Şiir, duyguların dilidir. -W. Winter |
|
||||||||||
|
Fotoğrafın ardından sinema girmişti hayatımıza. İlk sinematograflar belgesel gibiydi. Trenin gelişi, koşan bir boğa, yemek yiyen insanlar gibi basit görüntülerin çekimiyle başlanan sinema yolculuğu bugün kendi içinde dev ve yetkin bir alana dönüştü. Bu dönüşüm, dünyanın her yerinde ve hemen her dilinde yazının da önemli ölçüde değişime uğramasında etken oldu. Bir olgu olarak yazı ile görüntü arasındaki ilişki, ilgi çekici olması yanında sorunsallığı yönüyle de bugüne dek pek çok yazar tarafından konu edildi. Yazı ve görsellik birbirine nerelerde değer, nerelerde ayrılır? Birbirini kullanır mı, yararlanır mı? Ne kadar gerek vardır birinde diğerine? Bir şeyler getirirken neleri götürür edebiyatta görsellik, görsellikte edebiyat kullanımı? Olumlu ve olumsuz etkileri nelerdir birbirlerine? John Berger'ın “Görme Biçimleri ” isimli kitabında imge üzerine yazdığı şu cümleleri anlamlı: 'Bir imge, yeniden yaratılmış ya da yeniden üretilmiş görünümdür. İmge ilk kez ortaya çıktığı yerden ve zamandan -birkaç dakika ya da birkaç yüzyıl için- kopmuş ve saklanmış bir görünüm ya da görünümler düzenidir. Her imgede bir görme biçimi yatar.' Ancak konu, edebiyat içinde görsellik kullanımı olduğunda durum biraz karışabiliyor. Bu konuda T. Ülkü Tekten’in şu sözleri karmaşıklığa ışık tutucu tarzda: “Dünyayı algılayışımız sözcüklerden önce görme yetimizle başlıyor. Bu nedenle görsel birikimimiz dilsel birikimimizden daha fazla, biz her ne kadar bunun tam olarak ayırdında değilsek de. Kullandığımız sözlü ya da yazılı dile görsel birikimimizi geçirmemek gibi bir olanağımız da yok. Çünkü özellikle bir edebi metinde dilin oluşumu görme biçimlerimiz ve yaşam yoğunluğumuzla sıkı sıkıya ilişkilidir. Ama metin üzerinde hem sözcükler hem de diyelim resim yoluyla bir bütünlük sağlamaya çalışıyorsak bu bir sorun oluşturabiliyor. Bir uyaranın, gözle algılanabilir niteliklerinin tümü, dolayısıyla, başka bir bütünün tamamlayıcısı olarak ele alınır, görsellik bir edebi metinde tamamlayıcı nitelik kazanır ve edebi metinin kendi iç dinamiğinde bize ait olan bir birikimi sadece sözcüklerle değil bir de görsel bir tamamlayıcı ile dışa vurursa bu iki alanın birbirinden götürdüğü şeyler olacaktır. Gücünü azaltacaktır her şeyden önce.” Bu sorun, tam da şiirin var oluş noktasında başlıyor çünkü. Öyküsünü yapısı gereği kendi içinde saklı tutan şiiri kendisine hazır olarak verilmiş resimlerle tamamlamaya kalkıyor okuyucu. Şiirin sözcüklerin büyüsünde bin bir yana açılabilir sihirli penceresi, artık sadece ona yardımcı pozisyondaki görüntüye kilitleniyor haliyle. Baştan yönergesi belirlenmiş ve dolayısıyla sınırlandırılmış okuyucu alabileceği tadın çok daha azına peşin peşin razı bırakılmış oluyor başka şansı kalmadan. Edebi metinde görsellik kullanımının farklı şekildeki pek çok örnekleri yanı sıra konunun son dönem yerli televizyon dizi filmlerinde dizelerin tek tek seslendirilmesi ve görüntü altlarında yazıyla geçmesi şekline dönüştüğüne de tanık oluyoruz. Buradaki kullanımda tam tersine şiir, görsele yardımcı pozisyonundadır. Bu kez de görüntüdeki belirgin ifadelerin yanında sahte bir sesle okunmuş dizeler, yalancı tanık edasında varlık gösterme durumuna indirgenirler. Görsel içinde şiir kullanımını bir kenara bırakıp, bu kez de ikisinin birbirine iç içe geçtiği noktadan düşünerek bakmak istiyorum konuya ve zamanımızdan çok öncelere uzanıyorum ilkin. “Resim, sözsüz şiirdir ve şiir, konuşan resim” demişti lirik şair Kos’lu (İstanköy) Simonides M. Ö. 6. yüzyıldaki tartışmalı cümlesinde. Bu cümleyi ilk duyduğumda çok sevmiştim. Üzerinde düşündüğümde daha da fazla sevdiğimi söyleyebilirim. İnsanı tartışmaya çağıran sivri ve tahrik edici bir cümle çünkü bu. “Hayır, durum öyle değildir” diye haykırmaya itiyor insanı. Ama hangi insanı diye düşünmeye başladığımızda geliyor çözüm. Şiirin gizemini görmüş ya da görme çabası içinde olan insanı demek daha doğru olur sanırım bu noktada. Öbür yandan, Kos’lu Simonides’in cümlesinin söyleniş tarihine bakıldığında; bu çerçeveden yapılmış tanımlar çok da doğal geliyor bana. Üzücü olan, bu tanımdan çok daha sığının bugün tanım niyetine, bu kadar insanlık birikimi üzerine yapılabiliniyor oluşudur.Toplum geneli üzerinden düşündüğümüzde, şiiri algılama noktasının vardığı haldir, üzerinde düşünülmeyi gerekli kılan. Şiirde görsellik kullanımı olgusu kadar, şiirin görsellik karşısında geride kalmış gibi görünen halidir, üzücü olan. Her geçen gün gittikçe daha fazla beyni yıkanan toplum fertlerine dayatılan popüler kültürün “ al-tüket-tükür” yaklaşımının artan varlığıdır.. Ancak konunun dar alanından uzaklaşıp, genel hatlarıyla baktığımızda göreceğimiz şey şu: Güzel olanın değerine ulaşmak zorunda insanoğlu. Ona ulaşıp, onu algılamak zorunda. Eninde sonunda insan, iç sesini dinleyip “güzel”e dönmek zorunda. İnternetin yaşamımıza yeni girdiği dönemlerde insanlar, rast gele e-postaları adres defterinde bulunan tüm isimlere gönderirlerdi. Öyle ki; değil konunun ilgisini alıcı üzerinden kurma zahmetine katlanmak, alıcıların kimler olduğuna bile dikkat edilmezdi. Zamanla tüketildi bu tavır. Bu safha aşıldı. Artık kısmen de olsa e-postalar, konu ve kişi seçilerek gönderilmeye başlandı, eskiye oranla kıyaslandığında. Sonra yavaş yavaş e-postanın başlangıç bölümüne kişiye ya da kişilere özel bir iki cümle eklenilmesine geçildi. Bu örneği konumuz içinde ayrı bir alan gibi de dursa, şu bağlantıya dayanarak verdim: Belli ki, pek çok alanda insanoğlu son damlasını çıkarana kadar kullanacak elindeki imkanlarını öncelikle. Konu özeline dönersek; şiir niyetine her türlü dışa vurumu paylaşacak bir müddet daha, sayıları gittikçe artan dergilerde ve internet ortamının kontrolsüzlüğünde. Sonra tüketecek bunu. Tekrar edebiyatta değerli olana dönmek zorunda kalacak yapısı gereği, güzel olana hasreti gereği içinde büyüyen. İşte o zaman şiirin arka planına konulan resim, doyurmayacak okuyucuyu. Fonda garip seslendirmelerle dayatılan şiir yığınağı, tat vermeyecek dinleyene. Şiirde resim yapma kolaycılığına kaçanlar doyurmayacak okuyucuyu, ne iyi ki... Güzel olan, belirecek tarih sahnesinde eninde sonunda. Bataklıkta açan nilüfer çiçeklerini koklar gibi, yıllardır özlediğimiz sevgiliyi kucaklar gibi saracağız güzel eserleri. Aynur Uluç Kül Eleştiri Dergisi / 2006 9-10. Sayı
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Aynur Özbek Uluç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |