı, öykücüyüz dedik, yazayım da kurtulayım en iyisi. Seni çok iyi tanıyorum diyebilmeyi çok isterdim. Sana deli gibi âşıktım diyebilmeyi de… Ama hayır, biz hiç kadar ileri gidemedik. Azıcık da beklentilerimi kattım. Sen oldun. Açıkçası benim istediğim kadın oluverdin. Olmasına oldun ama ne kadar kadın, ne kadar dişi, ne kadar çekiciydin. Tam olarak anlayamıyordum. Daha fazlası olsaydı, örneğin çok şey paylaşsaydık, çok zaman geçirseydik seninle bu iş nereye varırdı? Bu da başka bir bilmece olarak kalacak. Yalnızlıktan geberdiğim bir zamanda gelmiştin. Ama öyle az buz değil hani, içimi acıtıyordu. Bunu kim bilmez ki? Üç aşağı beş yukarı herkes yaşamıştır. Senin bir zamanın vardı. Saatlerimi kurmasam bile çıkıp gelirdin. Sen gelmeden önce ben bir yada iki duble votka içmiş olurdum. Zaman azıcık sarhoşken olurdu. Votkaya başlamadan önce yalnızlık o kadar feci kanatmazdı içimi. İçtikçe daha beter olurdum. Bileklerim kesmeyi düşünmezdim ama odamın duvarları üstüme üstüme gelirdi. Sen minnacık bir şeydin. Küçücük çıtı pıtı… Konuşmaya başladığımızda boyundan büyük laflar kuşanmış olurdun. Ama çok sevimliydin. Bende bir civcivi okşamaya duyulan o içsel tepkiyi tetikleyen bir yanın vardı. Neden bilmiyorum ama bende sevme isteği, okşama hevesi yaratırdın. Gülüşlerinde dünyayla dalganı geçiyormuş görüntüsü veren bir rahatlık ve muziplik vardı. Dudaklarının kıvrımları, geç bunları, sen giderken, ben dönüyordum der gibiydi. Bendeki görüntülerinde hep uzak bir noktadan bakardın. Örneğin odanın en uzak köşesinden, sahildeki uzak bir banketten, odanın en uzağındaki kanepeden bana gülümserdin. Mesafeli, dikkatli, sıcak ve çelişkili olurdun. Sen mi bana gelirdin, yoksa ben mi sana giderdim, başka bir bilmeceydi. Bana kalırsa ben sana giderdim. Geceleyin Polatlı ovasından süzülüp geçen bir trene binerdim. Anızlara yıldız yağarken, pencereden gökyüzüne bakardım. Neden illa tren, neden gece vakti? İnan bilmiyorum. Belki de çocukluğumda Ankara Ekspresi ile bu ovayı geçtiğimdendir. Belki de trenler bana kavuşturmayı daha çok anlattığı için… Ama gerçek bilinçaltımın hangi sularında oynaşmaktadır. Bilmiyorum… Şimdi kısacık saçlarınla, çocuksu bakışlarınla bir resim çizsem… İşte bu küçük elli kız sensim desem. Bakışlarında biraz oynaş, gözlerinde kurnazca bir ışıltı yapsam mor ve kırmızılardan. Mavi neden bu kadar az benim resmimde diyeceksin. Ama ben hiç umudu koymadım ki senin şarkılarına. Biraz depresif, ama hüzünlü bir kızdın görürdüm genelde… Dokunsam, gözünün üstünde kaşın var desem kavgaya tutuşacak bir portre oluverir aniden… Mesafeli kalmaya çalışırdım, korkardım… Kitapları severdin, şarkılara bayılırdın genelde. Küçük dağların tepesinde, seni hep kendince otururken bulurdum. Bir akşam, dereden tepeden konuşurken üçüncü birayı içiyorum demiştin. Zırt pırt işemeye mi gidiyor acaba diye düşünmüştüm. Meyhaneden çıkıp eve giderken çişini tutamayıp yol kıyısındaki ağaç diplerinde işeyen erkekler geldi aklıma. Tanıdığım kadınlar genelde içmezdi. Sen hem şaşırtıcı, öte yandan da hemen gerçek oluverirdin. Elbette sen bilemezsin, sarhoş kadınlar genelde erkekleri korkutur. Çünkü bize ağır, adabıyla içmek erkeklere özgüdür diye öğretilmiştir. İçen kadın çirkefe, kavgaya, rezalete meyillidir gibi algılardım. Rahat tavırlarına bir yanım özenirken, öte yanım çekinirdi. Bulaşma oğlum, derdim kendime, bu kadından uzak dur… Sana kendimce bir isim koymadım. Baharla, denizle, kuşlarla buluşturdum seni, ama çiçeklerin arasına yerleştiremedim. Hep sivri, biraz dikenli bir halin vardı. Güzeldin, tatlıydın ama kaktüs meyvesi gibi çokça dikenliydin. Tadına ulaşabilmek için zorlu bir yolu geçmek gerekirdi. Kaşlarına, gözlerine, dudaklarına kötü söz söylemedim. Güzeldiler… Ve aslında tutkuyu söyleyen tılsımlar da taşıyorlardı. Elbette içimde bir yanım dokunmak, öpmek ve koklamak arzusu da duyuyordu, öte yanım yürü yoluna git diyordu. Sen benim bu halimi anlayıp çekingenliğimle dalganı geçiyordun. Tadını çıkara çıkara… Şimdi bunca zaman sonra, sen benim kötü zamanlarıma denk geldin. Yoksa gününü görürdün desem kaç para… Zayıf zamanlarıma denk geldin. Biraz yaklaşabilsen, azıcık bam telime dokunabilsen, oyuncağın olabilirdim. Sende hep çözemediğim bir bulmaca vardı. Örneğin önce sıcaktan yakınırdın. Sonra rüzgârdan, bir başka gün yağmurdan… Bir işin vardı, evin ve herkesin adından hayranlıkla söz ettiği bir kasabada yaşardın. Yerli yersiz yakınmalarını dinlerdim. Anlayamazdın. Mutlu olmak için ne isterdin? Yakınmayı, sürekli şikayet etmeyi huy edinmiş bu kız derdim. Şimdi böyleyse bunun ihtiyarlığı hiç çekilmez… Gülüp geçerdim… Şiir yazardın sen geceleri. Uzun şiirler, tınısında hüzünler, çıkmaz sokaklar ve yolunda gitmeyen kırık aşk hikâyeleri olurdu. Ben de öykülerde hep içine karanlıklar çökmüş insanları anlatırdım. Birisi çıkıp bize baksa, yazdıklarımızı okusa ikimizi de biraz sonra intihar edecek sanırdı. Senin fesleğenleri, sardunyaları ve yaşamayı ne kadar sevdiğini kırk yıl düşünse tahmin bile edemezdi. Başkası bilir miydi şiir sevdiğini, söylemiş miydin? Bilmiyorum… Liseli bir kızın uçarı halleri içinde şiirlerini bana okuturdun. Şiirden anlamazdım ama okurdum, gösterdiğin için kendimi sana yakın hissederdim. Haberin bile olmazdı ama ben gizliden gizliye sevinirdim. Bir gün öğle üzeri, asfaltların güneşten hamur gibi yumuşadığı bir saatte seni aradım. Bankalar Sokağının arkası tıka basa otobüs doluydu. Telefona hiç tanımadığım biri çıktı. Ben filancayım dedi. Özür dileyip kapatacaktım aslında. Sonra telefonun kendisinin olmadığını, mecbur kalıp baktığından söz etti. Sesinde alaycı gülüşlerden tanıdığım bir çıngırak çalıyordu. Çok geçmeden telefonu sana verdi. Konuşurken bir ara, kurduğun cümlelerin arkasında civelek bir kahkaha patlayıvermişti. Sonraki cümlelerin hepsi aniden anlamını şimşek hızıyla yitirmişti. Oysa zaten ben aramadan önce kararsızlıklar içinde dönüp durmuştum. İşte o an bütün konuşma hevesimi kaybedip aradığıma pişman oluvermiştim. Zaten hava çok sıcaktı, sıkıntımı da ekleyince su gibi ter içinde kalıvermiştim. O gün, o öğle üzeri, kaldırımın kıyısından kocaman otobüsler geçerken, senin yaşadığın o kasabaya hiç gitmemeye karar veriverdim. Kendimi kızdım, durmadan kendi yarattığı imgelere sarılan hayal gücümün bana oyun oynadığını anladım. Zihnimde canlanan kara kalem kurgular beni her gittiğim kentte acemi bir gezgin yapıveriyordu. Öğlen vakti içmek huyum değildi ama Konak’ta bir birahaneye oturdum. O gün, o öğlen, sıcağın en insafsızında bir bira içtim, bir tane daha, iki, üç, dört, beş… Salak kafam benim, aptal, beceriksiz ve işe yaramaz düşlerim. Hayır, düşündüğün gibi olmadı elbette. Oturup ağlamadım. Şükürler olsun ki sen bende ağlanamayacak kadar azdın… Sadece çok aptal olduğum için kendime kızdım. Güneş körfezin sularında kıpkırmızı ve sarhoşken, Konak’tan metroya binip Zehra’ya gittim. Onu sevmezdim ama ne önemi vardı. O beni her zaman severdi. Beni kapıda görünce çocuklar gibi sevindi. Bakkala gidip biralar aldı. Taraçadaki asmanın altına oturduk. Hiçbir şey sormadı. O çok iyi bilirdi ki, ben ona nedensiz gelmezdim. Şirinyer’de şehrin ışıkları yıldızlara karışırken içtik. Hiç konuşmadan içtik. Olur, olmaz düşlerin peşinde koşmaktansa keşke bu kızı sevebilseydim diye düşündüm. Ertesi sabah kendime geldiğimde otobüse atlayıp İzmir’i ve Zehra’yı kendi haline bırakıp kaçtım. Seyfullah 200 Aralık
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |