Yaşamak ne güzel şey be kardeşim. -Nâzım Hikmet |
|
||||||||||
|
Şiir okumak, resimle buluşmak, ruhunuza hitap eden müzikleri dinlemek zamanla bir tutkuya döner. Günlük hayatınızdaki yaşam için gerekli ihtiyaçlarınızın arasına katılıverirler. Bir sevda olup içinize düşüverir bu tutkular. Tutkular çoğu zaman elleriniz de zor sahip olunan duygulara döner. Zorlar, yorar insanı. Onlar şaha kalktıkça siz iplerini dizginlemeye çalışırsınız. Sonra artık bu kader olur hayatınızda ve bırakıp sonunu görmek istersiniz. Şiirle dünyaya bakmak ya da resmin her fırça darbesinde ki renklerin ve fırçanın kâh çeşitli yönlere salınışı ve de vuruşları hayatınıza girdiyse ve de buluştuğunuz da size ait bir şeyler bulursanız, hayatın başka bir penceresinden bakarsınız artık hayata. Hayatın uç noktalarını yaşarsınız. Yaşadığınız bu tutkular ya hayatınıza hayat katar ya da hayatınızı götürür ellerinizden. .Zaman gelir tanımak istersiniz bu tutkuları yaşayan dehaları ya da sanatçıları. Zaman zaman hayranlık, zaman zaman derin bir ızdırapla ve de hayretle dona kalırsınız. Yaşadığı süre boyunca sekiz yüz kadar tablo ve dokuz yüz kadar desen yapan bir sanatçı düşünün. Ve yaşadığı sürede sadece biri satılır. Bu eseri 1888’de yaptığı “Kırmızı Üzüm Bağı” adlı eseridir. Ve ressam Vincent Van Gogh’dur. Sanatının ilk yıllarında yaptığı bazı eserlerini bir eskici almış çok ucuz fiyatlara satmış, satılamayan resimlerlide yakmıştır. Hayatında kardeşi Theo’nun önemli bir yeri vardır. Kardeşinin çabaları ile yaşamının son döneminde tabloları sergilenmiştir. Kardeşine yazdığı mektuplar onun hayatına ve duygularına en yakın tanıklık eden belgelerdir. Ve 37 yaşında intihar ederek hayata veda ederken üzerinde bulunan, kardeşi Theo’ya yazıdığı yarım kalmış son mektubunda “Ah eserlerim, yaşamımı onlar için tehlikeye atıyorum.”der. Bazılarına göre, Van Gogh eserlerinin değerlerinin yükselmesi ve kardeşine olan borcunu ödemek için ölümü seçmiştir. Kardeşine göre ise “O yeryüzünde bulamadığı huzura kavuşmuştur.”Ama yine kadere bakın ki,29 Temmuz 1890 Vincent ölür ve toprağa verilir. Ve kardeşi Theo da ondan sonra büyük bir üzüntü yaşayıp, sadece altı ay yaşayıp 25 Ocak 1891’de yaşama veda eder. Tabloları on ayrı ülkede deki 25 büyük müze ve sanat galerisinde bulunan ressamın tabloları öldükten sonra değer kazanmaya başlamış, Avrupa sanat tarihinin en büyük ressamlarından biri sayılmıştır. Son eseri ölümünden birkaç gün önce yaptığı “Buğday Tarlası ve Kargalar”(1890) tablosudur. Bu tablo kasvetli ve karanlık olarak kabul edilse de, fırtınalı gökyüzünde uçuşan kargaların yanında buğday tarlasının sarısının yanı sıra kırmızı ve yeşilin tonu dikkat çekicidir. Kardeşine yazdığı bir mektubunda başka bir tablosuyla ilgili şunları yazar:”Kırmızı ve yeşil aracılığla insanoğlunun aşırı tutkularını ifade etmeye çalıştım. Kan kırmızı ve kirli sarı renkler taşıyan odanın ortasına da yeşil bir bilardo masası var.” Diye anlatır. Van Gogh’un kardeşine yazdığı mektuplar 670 olduğu bilinir ve 1914’ten beri birçok kez yayınlanır. Resim sehpasının ve hatta şapkasının kenarlarına mumlar dizerek gece açık havada resim yaptığı onunla ilgili anlatılan bilgiler arasında göze çarpar. Şubat 1988’de taşındığı Arles ‘te gece manzaralarını eserlerine yansıttı. V e yine gece vakti sehpasını meydana kurup yaptığı resim için “güzel mavi, mor ve yeşil renkler dışında siyah dahil başka hiçbir renk içermeyen bir gece resmi” diye anlatır.”Gece manzaraları ve gece ortamının özelliklerini gecenin gerçek karanlığı içinde ve yerinde tuvale aktarma sorunu beni her taraftan kuşatmada” yazdığı mektuplar arasındadır..Sıkıntı verici hayaller gördüğü zamanların dışında, yaptığı resimleri yoğun duygu yoğunluğu görülür.Sarı ayçiçekleri onun en çok tanınan eserleridir.Kardeşine yazdığı mektuplarda ayçiçeklerini, kendinden bir parça olarak tanımlar.Leylak ve süsen çiçeği konulu çalışmaları, mavi ve mor renklere olan düşkünlüğünü açığa çıkarır.Japon tarzından benimsediği siyah çizgiler resimlerinde görülür. 1890 ‘da yaptığı sarı vazodaki süsen çiçekleride, bu izlerin görüldüğü güzel örneklerindendir. Van Gogh ölümünden on yıl kadar önce kesin ressam olmaya karar veriri fakat bu sürede daha önce yaşadığı hem aşkta hem din adamı olma yolundaki gayretlerinde karşılaştığı talihsizlikler hiç peşini bırakmaz. Yoğun gayretlerine karşın yapmak istediklerinde başarılı olamamak ve maddi yönden kardeşine bağımlı kalmak sinirlerini yıpratmıştır. Van Gogh 30 Mart 1853 yılında Hollanda’da bir rahibin oğlu olarak dünyaya gelir. Küçük yaşlardan itibaren farklı bir kişilik sergiliyordu. Yalnızlıktan hoşlanıyor sadece kardeşine sesini çıkarmıyordu.16 yaşında amcasının yanında bir resim galerisinde işe başladı ve resim dünyası ile tanıştı. Müzelerde ünlü eserleri saatlerce izlerdi.16 yaş ve 26 yaş arası ressamın dine karşı duyduğu ilginin artması ve din adamı olma yolunda gayretleri ile geçer. Bu arada öğretmenlik yapar anlaşamadığı için o görevden ayrılır. Üniversiteye girmek için yoğun çaba gösterir, ama olmaz. İlk aşk hüsranlığı bu dönemdedir. Din adamı olarak da istediklerine kavuşamaz, ailesi çok istemese de babasının araya girmesiyle “Serbest Vaiz” unvanıyla bir kasabaya atanır. Perişan insanların yaşadığı maden ocaklarının olduğu bölgede yaşamaya başlar.Buradaki insanların durumundan etkilenip eşyalarını dağıtıp, kendiside bir baraka da yaşamaya başlar.Aldığı az miktardaki maaşını insanlara dağıtıyor, vaktini çoğunu hastalara kutsal kitaptan bölümler okuyarak geçiriyordu.Bu arada insanların görünüşlerini karakter olarak çizmeye başlar.1879 yılında başka bir kasabaya atandı.Buradaki sağlıksız yaşamı, mektupla ailesine ailesine bildirilir.Oğlunu görmeye gelen babası, bir deri bir kemik halindeki oğlunu basit bir ot minderinin üzerinde yatar bulur.Babası gördüklerinden sonra oğlunun eve dönmesini ister.Ve böylece ressamın misyonerlik hayatı sona erer.Görev yaptığı sürede , kilisenin gönderdiği müfettiş raporunda Van Gogh’un tutumu için “mistik bir çılgınlık” olarak değerlendirir. Bu süreden sonra yavaş yavaş dinden uzaklaşır. Resim sanatına kendini vermeye başlar. Bir ressamla tanışmak için yola çıkar. Bir süre köy köy, kent kent dolaşır. Sonra yine kendini tekrar aile ocağında bulur. Kendini resme vermeye karar verir. Bu yönde umutları vardır, birkaç huzurlu aydan sonra buhranlı günler başlar. Avunmak için geldiği Etten’de(1881 Ocak) genç bir dul olan kuzenine âşık olur, evlenme teklifi geri çevrilince korkunç krizler yoklamaya başlar. Babasıyla bu konu yüzünden karşı karşıya gelirler. Aynı yılın Aralık ayında Den Haad’a giderek, bazı ressamlarla çalışmaya başlar. Fakat bundan usanır. Bir kriz sonucu dayısının atölyesindeki bütün sanat eserlerini parçalar. Bu arada yine kendini yıpratan bir maceranın içinde bulur. Bir fahişeyle yaşamaya başlar. Fahişeye ve fahişenin yeni doğan çocuğuna bakabilmek için kapı kapı dolaşarak yaptığı sulu boya resimleri satmaya çalışır. Babasının yalvarmalarına karşın oradan ayrılmaz. Ama sefalet ve manevi işkenceler onu güçsüz bırakır. Hastalanır, kardeşinin araya girmesiyle oradan ayrılır. Ve bundan sonraki iki senesini babasının rahiplik yaptığı Nuanen şehrinde geçirir. Nuenen’de atölye olarak kullandığı rahipler lojmanının çamaşırhanesin de köyden manzaralar yapıyordu ve “ahenkli” diye tanımladığı günlerin ardından yine talihsizlik yakasına yapıştı. Kendisine âşık olan komşu kızının evlenme teklifini kabul etmesine karşın kızın ailesinin izin vermemesi sonucu son aşk macerası da böylece bitti. Arkasından babasını kaybetti. Garip mizacından dolayı burada yalnız kaldı. Loş atölyesinde tek başına çalışıyor yüksek sesle nutuklar veriyordu. Bu dönemde yaptığı resimler de köy hayatından manzaralar, natürmortlardı. Sosyal bir hava olsada sert çizgiler vardı. Kasvetli kopyalar yapmıştı. Burada yaptıklarından en önemlilerinden biri Patates Yiyenlerdir. Buradan 1885 yılında birkaç resim satmak için Anvers’a gider. Burası ona biraz daha iyi gelir. Burada gezdiği antikacılarda Japon baskı resimleriyle karşılaşır. Daha sonraları sayısı dört yüze ulaşan bir kolleksiyon oluşturur, bu eserlerden... O sıralarda birçok sanatçıyı etkileyen Japon resimleri ressamı da etkiler. O Güney Fransa’yı ikinci bir Japonya olarak düşünmeye başlar. Güneye yaptığı bir yolculuk sırasında şöyle yazar:”O kış Paris’ten Arles’e giderken ne kadar heyecanlandığımı hala hatırlıyorum. Sonunda Japonya’ya mı geldik diye, nasıl da sürekli dışarı bakıp duruyordum.” Van Gogh 1886’dan 1888’e kadar, Paris’te kardeşiyle yaşadı. Burada çağdaş sanatçılarla tanışıp kendini kıyaslama fırsatı buldu. Paris’te kaldığı sürede 200’den fazla resim yapar.1886 yılında hayran olduğu Gauguin ile tanışır. Paris’te kaldığı süre boyunca tek resim satamaz. Hevesi kırılmaya başlar sık sık açık havada manzara resimleri çalışır. Kardeşinin sırtından geçinmek ağır gelir. Sonunda Arles’e taşınır. Burada geçirdiği on beş ay sanatının en önemli dönemidir. Bu şirin kasabada gece gündüz demeden çalışıyordu. Kısa zamanda duvarları pırıl pırıl resimlerle doldu. Burada renkler çok güzeldi. Tabiat renk güzelliği tuvallerine yansıyordu.”Deniz burada öylesine başka ki, yeşil mi yoksa eflatun mu insan kestiremiyor, Akdeniz’i gördükten sonra renk konusunda hasis davranılamayacağını kesin olarak anladım.”diyordu. Bütün mevsimleri yakalayarak resmini yapmaya çalışıyordu. Gündüz sıcakla mücadele ediyor, gece şapkasına dizdiği mumlarla gece manzaraları yapıyordu. 1888 Ekim’ de dostu, Gauguin ressamın yanına gelir. Birlikte çalışmaya ve aynı evi paylaşmaya başlarlar. Fakat zaman geçtikçe görüş ayrılıkları kendini göstermeye başlar. Sık sık tartışırlar. İki ay beraber çalışırlar. Gauguin arkadaşının yanından ayrılmaya karar verir. Van Gogh tartışma sonucu, usturayla arkadaşını tehdit etsede kendi kulağını keser. Kulağını bir gazete kâğıdına sarıp mahallede birisine verir. Ertesi günü yarı baygın şeklinde Gauguin arkadaşını kapıda baygın şekilde bulur. Kendine gelince piposunu içer ve hiç karşı koymadan Saint-Paul hastanesine gider. Buradaki başhekim, Van Gogh’u ilk keşfedenlerdendir, aynı zamanda ona çok acımış ve sahip çıkmıştır. Evine döndüğü zaman Kesik Kulaklı Portre’yi yapar. Bu resim için kardeşine “yaşayan bir ölüye benziyorum” diye yazar. Bundan resimlerinde boyaları daha cüretli kullanmaya başlar. Artık fırça yetmiyor, spatülle, parmakları ile yapıyor bazen boyayı beze sıkıp kullanıyordu. Çok geçmeden yine bir kriz geçirir. Komşuların isteğiyle polis gerekli işlemleri tamamlar 1889 yılında Arles civarındaki Saint-Remy akıl hastanesine götürülür. Burada çok iyi muamele görür.200’e yakın tablo ve desenler yapar, sanatının en verimli zamanları olur bu hastane. Ama geçirdiği üç büyük kriz bazen çalışma gücünü engelliyordu. Hastaneden ayrılırken, hastane başhekimi son raporunda şöyle yazmıştır. “Genelde sakin olan hasta, hastanede kaldığı zaman içinde, süreleri bir haftayla bir ay arasında değişen bir dizi ağır kriz geçirmiştir. Bu krizler sırasında büyük korkular endişeler kaplamış, boya yeme ya da yardımcı personelden çaldığı gazyağını içme yoluyla kendini zehirleme girişiminde bulunmuştur. Hasta bu krizler dışında kesinlikle sessiz ve kendisini tümüyle zehirleme girişiminde bulunmuştur Hasta bu krizler dışında kesinlikle sessiz ve kendisini tümüyle resim yapmaya vermiş bir haldedir.” Krizler sonrası kapatıldığı odasında bile resim yapmaya devam ediyordu.Ressam bu hastanede günlerini geçirirken kardeşi Teho’nun bir oğlu olur..Ve hayattayken satılan ilk ve son tablosu Kara Üzümler adlı 400 Frank’a satılır.Kardeşi durumundan endişe ettiği için yanına gelmesini ister.Van Gogh büyük şehrin gürültüsüne dayanamayarak, Paris’te çok kalmayarak Auvers köyüne gitti.Auvers Hastanesi Başhekimi onu hastaneye değil,dışarıda bir oda tutarak orada çalışmasını sağladı. Burada yaptığı çalışmalarda da helezonlar, daireler dikkat çeker. Burada yine Dr.Gachet’in ve kendi portresini yapar. Haziran ayında kardeşinin gönderdiği harçlık gelmeyince Paris’e gider. Fakat kardeşinin kapısını çalamaz. Çaresizlik içinde dolaşır. Tarlalara çıkar ve son tablosu Buğday Tarlasında Kargalar adlı son eserini yapar. Artık bu tablo onun yaşamla ölüm arasındaki çizgisidir. İki gün sonra karga vurmak bahanesiyle aynı yere gidip kendini hedef aldı. Ama kurşun hedefini bulamadı. Kanlar içinde sürünerek eve döndü.(27 Temmuz 1890.)Dostu Dr.Gachet tarafından yarası sarılır yatağına yatırılır. Kardeşine haber verilir.29 Temmuz 1890 gecesi ölür. Onun resimlerini seyrederken boğazımı bir yağlı boya kokusu yakıyor artık. Resim kitaplarında karşılaştığım, solgun bakışlarını anlayabiliyorum. “Kafesteyim, bir kafesteyim ve ihtiyacım olan tek şey yanımda aptallar! İsteyebileceğim her şeye sahibim! Ah sevgili Tanrım, özgürlük istiyorum, yani kuşlar gibi kuş olmak istiyorum.”VINCENT VAN GOGH
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Melika, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |