Bir insan bir kaplanı öldürmek istediğinde buna spor diyor, kaplan onu öldürmek istediğinde buna vahşet diyor. -Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Sözünü ettiğim bu safhaları yaşadıktan sonra, kitabın ilk sayfasını aralıyorum ben de. İçindeki bölüm isimlerinin olduğu bir liste ile karşılaşıyorum ilkin. Hiçbir kitabı ilk sayfasından başlayarak sırasıyla okuma alışkanlığı olmayan ben, “çerçeve “ isminin biraz önceki sınırsızlığa davet edilmiş düşüncelerime çelişki oluşturan dokusundan mı nedir, ilk bölüme göz atıvermek isteği duyuyorum hemen. Doğrusu, ilk paragrafı okur okumaz düşündüğüm şey şu: Belli ki yazar, okuyucunun merakını kamçılayan bir yerden giriş yapmayı tercih etmiş kitabına. Aslında bu anı, merakımızı gıdıklayan girişinin dışında bir öyküye evriliyor az sonra. “Şiir aslında kimindir?” sorusunun sorulmak zorunda kalındığı bir anının paylaşımı var içinde. Tekin Gönenç’e ait bir şiirin Bodrum’daki bir kafede çerçeveye alınmış bir halde başka bir imzayla duvarda asılı olduğunu öğrenişi ile şekilleniyor anının örgüsü. Sayfaları çevirdikçe yıllar önce izlemiş olduğum Michael Radford’un Il Postino ( Postacı ) isimli filminden sahneler canlanıyor gözümde. O filmde de Şilili ünlü şair Pablo Neruda’nın İtalya’nın küçük bir kasabasına sürgüne gittiği dönemde mektuplarını getiren postacı Mario ile kurduğu mesafeli dostluk içindeki konuşmalarını anımsıyorum özellikle. Postacı Mario’nun, güzeller güzeli Beatrice’e olan aşkını ifade etmek için Neruda’nın şiirlerinden yararlanıp sonra da şöyle söyleyiverişi şaire: “Şiir, ona ihtiyacı olanındır.” O zamanlar aklımı epey kurcalayan bu tümce, şimdi de Tekin Gönenç’in anıları içinde karşıma yeniden çıkıveriyor işte. Kitapta bir sonra gelen paylaşım ise yine şiirle ilgili. Ahmet Muhip Dranas’ın ünlü Fahriye Abla’sı ile yazarın İstanbul’da bir kültür merkezinde sürpriz karşılaşmasını anlatıyor bu bölüm. Katıldığı bir söyleşi sonrasında konuk olacağını öğrendiği Fahriye Abla için biraz daha orada kalan yazar, o gün gözlemlediklerini sırasıyla paylaşmış okuyucu ile. Öğreniyoruz ki; Fahriye Abla artık doksanlarına geldiği bu günlerde şiir kahramanı bir kadın olarak insanlarla buluşturulmuş, kültür merkezi tarafından. Şiire olan vefayı göstermek, halkın şiirle yakınlaşmasını sağlamak adına etkinlikler düzenlemesi gereken kültür merkezlerimizde yaşanan bu etkinliğin ayrıntılarını okudukça içimin burulduğunu söylemeliyim. Sorulan soruların merkezi, bir türlü sıyrılan eteklerden, söylenen açık saçık şarkılardan, Fahriye ablanın çapkınlığı ve Dranas’la yakınlık derecesinin sorgulanmasının ötesine gidemiyor. Her ne kadar konunun akış şekli, beni üzse de “şiir”in bugün götürülmeye çalışıldığı yöne ayna tutması açısından yararlı bir paylaşım olmuş bu bölüm. Günümüzde kullanılabilir her olgu, magazine dönüştürülüp kitlelere sunuluyor. Görünen o ki; değil günümüzde yapılan üretimler, yıllar öncesinin güzel değerleri bile bundan payını almadan rahat bırakılmayacak. Şarkılar hatta türküler bile popüler kültürün bir parçası olma yolunda çoktan yerini aldı. “Şiirde de bu yaklaşımın etkileri başladı” denilebilir, yeni örneklerinin sunumunu düşündüğümüzde. Ancak, hiç değilse eski değerlerimizin daha fazla korunacağını ummak istiyor insan. Zaman içinde yavaş yavaş edebiyat yayın organlarından internet sitelerindeki akışa doğru kayan “şiir”in bugün içinde yaşamaya çalıştığı ortam (birkaç yüksek düzeydeki siteyi tenzih ederek söylemek gerekirse); arkadaş bulma sitelerinin şiir bahanelisi gibi işlev gören alanlar. Ve bunların bazıları, şimdilerde “ paylaştığınız şiirin öyküsünü de şiir altına ekleyin” bölümü açtı bile. Size yazımın başlangıcında söylemiştim hatırlarsınız, gizdüşümler içinde gizli düşünümler saklı diye. Bir sonraki anı, bu ülkede ağızdan kaçıveren sözcüklerin sadece günlük jargonu değil bir kitapevi sahibinin dahi kitabını sattığı yazar, dolayısıyla satışını yaptığı kitaplara dair düşüncesini de açık eden bir pencere sunabiliyor bize. Gönenç’in paylaşımı, bu yanıyla ilgimi çekiyor ancak beni asıl derinden sarsacak bir öykünün ileriki sayfalarda gizlendiğini henüz bilmiyorum. Başlangıçta da söylediğim gibi özellikle okuduğum kitap, farklı bölümler içeriyorsa onu verili sıralamaya uymayarak okumaktan kendini alamayan ben, hizaya girmiş bir okuyucu gibi paylaşım sırasını izleyerek okumuş olduğumu ancak kitap bitince fark ediyorum. Belki de beni o kırmızı bavul böyle yaptı. Yolculukların bir sıralaması olur ya, ileri giderken birdenbire dönüp bir önceki durağa geri dönmez, sıradakini atlayarak da bir sonraki durağa varamazsınız. Böyle konuşuyorum diye sanmayın ki, elime alıp tek defada okuyup bitirdim Gizdüşümler’i. Aslında istenirse o denli hızlı okumaya da uygun bir dil ve akıcılıkta kaleme alınmış kitap. Ancak ben onu gittiğim her yere yanımda götürmeden, parmaklarımla sayfaları arasında yakınlık kurmadan yol arkadaşı olarak göremem ki. Bu kitapta da öyle yaptım. Benimle birlikte deniz kenarında güneşten, hastane koridorlarında ilaç kokularından payını aldı. Hâl böyle olunca “Remzi” isimli öyküyü okumak, yollara denk geldi. Ama hesaplamamıştım, beni bu denli kavrayıp yolda izde ağlatıvereceğini bu öykünün. Neyse ki güneş gözlüklerim yetişti imdadıma. Yazarın duyarlı yüreğini en çok bu paylaşımında hissettim ben. Başka bir kanaldan işledi içime anlattıkları bu öyküde. Bir süre sonra gözlükten aldığım desteği bile boş verip bırakıverdim göz yaşlarımı. Şimdi iyi bir molayı hak etmiştim. Önce ihtilâl günlerinden anılar, sonra Remzi, dağlamıştı yüreğimi. Günler sonra yeniden elime alabildim kitabı. Derken, bir dünya turuna çıktık, biz de yazarla birlikte. Gittiği her ülkeyi bize de yaşatıyordu Tekin Gönenç sayfalarında. Kenya, Küba ve Amerika günlerinden aktardığı paylaşımlar olduğu gibi aklımda. Hatta öylesine aklımda ki, evime davet ettiğim dostlarıma onun bu anılarını satır satır anlatır buldum kendimi bir gün. Bunun üzerine dostlarım, o an az ilerdeki sehpanın üzerinde durmakta olan kitabı göstererek dediler ki; “Bu kadar çok şeyi bu ince kitaptan okumuş olamazsın” Benimse yanıtım net oldu: “Unuttuğunuz bir şey var; bu kitap bir şairin elinden çıkmadır. Ve şairler, az sözle çok şey anlatmayı iyi bilirler” Aynur Uluç Not: Yazar, daha önce yine Varlık Yayınları tarafından yayımlanmış olan “Gönlü Güvercinli Kadın” ve “Aşk Konuşur Bütün Dilleri” isimli şiir kitapları ile okuyucuyla buluşmuştu. Damar / 2006 sayı 187 2007 sayı 197
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Aynur Özbek Uluç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |