Kötü insan korkuya itaat eder, iyi insan sevgiye. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
İşte, o artık yalnızdır ve uykunun izin verdiği ölçüde kendisine zaman ayırabilir. Bu zaman zarfında dilediği herşeyi yapabilir: Uyuklayana kadar televizyon izleyebilir, yatağına uzanıp radyoların nostalji programlarını dinleyebilir, belki bu arada bir-iki sigara içebilir; kurduğu hayâllere dün gece kaldığı yerden devam edebilir, hattâ dilerse yeni bir hayâle bile başlayabilir (dedik ya, bütün gün boyunca artık o ilk ve son kez yalnızdır ve her istediğini yapmakta serbesttir). Kurulan hayaller genelde gizli aşklar, küçük kaçamaklar - kaçıp kurtulmalar, çok para kazanmalar, zirveye oturmalar ve elâlemi çatır çatır çatlatmalar gibi büyük olasılıkla gerçekleşmeyecek şeyler üzerinedir. Ayrıca yine bu zaman zarfında günün muhasebesini yapma şansı vardır. Yarına ilişkin stratejiler geliştirilir. Evliler sevişir. Uyunur. Yastık: Islatılır (gizlice dökülen gözyaşlarıyla). Şehirli insanların birazcık olsun duygusal olanları ulaşamadıkları, kavuşamadıkları, asla başaramayacakları için işte bu nesnenin üstüne baş koyup ağlarlar ve/fakat bunu gizleme ihtiyacı duyarlar. Bu zayıflıklarını, zavallılıklarını kimsenin öğrenmesini istemezler çünkü. Yine de yastığın bir kutsiyeti yoktur, çünkü sabaha herşey unutulur. Müzik: “Yaşam” denilen filme fon oluşturur. Şehirli insanın yaşamının her yerinde her zaman bir şekilde yer alır. Müziğin türü ve niteliği hiç önemli değildir (hattâ nitelikli olmasına bile kesinlikle gerek yoktur). Gündüzleri dinlenen tempolu parçalar hızlı ve çabuk iş yapmaya, geceleri dinlenen Slov parçalar ise bir an önce uyumaya yardımcı olur. Dinlenmek, düşünmek, uyumak gibi lüzumsuzlukları en aza indirip insanın “çalışmak” denilen aslî ve kutsî görevini en iyi şekilde yerine getirmesini ve eğlenecekse de “adam gibi” eğlenmesini sağlar. Sigara: Şehirli tarafından çok kullanılıp tüketilen, ancak ne işe yaradığı pek bilinmeyen bir şeydir. Dert babasıdır, denilebilir. Canın mı sıkıldı, kederlendin mi, yak bir sigara... Fazla düşünmeye gerek yok. Sigara herşeyi çözümlüyor zaten. Yoruldun mu, yak bir sigara, dinlenirsin. Sinirlendin mi, yak bir sigara, sakinleşirsin. Neşelendin, mutlu mu oldun, yak bir sigara... (bunun amacı bulunamadı). Herneyse... Sigara içmekte bir amaç ve anlam aramaya da gerek yoktur aslında. Ve de sigaranın zararlı bir şey olduğunu söyleyenler yanılmaktadır. Sigara fabrikalarında onca vatan evladı istihdam edilmektedir, ekonomiye katkı sağlanmaktadır. Hem yetiştirilen onca tütün de ziyan mı olsundur? (Yabancı sigara içen çoğunluk için hâlâ geçerli bir mazeret aranıyor.) Tuvalet: Düşünmek için zaman ayrılabilecek ender yerlerdendir. İnsan bir yandan işini görürken diğer yandan da dilediği gibi ve özgürce düşünebilir (düşünürken sigara içenlere de rastlanmıştır). Dilerse geceden kalma hayallerine yeni bölümler ekleyebilir. Hattâ dilerse gazete-dergi bile okuyabilir. Çünkü o yalnızdır. Ve kendisine zaman ayırmak onun da hakkıdır. Televizyon: Şehirlilerin ibadet köşelerinde yer alır. Huzurunda geçirilen akşam ayinleri (20.00 - 23.00 arası) özellikle önem arzeder. Televizyon, sadık kullarını sever. Ama huzurunda çok da fazla bulunursanız sizi çarpıverir; bir anda kendinizi gözleri sağa-sola kaymış, burnunun üstünde cam nesneler (gözlük) taşımak zorunda kalan ve başı, ensesi ve vücudunun daha pekçok yeri ağrıyan acayip bir canlı olarak görebilirsiniz. İşte böyle garip bir ilahtır Televizyon. Bilgisayar: Televizyon’a şirk koşanların genç mabududur. Halk otobüsü: Halk biner. Yol uzunsa ve şayet yanınızda oturan şahsın başı omzunuza düşerse tahammül gösterin ve şükredin. Çünkü otobüste oturmayı başarmış şanslı azınlıktansınız demektir. Onca yolu parmak ucunuzda ve biryerlere tutunmaya çalışarak da geçirebilirdiniz. Aşırı sıcağa, insan vücudunun salgıladığı her çeşit kokuya ve şoför ile muavin tarafından konuşulması kuvvetle muhtemel olan yurdun çeşitli yörelerinden her türlü şive ve aksana hazırlıklı olun. Tekerleğin girip çıktığı her kasis ve çukurda zıplayınca, verdiğiniz üç kuruşu şoförün hak edip etmediğini düşünürken, ya da bilet kesen muavin çocuğun kazandığı o üç kuruşla birilerini geçindirip geçindirmediğini kestirmeye çalışırken, metronun eriştiği bölgelerde oturmadığınıza hayıflanabilirsiniz. Gençlerin kulaklarına takıp, genellikle sesini sonuna kadar açarak dinledikleri o garip aletin çıkardığı seslere kulak kabartabilir; ellerinde gazete-kitap, birşeyler okuyanların, okuduklarına göz atabilirsiniz. Ama siz siz olun, inmek için düğmeye zamanında basın. Sonra uzunca bir yol yürümek zorunda kalabilirsiniz. Halk ekmeği: Halkın yediği ekmek türüdür. Şehirliler, bu halk ekmeğiyse, kendilerinin yediği ekmeğin türünün ne olabileceğini kestirmeye çalışırlar. Dahası, bunu yiyen halksa biz neyiz, türü bir düşünce içine de girebilirler. Halk ekmeğinin cazibesine şaşakalınır. Zira bu ekmeğe sahip olabilmek için onlarca metrelik kuyruklarda, sabahın alacakaranlığından itibaren beklemek göze alınır. Aslında buna da değer doğrusu; ağırdır, içi doludur, nar gibi kızarmış üstü çıtır çıtırdır, pırıl pırıl parlar. Sıcacık bir dilim halk ekmeğinin üstüne tereyağı sürdünüz mü (ki bunlar aynı sofrada nadiren birarada bulunurlar), yağ eriyip gider, leziz bir tat bırakır damağınızda. Kolay kolay da bayatlamayan bu ekmek, her ne hikmetse, benzerlerine göre çok da ucuzdur. Hal böyleyken karda-kışta, yağmurda-çamurda, bayi önünde bıkıp usanmadan kendisini bekleyen sahibine daha fazla zorluk çıkarmaz; boğazından yavaşça geçip, onun mutlu midesine kolayca süzülüverir. Yol: Bitmez, tükenmez. Bazen bitmesin, tükenmesin istenir. Ama öte yanda işler, yaşam koşuşturmacası bekler ve bunun önünde bir engel olan yollar da erimelidir; bir an önce hedefe varılmalıdır. Çünkü yolda geçirilen zaman, yaşamın bir parçası değildir. Manav: Dünyada (şehirde, diye okuyun) yeşilin farklı varyasyonlarının görülebileceği ender yerlerdendir. “Pazar” denilen (manavın büyüğü) yerleri hayal meyal hatırlayabilir şehirli. Ama artık o kadar çok yeşili birarada görmeye gerek yoktur, süpermarket reyonları yetip artmaktadır bile. Zira Yeşil’in yenmeyen kısmının da pek bir önemi yoktur. Sardunya: Şehirlilerin favori bitkilerindendir. Yenmez. Buna rağmen, bu bitkiye şehirlilerce niçin bu kadar sempati duyulduğuna anlam vermek güçtür. Şehirli duygusalların, saksıda yaşatmaya çalıştıkları bir dal sardunyanın, otantisite duygularını depreştirdiği söylenebilir mi? Acaba köyü - kırı mı özlüyorlar? Bunun için mi sardunya ve benzerlerini bir avuç toprak içinde cam kenarlarında, balkon köşelerinde yaşatmaya çalışıyorlar? Bakmakla avunabiliyorlar mı? Ve acaba dağda-taşta, kırda-bayırda, tarlada-merada sardunya yetiştiğini mi sanıyorlar? Bunlar henüz yanıt bulamamış sorulardır. Ucunda kadife yaprakları taşıyan ince dalları, ince yapraklı çiçeğiyle nazenin bir bitkidir sardunya. Kırılmaya, ölmeye mail bir bünyesi vardır. Fazla sıcağa, fazla soğuğa gelmez; su ister. Boynu büküktür hep. Solgun renkli çiçeklerinin acınası bir güzelliği vardır. Ancak koyu renkli diri yapraklarıyla yıkılmadım, ayaktayım, der gibidir. Kısacası, tıpkı şehirli gibidir sardunya. Her haliyle sahibini yansıtır. Sessiz-sakin, kendi halindedir, ama onu sahibinden ayıran bir yönü vardır: Sardunya masumdur.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Alp Çetiner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |