"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Gökyüzünde asılı üzüm tanesi. Bereket, sıcaklık, aydınlık ve parlaklık simgesi. Binlerce yıldır insanlık, onunla oynaşmış. Bulutların arasından gelişini Mısır’da İsis-Osiris törenleriyle kutlamış, Horus’un gözlerini görmüş onun bedeninde. Antik Yunan'da Dianisos demiş baharla birlikte gelişinin adına, Anadolu’da Hıdırellez. Onun sıcak kollarına ihtiyaç duymuş, hep yaşamak için. Ancak çok fazla gönderiverince de ışınlarını dünyaya, yağmur duasına çıkmış. Aydınlık yarınları düşleyince “ Güneşe akın var ”* diye haykırmış. Güneşe yürümüş, “Güneşin sofrasında oturmuş, dostlarıyla”.** Benim öznelime ise güneş, bilindik bir öykü ile girivermişti ilk kez. Hani, güneş ve rüzgâr hangisinin daha güçlü olduğu konusunda aralarında bahse girerler. Ve oradan geçmekte olan bir adamın paltosunu üzerinden çıkarmak konusunda hünerlerini göstermeye karar verirler. Rüzgâr tüm hızıyla estikçe adam, paltoya daha sıkı sarılır da; güneş çıkıverince ortaya, paltoyu çıkarıverir üstünden. Bu öyküyü kendisine anlattığım bir arkadaşım, “ Buldum! “ diyerek haykırırken Arşimet’inkine benzer bir ifade yerleşmişti yüzüne. -Sen, güneşsin! Can havliyle “Hayır! ” diye, bağırdım. Ben “güneş” değil, “martı”ydım çünkü. Jonathan gibi özgürlüğe tutsak bir martı. Bu uğurda içimde fırtınalar koparıyor, bir damla daha özgürlük için, değil ayağını yorganına göre uzatmak, tam tersi yorganları yakıyordum. Ancak o kararlıydı düşüncesinde. Ve bana o günden sonra hep “güneş” diyerek hitap etti. Güneş, büyüktü, önemliydi elbette. Ama bana göre 'güneş olmak', hayatta basamaktan düşmek gibi bir şeydi. Güneşe doğru uçan bir martı olabilmek ise, her zaman varılacak hedeften çok, ona giden yola sevdalanan birisi için daha yukarıdaydı. İşin ilginci; bu isimlendirmeden habersiz olan pek çok kişi daha, zaman içinde farklı nedenlere dayandırarak “güneş” demeye başladılar bana. Belki de onlar, hep atacağı adımın bir sonrasını merak eden martıdansa, sıcaklığında ısınacakları bir güneşe daha çok ihtiyaç duyuyorlardı. Oysa kanat çırpmanın parlaklığıydı, onlara güneş olarak yansıyan şey. Bir yandan gördükleri karşısında ezberleri bozulduğu için, tüm güçleriyle kanatları törpülüyor; bir yandan da “güneşsin işte “ diyorlardı. “Kabul et.” Kabul ettim, bir gün ben de... Tüm bedenim kabararak, kızararak, kendimi şiirlere vurarak, her gözeneğim tek tek “hayır” diye yutkunarak kabul ettim; ki “Martı değilim.” Geriye, tek bir seçenek kalmıştı: GÜNEŞ OLMAK Elinin ötesi Dokunmadığın gölge Koklamadığın karanlık İçinde büyümediğin çiçek Olamadığın martı Atamadığın çığlık Ucunda kaybolunmuş zaman Kuyruklu bir yalan Kendiyle ışıyan Yıldız olmak Aynur Uluç 25-05-2004 / 30-06-2006 * Güneşi içenlerin türküsü ** Güneşin sofrasında söylenen türkü (Nazım Hikmet Ran) Lara Sanat -Antalya / 2006 sayı 7
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Aynur Özbek Uluç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |