Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau |
|
||||||||||
|
"At hızsızlığının ölümle cezalandırıldığı kasabalarda; birbirinden nefret edenler kadar at hırsızı varken" "Motorlu kuş"u, "Ağaçkakalar"ı, "Yürek dede ile padişah"ı, "Yalnız Prensi, küçük Şehazede"yi ... okuyarak büyüyen ve "Bir şeftali-bin şeftali"yi, "Kara balığı" da okuyan yada okuyanla dost olan bizler işte birer yabani at gibi, kelaynak gibiyiz bu diyarda. Hatta izinden gitmeye çalıştıklarımızın dediği gibi; "öz yurdumuzda garibiz, öz vatanımızda parya!" Hep farklı dokuzuncu köylerden kovulan, ayrı düşünse de ayrı düşemeyen, aynı toprağın insanlarıyız. Tüm farklılıklar sayılıp dökülse de sonunda "Eftelya/biz bize benzeriz!" diyip, el ele verebilmeyiz. Yaralı insanların atlarını iğne dalalarına bağladığı bir ortamda suni renklerin üstümüze semer diye çalınıp, özümüzün kurumasına göz yummayacağız. Ama acele etmeliyiz, zira"" Kabuğumuza vurulan boya, özümüze işlemeden" bu kokuşmuş hayatın kabuğunu soymalıyız! Bir sürü kızıl derili filminden hatırlıyorum semer vurulmasına boyun eğmeyen yabani atları. Ciğerlerini yırtarcasına, çatlarcasına barışa ve kardeşliğe koşmak varken; moden yularlarla, "ruhlara giydirilen ideolojik deli gömlekleriyle" sağa veyahut sola çekilmeyi reddeden asil atlar olmalı yakınlarda. Şimdi bu yabani atlar eğitilip, tımarlanmadı diye bu zamana ayak uyduramazlar mı? Oysa ne de güzel koşuyorlar kardeşce, delice... Hem böylece onlara her gün bayram olabilir. Semersiz bir ata binmek ne kadar zor olsa da buna değebilir! Onların fıtratındaki eğitilmişlik mutlu bir hayata yeter de artar bile... Zaman denen mefhuma neden bu kadar anlam yüklenir bir türlü anlayamam. Zamanın gerisinde, berisinde, ötesinde kalmak... Mesela; merhamet her zaman merhametti... Aşk her zaman buradaydı. Güneşin üstünden doğup, batması onun rengini soldurmadı. Solan yaşayanlar ve aynalardaki sır oldu. Hırsın, kinin, örülen duvarların üzerine güneş batırmadan, doğurmadan tatlıya bağlamak yerine anlamsızca fitneleri emzirmemizden; başımıza geldi tüm bu olanlar. İhtilafların gölgelerini, nefretleri, sınırları emzirdikçe; özümüzden ödün verip, erimeye devam edeceğiz. Yazarken de böyleyim şimdi. Delice koşuyor parmaklarım. Zihnim hiçbir alt metin derdinde değilken birden sanki cümlelerin gölgeleri kendilerinden farklı bir hal alıyor. Bir dostun fısıltısı aklımı gıdıklıyor; "Sabitelerin ortadan kalktığı bir gevşemeden de, değişkenlerin ihmal edildiği bir direnmeden de; yalnızca maraz doğar!" Aslında o da başka bir dudağın yankısı olmuş, kimdir şuanda bilemiyorum. Seyyid Kutup ben size demiştim, "Metod hiç de masum degildir diye, dinlemediniz!" diyor. Fakat madem can kırıklarınız ve tökezlemeleriniz, içinizdeki ufalanmışlıklar toplanıp kum saatine doluyor; daha vakit var demektir. Bindiğiniz dalları birer birer kestiğinizden, bambu ağaçlarından ve çınarların kök gövde paralliklerinden kendinize sabır bahaneleri yontarak avunduğunuzdan saksıdaki, bahçedeki çiçekleri sulamayı neden ihmal ediyorsunuz? Sizin en büyük handikapınız; değişmeyen üzerinden değişeni tefekkür etmek duruken; değişen üzerinden değişmeyen sabitelerinizi yontmaya yentelmeniz!" diye eklediğinde dahasını dinlemeye mecal kalmıyor! Bir haberin altında haberi bastırırcasına vakarıyla duran bir kardeşimin yorumu hızla koşuyor gözlerime, beynimde, kalbimde dolaşıyor! Zonk zonk! O kadar şiddetli ki saatin tik takını bastırıyor bir an da olsa... İyi de oluyor. *** Diyor ki; "sloganlarınız ve sürülerinizle yaşayın. Hiç bir konuda empati kurmayın. Hep soyut hainler üretip onları da ben değilim ötekiler haindir deyin... Süslü kelimelerinizle kendinizi kandıranlara itaat nutukları atın... Hiç düşünmeyin dünyada neden dindersi zorunlu değil ve devlet tekelinde değil de bizde böyle diye... Her kahrolsun bir yaşasın, her yaşasın bir kahrolsun sloganı üretir siz düşünmeyin... Hatta bütünleme yapma homojenleştirme çabalarına girin, yüzlerce yıllık kardeşlerimizi pkk var diye top yekün düşman ilan edin, edin ki pkk nın ekmeğine yağ sürülsün... Sağ ve sol kavramlarını sanki ne demek olduğunu biliyor gibi savunun... Sözlük anlamını bile çoğunuz okumadı... Kendine öyle diyenlere bakıp öyle sanıyorsunuz... Hainler localar halinde ve her yere sızarak çalışır, 10 adamı akp de varsa 10 chp de, 10 mhp de orduda, bürokraside ve sermayede adamları vardır siz birbirinize küfrederek kendi yetiştirdiğiniz değerlerinize ve insanlarınıza hakaret ederek kendi varlığınızı anlatmaya çalışın... "Hiç Akletmez misiniz?" Hayır etmeyiz... Birileri bir şey anlatır kolayca gaza gelir ve uygularız.. 1870 lerde fransızlardan aldığımız tanımla milliyetçi tanımını pekiştirir aslında biz ne idik konusunu ve 1860 lardan önceki yüzlerce yılımızı bilmeyiz bile... Ey günlerdir hüzünle izlediğim yorum yazan dostlar... Aidiyetleriyle kendi kimliklerini bastıran borazanlar... Ülkücüler, liberaller, islamcılar... Kendine demokrat diğerlerine ceberrutla hepinizin gizli bir faşist tarafı var... Kolestrol gibi, lezzetli sözlerle kandırlmış tarafınız... Unutmayın kulaklarınız büyüdükçe beyniniz küçülüyor..." Bize düşmanı gösteriyorlar, saldırıyoruz, kavga bitti dağılın dediklerinde birde bakıyoruz ki kaybedenlerle aynı saftaymışız. Bırakın birbirinizle didişmeyi birlik olun ve birbirinizi anlamaya çalışın. Birlikte yaşamak zorunda olduğunuzu anlayın... Filistine bakın İsrail nasıl vuruyor? İsrail çekilince Filistinliler birbirini nasıl vuruyor? Ve dinleyin onları çünkü iki tarafta diğerini siyonist işbirlikçilikle suçluyor... Hala akletmezmisiniz? Sarılın birbirinize birlik olun. Ülkemin fay hatlarını kırıyorlar bu oyuna dur deyin! Sorun ki 6 ayda ne oldu da herşey tozduman... Sorun Barzaniyi kim konuşturuyor? Teskere ile yapılamayan neydi? İran, Pakistan ve Türkiye Ekonobank'ı kurdukları gün neden Ankara vuruldu? Dünyada uğruna onca kan dökülen 2 trilyon dolardan fazla Arap sermayesinin hiç olmazsa bir kısmı bu ülkeye girsin istenilmiyor. Amerika ve Ab karşıtları neden bu paranın İngiliz/Amerikan bankalarına akmasını istiyorlar? Hatta sorun, bir zamanlar İstanbul neden alınamamamıştı? Çanakkale destanı size neyi hatırlatıyor? İlginçtir ki Bağdat, Şam, Kudüs yani; arka kapımız şehirleri düşünce İstanbul işgal olmuştu, sorun!.. Birbirinize sarılın. İlla ki bir hain lazımsa ben seve seve olurum. Bütün öteki dediğiniz kötülükleri bana yazın. Siz birlik olun yeter ki, bir hainle kurtarabilirsek geleceği oda ben olayım razıyım. Dediğim gibi maalesef varım ve size hiç benzemiyorum! Sizleri okudukça yani kardeşlerini aşağılayanları, iyi ki varım da diyorum...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Meryem Rabia Taşbilek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |