Bu kitap çok gerekli bir açığı dolduruyor. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
Onu günlerdir takip ediyorum: gizliden ve açıktan, yakınlardan ve uzaklardan, yükseklerden ve alçaktan, sessizce ve bazen çığlıklar atarak... Gözüm hep onun üzerinde. Benim görevim bu. Hareketli bulvarlarda, dar sokaklarda, vitrin önlerinde - çarşılarda; sokak lambalarının, rengârenk aydınlatmalı tabelaların altında... Ve işte, kimi zaman yarı çıplak bir kızın peşinde yürüyor. Zavallı bedeni çoğunlukla kurşunî zemine kamufle olmuş, bazen yalnızca bir karaltı halinde kaldırımlarda akıp gidiyor. Her şehirli insanın bir gözcü güvercini vardır. Ya da şöyle diyelim: her güvercin, bir şehirli insani ömrü boyu takip etmeye mahkûm edilmiştir. İnsanların çoğu bunun farkında bile değildir, farkında olanlar içinse iş işten geçmiştir zaten. İsyan etmeye takatimizin yetmediği bir güç tarafından üzerimize yüklenen bu görevin müsebbibinin de yine bu insanlar olduğunu düşünürüz biz güvercinler. Yine bazılarımız der ki, insanoğlunun bu sorumsuz ve özürlü türü tükenene dek bu zorunlu görev de sürüp gidecektir. Zavallı birer gözcüyüz biz, aklımızın ermediği şeylere karışamayız gerçi ama özgürlük günü yakın mıdır acaba? ----------- İşte yine ööyle yürüyor. Işıltılı vitrinlerin önünden ağır ağır geçiyor. Bir tanesinin önünde durup bakıyor şöyle bir... ve hayal kuruyor, dalıp gidiyor. Ben biliyorum ki ulaşılabilir vitrinler ulaşılamaz hayaller getiriyor. O da bilsin: konduğum saçaktan, başının üzerinden teğet geçmecesine bırakıyorum kendimi boşluğa. Kendine geliyor ve yola devam ediyor. Yine biliyor ve görüyorum ki o ulaşılamaz hayaller ulaşılamaz sevdalar, aşklar doğuruyor. İşte buna engel olamıyorum ve sadece gülüp geçebiliyorum. Çünkü bu insanlar için ulaşılabilir aşklar bile yalnızca hayallerde yaşar. Uzaklardan, kuytulardan onu gözleyip de dokunmamacasına özlemekle beslenir o hayaller. Dokunamamak: biz kuşlar için uçamamaya eşdeğer bir eziyettir bu. ----------- Aşındırdığı uzun yollar boyunca kafasında ölümsüz (!) aşkın şiirlerini yazdığına tanık oluyorum. Ve bu şiirlere yenilerini eklediğine ve bunları kendi kendine okuduğuna ve sessiz sessiz ağladığına bazen... Bazen kahvelerde ve lokantalarda ve ucuz birahanelerde buna devam ettiğine... Onun bu “aşk serüveni”nde bir pop klibindeymiş gibi geçiyor zaman: Beton bloklar, asfaltlar, kaldırımlar ve gökyüzü gibi yolda yürüyen insanlar da sadece bir dekordur burada... Beş dakikalığına; ucuz bir romantizm eşliğinde atılan ağır adımlar, sahte melankolinin çökerttiği omuzlar, ağır tempoya uygun salınan kollar... Belki gerçekten vardır tatlı bir melodisi, ama ne önemi var, beş dakika sonra herşey unutulur. Ben bu yüzden onun aşk’ına güler geçerim, zira o kesif melankoliden ertesi güne hiçbir şey kalmaz. Yarın artık başka bir gündür ve kim bilir, belki hareketli kliplerin zamanı gelmiştir. Her şehirli insanın olduğu gibi onun da pek fazla göz önünde olan hayatı, aslında o zavallı haleti ruhiyesini kamufle etme çabasından başka işe yaramıyor. Daha yalnız, daha yalnız ve daha yalnız. Onu daha fazla göz önüne çıkaran her bir adımı aslında onu daha fazla yalnızlaştırıyor. Bizler biliyoruz ki onların dünyasında bu bir kanundur. Peki’ ya gerçekten yalnız olduğu zamanlar yok mudur? Vardır ama söylenmez onlar, insanlar için ayıptır bu. Yine de ben o kuytu köşelerde şehvetini değil, çaresizliğini akıttığımı biliyorum, bu kadarını söyleyeyim. ----------- Ah, işte ölüm vakti... Şimdi de sıradan bir hayatın sıradan son buluşuna tanık oluyorum. Bu insanların herbiri için ölüm; doğum, çay içmek, öksürmek, yellenmek, vanilyalı dondurma yemek ya da süpermarketten bir paket dondurulmuş hazır pizza almak kadar olağan birşeydir. Sakil bedenlerinin yüksek biryerlerden aşağılara süzülmesi, sönmüş bir balon gibi yerde öylece kalakalmaları... hiç önemli değildir. Çünkü onlardan nasıl olsa birkaç yüz milyon tane daha vardır. Gerçeklerle birbirine karışmış hayallerle geçen bir ömür; ah, zavallılar... Belki şehirli insan sıradan bir hayatı -hiç olmazsa- muhteşem bir finalle noktalamak ister ama bu da aslında boşuna bir çabadır. Sıradan insanlar ancak sıradan bir şekilde ölürler. Ve muhteşem hayatlar her ne kadar sıradan bir ölümle de noktalansa ihtişamlarından hiçbir şey yitirmezler. İşte onlar efsanelerdir. Bu da benim tecrübemdir. Benim için bir görev daha son buldu ve yine sanki dejavu oldu. Sıradan yaşamlar benim için sıradan bir görevdir. Yalnızca bir istisna yaşadım, o çocuk benim ilk görevimdi: Arkadaşları otomatik vites Mercedes kullanma, lüks otellerin havuzlarına işeme hayalleri kurarken, o, tarihi değiştirme hayalleri kuruyordu. Ömrü vefa etmedi, o şehitti.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Alp Çetiner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |