..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bu hafifçe kenara itilecek bir roman değil. Daha büyük bir şiddetle uzağa fırlatılmalıdır. -Dorothy Parker
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > İlişkiler > seyfullah ÇALIŞKAN




25 Temmuz 2006
Geçmiş Zaman Fıstıkları  
seyfullah ÇALIŞKAN
Dedesinin neresi ulemaydı ayol bunun? Üç kadın akşama kadar yemek pişirirdi doğru ama bu değirmenin suyu nerden geliyor herkes biliyor. Adam tahsildardı. Vergi toplamaya çıktığında fakir fukaranın kapısında bağlı eşeğini, ahırdaki ineğini, sırtından ceketini bile alırdı. Yok, şöyle rüya görmüş, yok böle hayır sahibiymiş. Sen bu masalları git de başkalarına anlat.


:CJAF:

Yaz bitti. Eylül herkesi evine, okuluna ve işinin başına çağırdı. Palamut, hem balıkçı tezgâhlarının, hem de sohbetlerin vazgeçilmezi oldu. Kestane karası fırtına yapmadı ama tekneler, alamanalar dolusu balık yaptı.
Bütün anlatılanlar birbirine benziyor. “Palamut sürüsü Engin Kaptan’ın ağları yırtmış dediler. Binlerce balık birden ağlara bindirince kayığı bile alıp götürmüş. Balık bol olsa ne yazar. Para etmedikten sonra. Tanesi yetmiş beş kuruş olunca küçük kayıklar bu işten ekmez yiyemez. Gırgırlar çok balık tuttuğu için esas voliyi onlar vuruyor. Balık da tezgâhlara sudan ucuz düşüyor. Kocaman palamutlar bir buçuk liradan satılıyor, balık resmen ayağa düştü. On senedir bu kadar ucuza gitmemişti.” diyorlar.
Parklar, bahçeler iyice tenhalaştığı için akşamları iş çıkışı, eve gitmeden önce konservatuarın yanındaki bahçeye inip bir iki çay içiyorum. Yazın çok kalabalık olduğu için aşağılara, sahile pek inmiyordum. Dört akşam üst üste çay keyfimin en tatlı yerinde, yanı başımdaki diğer masaya bazen üç, bazen beş yaşlı kadın gelip oturuyor. Masalar birbirine çok yakın ve akşamüzeri etraf iyice sakinleştiği için kadınların sohbetini kelime kaçırmadan dinlemek zorunda kalıyorum. Başkalarının sohbetine istemeden dâhil olmaya, beni hiç ilgilendirmen muhabbetlerinin bitişik komşuları olmaya can atmıyorum. Aslına bakarsanız bunun tek bir çözüm yolu var. Kalkıp erkende eve gitmeliyim veya her zaman oturduğum çay bahçemi değiştirip başka bir yerde oturmalıyım. Kadınlar beklide ağır işitiyorlar. Konuştukları her şeyi birkaç masa ileriden bile rahatlıkla dinlenebilecek kadar yüksek sesle anlatıyorlar.
Sohbetlerinde istem dışı boğulmanın eziyetini bir kenara bırakacak olursak, yaşları yetmişin üzerinde görünen bu eski zaman fıstıklarını seviyorum. Evlerine kapanıp, geçmiş güzel günleri hüzünle gözden geçirmek yerine, zar zor yürüyebildikleri halde kendi akranlarından bir arkadaş grubu oluşturmuş olmalarından, güzel eylül akşamlarının çay bahçesinde tadını çıkarmayı istemelerinden ayrıca çok hoşlanıyorum. Bir şekilde hayatın içinde kalmaya, yaşama tutunabilmeye çalışmalarını takdir ediyorum.
Geçmiş zaman fıstıklarından kendimce bir yolla intikam alacağım. Mademki çay bahçelerinde kimseyi umursamadan kendilerini yaya yaya konuşuyorlar, ben de onların sohbetlerinden kulağımda kalanları yazıp, yedi cihana duyurmaz mıyım? Sanal dünyaya rezil olup günlerini görsünler, insan içine çıkacak yüzleri kalmazsın diye sinsi bir plan yaptım.
Kadınlar uzun uzun kendi akranları olan ama şu anda hayatta olmayan başka bir kadından söz ettiler. Ondan söz ederken hem dertlendiler hem de evlatların, akraba ve hısımların zor günlerde insanı nasıl yalnız bıraktığından, vefasız ve vurdumduymaz olduğudan konuştular.
İkindiden sonra bütün komşular toplanıp son görevimizi yerine getirip, alel acele fukarayı defnedip geri döndük. Kulaklarını aç ta iyi dinle… Sana ikindiden sonra gömdük diyorum. İkindiden sonra kolay kolay cenaze mi kaldırılır. Herkesin selası okunurken öğle namazını müteakip diyerek kasabaya duyuruluyor. Sadece yetimler, kimsesi olmayalar, garibanlar böyle defnedilir. Keşke biraz kalabalık olsaydık. Mevtayı az kalsın mezara indirmeye, üzerine toprak atmaya insan bulamayacaktık. Ay sizin halınız da, koltuğunuzda, perdeniz de, eviniz de yerin dibine batsın emi.
Teyzesinin kızını göndüm geçenlerde Hangisi var mı canım? Bilgi gelmiş işte, geçen akşam Zübeyde’den dönerken gördüm. Köşk’teki evin bahçesinde birkaç kişiyle oturuyorlardı. Teyzesi anca aklına gelmiş. Yanındakilere “Teyzemin evini görmek istiyorum.”demiş. Teyzesini çok özlemiş, mezarlığa da gidecekmiş. “Başında bir yasin okuyayım, mübarek ramazanda teyzemin ruhuna ferahlık verir.” diyormuş. Anlaşılan teyzesi ölünce badem gözlü olmuş. Sen kimi kandırıyorsun? Rahmetli hayatta olsa ona kapısından içeri adım bile attırmazdı. Mutlaka “Senden gelecek hayır, dua benden uzak olsun.”derdi. O kendi anasına bile bir tas su vermedi. Kadıncağızı son günlerinde bir huzurevine yatırdılar. Dört taneyi doğurup, büyüttü, okutup adam etti, elleri ekmek tutunca kadını bir başına ölüme terk ettiler. Evlat değil bunlar. Yılan, hem de engerek. Anasına evlatlık etmeyenden teyzesine ne hayır gelecek? Madem teyzeni seviyordun iki sene hastalık çekti. Bir kere gelip halini hatırını mı sordun? Ne gezer, rahmetlinin arkasından şimdi kalkmış tiyatro oynuyor.
Başka biri söze karıştı. Bilgi’nin ne kadar ikiyüzlü, yalancı ve vurdumduymaz olduğunu anlatıyordu. Anlatırken ağzını, yüzünü buruşturuyor mimikleri iğrenerek bir şeyi bakıyormuş gibi bir yüz ifadesi yansıtıyordu.
Teyzesi hasta yatağında ecelle pençeleşirken hanfendi ile kocası yeni evlerinin badanasına uygun halılara ve koltuklara bakmaya gitmişler. Bana bunu komşularından Vildan anlattı. Vay efendim fıstık yeşili ve lila renkler bu sene çok modaymış. İlla perdelerin renkleri badananın ve halının renklerinden biraz daha açık veya koyu tonlardan seçilip alınmalıymış. Sanki babasının sarayı vardı. Bu kadar sosyetik olmayı nerden öğrenmişler bilmiyorum. Sonradan görme, gâvurdan dönme diye boşuna dememişler. Adı üstünde moda işte. İki gün sonra yeniden değişecek. Özenti bunlar, görmemişin oğlu olmuş severken tutup şeyini koparmış. Elleri iki kuruş para görünce başımıza paşa torunu kesildiler.
Geçen gün bizim Gülsün’e söylemişler. Kapıların verniklenmesi, banyodaki fayans ve duşa kabinin işleri bitince, eşyalar da gelip tamamlanınca komşuları çağırıp ulu tanrım huzur içinde oturmak nasip eylesin diye mevlit okutacaklarmış. Mevlit falan bahane bunlar evi konu komşuya gösterip akılları sıra övünecekler. Yalvarsalar bile bundan sonra onların evinin kapısından içeri adım bile atmam. Ölüm döşeğindeki teyzesini yüz üstü bırakıp mal derdine düşmüş yüzsüzlerle mi komşuluk edeceğim? Daha mutfakta da çok işleri varmış. Benekli Afyon Mermeri aramak için ta Samsun’lara kadar gitmişler. Şimdi çelik dış görünümlü eşyalar çok tutuluyormuş. Ankastre ocak, fırın, bulaşık makinesi ve buzdolabı birbirine benzemeliymiş. Rahmetli anası sanki bunları isli ocak başında büyütmedi.
Benim dedemin evinde günde yirmi kere sofra kurulurmuş. Üç kadın akşama kadar kazanlarla yemek kaynatırmış. O evin kapısından aç da girsen, tokta girsen mutlaka sofraya oturturlarmış Rahmetli dedem nur içinde yatsın çok hatırlı adamdı. Onun hanesinin bereketi hiç eksilmezmiş. Ne hocasıymış bilmem ama dedeme ulema adam, çok derin adam derlerdi. Bir gece rüyasında aksakallı bir derviş görmüş. Dedem su içmeye diye bir dereye inmiş. Birden dere bataklık olup onu içine çekmeye başlamış. Bataklıkta boğulacağı sırada aksakallı bir ermiş yetişip onu kendine çeken çamurdan çekip almış. Sonra aksakallı adam dereye sopasını uzatmış. Bataklık suları nura kesilmiş, billur suların içinden balıklar sıçramaya başlamış. Rahmetli dedem gördüğü rüyayı gidip Pervane Medresesinde imamlık yapan Hacı Zekeriya Efendiye anlatmış. Hacı İmam ona “Aç görürsen doyur, çıplak görürsen giydir.”buyurmuşlar. Ondan sonra dedem kendini hayır işlerine adamış. Şimdi iki kuruşu bir arada görenin kıçı arşı alaya çıkıyor. Havasından, tafrasından yanlarına varılmıyor. Eski insanlar hem cömert hem kibirsizdi. Paralarları pullarıyla övünmez her vesile ile mallarını haramdan temizlemek için sadaka verir, hayır işlerlerlerdi. Nur içinde yatsın rahmetli dedem evliya gibi bir adamdı.
Sonra kadınların sohbeti gündelik işlere kaydı Gelinlerini çekiştirirler diye bekledim. Ama kimseyi çekiştirmediler. Kiren pekmezi, salça, turşu, erişte, tarhana muhabbetlerine geçtiler.
Pazara gidince biberlerde, salatalıklarda aklım kalıyor ama alıp turşu yapamadım. Benim turşularım olmuyor. Suyu köpükleniyor, biberlerim eriyip gidiyor. Sirke, koruk, sarımsak koydum yine olmadı. Nohut koy dediler. Denemediğim kalmadı ama bir türlü beceremedim. Şimdi hazır turşu ilaçları varmış. Bakkallardan hazır turşu suyu alıp kuruyorlarmış. Ben ilaçlara, hazır turşu sularına güvenemem. İçime sinmez. Geçen sene komşum Gürcü Ayşe’ye yaptırdım. Çok güzel oldu. Bu sene yine yaptırmaya yüzüm tutmadı. Zaten atık eskisi gibi de yiyemiyorum. Tansiyonum var benim. Doktor ekşi, tuzlu, acı yemeyeceksin dedi.
Tarhana ile erişteyle uğraşmanın devri de geçti. Sokağın yukarısındaki yufkacıya gidip ihtiyacım olduğu kadar alıp pişiriyorum. Eskiden yapıp İstanbul’a gönderirdim. Benim oğlan illa annemin tarhanası der başka bir şey demezdi. Artık onlar da istemiyor. Herifle benim yiyeceğimden ne olacak? Zaten kuş kadar iştahımız kaldı
Doktorlar ne derse desin. Kimin umurunda sanki? Onlar her şeyi çok bilir zaten. Ben her sene palamut tuzlarım. Mısır çorbasının yanına bir dilim çıkarıp yediğim zaman gözlerime can gelir. Balık bol ama daha tuzlamanın zamanı gelmedi. Denizin soğumasını beklemeli. Şimdi tuzlanan balık gevşer, süner ve güzel olmaz. Deniz soğuyunca yakalan balık diri olur. İşte o balıktan tuzlamak lazım. Şazile Hanım’ın geçen sene tuzladığı palamutlar bozulmuş. Çünkü kılçığının ortasındaki iliği çıkarmayı bilememiş, Süpürgeden bir tel koparıp, kılçığın içine gireceksin. İlik çıkmayınca balık fazla dayanmaz. Kokmaya, ağırlaşmaya başlar.
Sonra kadınlardan biri arkadaşlarıyla vedalaşıp masadan kalktı. Bastonuna yaslana çay bahçesinden uzaklaştı. Kadın daha gözden kaybolmadan eski zaman fıstıkları hemen dedikoduya başladılar.
Dedesinin neresi ulemaydı ayol bunun? Üç kadın akşama kadar yemek pişirirdi doğru ama bu değirmenin suyu nerden geliyor herkes biliyor. Adam tahsildardı. Vergi toplamaya çıktığında fakir fukaranın kapısında bağlı eşeğini, ahırdaki ineğini, sırtından ceketini bile alırdı. Yok, şöyle rüya görmüş, yok böle hayır sahibiymiş. Sen bu masalları git de başkalarına anlat. Köylerde fakir fukaranın ciğerini sök, gel kasabada birkaç baldırı çıplağı doyur hayır sahibi ol. Ağlayanın malının gülene yaradığı nerde görülmüş. Bunları tenekelerle altınları var diye anlatırlardı. Devran döndü neredeyse kuru ekmeğe muhtaç kaldılar. Alma garibanın ahını, çıkar aheste aheste.
Sonra masadaki diğer bir kadın ortaya daha çekici bir dedikodu attı.
Bizim sokakta akşam yine cümbüş vardı. Kim olacak ayol, şu bizim sarhoş, Kara İbrahim… Polis yine kapıya geldi. Her akşam kavga, her akşam polis, bıktık usandık. Gündüz bunların gıkı bile çıkmaz. Kavga akşam hergele olurlar. Kavga bir başladı mı sabahın üçüne kadar sürer. Her gece her gece canımıza tak etti. Kavga başlayınca üç tane yavrucağı da sokağa atıyorlar. Onları görünce içim sızlıyor. Alışmış sabiler, ağlamıyorlar bile. Evde dayak yemektense, sokaklarda sürtmeye çoktan razı olmuşlar. Komşular bu çocukların sadece birisi Kara İbrahim’denmiş diyorlar. Karısını satıyormuş hayvan herif. Eve başka erkek gelince o akşam hiç kavga gürültü olmuyormuş. Ama çocuklar yine sokağa salınıyormuş. Bizim sokağa dört beş ay önce taşındılar. Eski komşuları bunlardan kurtulduğu için sevinçten düğün bayram etmişler. Bir de biz bu süprüntülerden kurtulabilsek…
Eski zaman fıstıklarının en son konuştukları konu bu oldu. Sonra sanki bir daha hiç görüşmeyeceklermiş gibi abartılı bir şekilde vedalaştılar. Ağır, aksak adımlarla çay bahçesinden çıkıp evlerine dağıldılar.
Seyfullah ÇALIŞKAN
Ekim 2005



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın İlişkiler kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sonbaharı Hüznün Rekleri Boyar
Zamanım Olunca Seni Sevebilirim
Ayrılık Gecelerin Şarkısıdır
Tıriskadan Nağmeler
Bana Karpuz Kesme

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Başka Türlü Bir Şey
Canan
Aşkı Anlatmak Haksızlıktır
Zaman Sen Yalansın
Nisan"ın Şuçu
Bahar, Badem, Çocuk
Mevsim Türlüsü 2
Bir Fırtına Tuttu Bizi
Delikanlıyı Bozan Yazılar
Romantizm Delikanlıyı Bozar

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Tabanca [Öykü]
Saman Altından Aşk Yürürse [Öykü]
Rakı Şişesine Ejderha Olduk [Öykü]
Gökçeada 3 [Öykü]
Ben İşin Kitabını Yazmıştım [Öykü]
Sokarım Seni Şalvarıma Çıkarırım Tozpembe [Öykü]
Nataşa, Mavra ve Rakı [Öykü]
Öyle Pat Diye de Ölünmez ki [Öykü]
Güvercinli Yazı - 1 [Öykü]
Emekleye Emekleye Emekli [Öykü]


seyfullah ÇALIŞKAN kimdir?

Ben yazar falan değilim. Yazma eğilimli biriyim. Durumum henüz tedavi gerektirecek kadar kronik hale gelmedi. .

Etkilendiği Yazarlar:
Bilmiyorum,


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.