Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne |
|
||||||||||
|
O benim çocukluk hatıralarımın en zenginidir, diyebilirim. Hatırladığım o asık yüzüyle, bütün korkuma rağmen onun yakınında olmak ya da sevecen, takdir dolu bir söz duymak beni nasıl gururlandırırdı. Şimdi şu satırları yazarken bile kahverengi boyalı ahşap kapısını kapatırken çıkarttığı sesi duyar gibiyim. Kırmızı tuğlalı evinin duvarları sokağımızın temel direği idi sanki. Öldükten sonra hemen satıldı evi, uzun yıllar sonra gittiğimde evin de yıkılmış olduğunu gördüm. İçimde duyduğum acıyı ve duyduğum sıkıntı çok tarifsizi. Bunun büyük bir haksızlık olduğunu hissettim. Korktuğum kişilerin başında gelse de zengin kişiliğini şimdi fark ettikçe, hala ona karşı büyük bir merak duyuyorum. İlkokulu okuduğum o ilk yıllarımda mahallemizin yaşlılarındandı. Onu hep bir Pazar alışverişinin ardında mavi tonlarında ki kıyafetiyle hatırlarım sokağımızda. O zamanlara has, pazar çantası ile yaşına rağmen dimdik yürüyüşü ile tanıdığım en sağlam duruşuyla hatırlarım. Herkesin selam vermekten korktuğu kişiydi. Bense Onu unutmaktan korktum. Annemin ona verdiği vefa sözünü hep çok ciddiye aldım. Onunla birlikte çocukluğumun ilk günlerini geçirdiğim kasabanın ne kadar güzel ve özel olduğunu anlıyorum. Yaşadıkları hayata ve sahip olduklarına gösterdikleri itinayla geçip giderlerken bu dünyadan çoğu şeye hakkını vererek gitti onlar. Çocukken hışmına uğramaktan çok korktuğum halde önüne geçilemeyen o çocuk içgüdüsüyle yaptığım yaramazlıklar sonucu onun gazabına uğradığım çok olmuştu. Evi üç katlı bir evdi. Giriş katında ki mutfakla bitişik olan bir odası vardı. O zamanlar evlerde bulunan bir divanı vardı camın önünde. Onun oturduğu köşe hep aynıydı ve gece gündüz perdesi onun dışarıyı görebileceği biçimde açık dururdu. Sokaktan geçen hiç kafasını çevirip korkusundan o tarafa bakamazdı. Biz uyuduktan sonra, annemi yanına çağırırdı geç vakte kadar oturur sohbet ederlerdi. Anneme sık sık hala sorarım.”neler konuşurdunuz, neler anlatırdı” diye. Ama bilinenden çok , bilinmeyeni çok yinede. Onun perdeyi bir çatal iğnele tutturup dışarıyı görecek biçimde oturmasıyla ilgili bir hatıra anlatır annem. Zamanın da mahallemizde bulunan bir hükümet binasında bulunan bir görevli, gelip geçtikçe cama bakar. Bir iki derken bizim Beyaza Teyzenin canı sıkılır. Bir sabah görevli gene çapkınca cama bakar ve işine geçer. Biraz sonra Beyaza Teyze giyinir kuşanır. O zamanlar yanında çalışan bir ayağı aksayarak yürüyen hizmetçisini de alır ve her gün camlarına bakan kişiyi ziyarete giderler. Hükümet binasına gidince geçen şahsı çağırtır. Onları gören çapkın bey, gözlerine inanamaz hemen yanlarına gelerek onları odasına çağırır. “bir dakika “der, bizimki. “beni tanıdın mı” diye sorar. Bey, çok memnun “evet” der, gülümseyerek. “ şimdi iyi bak” der. Bir elini beline bir elini havaya kaldırır olduğu yer de dört döner. Bir taraf dan da “ bak bak” diye söylenir beye. Sonra aynı şeyi hizmetçisine yaptırır. Sonra devam eder “ baktığın o evde ben ve şu gördüğün hizmetçi oturuyor bizi iyice gördün, bir daha kafanı o cama çevirme “ der. Çekip gider, beyin halini anlatmaya gerek yok. Bir daha o sokakta görünmez. Hatırladığım kadarı ile sert olmasına rağmen yumuşak bir yüreği olduğunu da az çok sezebiliyordum. Çocukluk günlerimin hatırladığım en renkli hatıraları, seyrettiğimiz sinemalardır. Anneannemin kavurduğu kabak çekirdeklerini düğümlediği poşetle getirip tane tane verdiği, açılıp kapanan sinema sandalyelerindeki keyfimiz ne güzeldi. Sinema artistlerinin gazetelerden kesilip defterlere yapıştırılıp, şiirler yazıldığı zamanlardı. Ablam defterini görebilmek için neler yapardım. Oda sürekli beni yanından kovardı. O yokken gizli gizli o defterleri karıştırırdım. “ Bazı şeyleri anlatırken sanki masal gibi geliyor. Masal tadında yaşadığımız özel duygular dünyaya bakış açımızı değiştirip farklı tatlar keşfetmemizi sağlıyor.” Yeni gelen filmleri afişlerinden ziyade, elinde huni şeklindeki bir megafonla sokak sokak gezerek anons yapan birisi vardı. Bazı filmlere birkaç gün önceden bilet alırdık. Orhan Gence- bay’ın “bir teselli ver” filmini hiç unutamam. Annem paramızın olmadığını ve asla götüremeyeceğini söyledi. Ablamla boynumuz bükük otururken kapı çaldı ve Beyaza Teyzemiz sinemaya götüreceğini söyledi. Tabii sevincimiz büyük ama, sinemada yer olmadığı da söyleniyor. Lakin kimin haddine bizim teyzeye, hayır diyebilmek. Beni birisinin yanına sıkıştırdılar. Annemle ablama da yer bulundu. Beyaza Teyze’ye de fazladan bir sandalye verildi. Yazlık sinemadayız, karşılıklı iki sıra halindeki sandalyelerin ortasına oturdu. Sinema hiç bıkmadan seyrettiğimiz biri fakir, biri zengin iki gencin aşk hikâyesi. Filmin sonuna doğru zengin kız fakir genci terk ediyor. Bu arada bizimki zaten çoktan sigarasını yakmış, eşarbı çıkarıp omzuna atmış. Ve bildiği bütün küfürleri gönderiyor. Ama kimsenin umurunda değil herkes filme dalmış gitmiş, benden başka kıpırdayan olmadığı için aynı zamanda korkudan gözüm hep onda. Herkes için özel bir filmdi. Hatta bizimki hıncını alamadı çıkardığı gibi fırlattı ayakkabısını. Filim bittikten sonra, toparlanıp aynı ciddiyetle çıktı sinemadan. “Siz uzaksanız olsanız bile sizinle yaşanan ve içimizde yeşeren bütün duygular hala bizde” Mahallemiz kadınları, akşam olunca bir evin merdivenlerine oturur koyu sohbetlere dalarlardı. Beyaza Teyze her zaman onlara katılmazdı. Çok nadir katıldığı zamanların birinde benim yaptığım bir gürültüye çok kızmış hatta hızını alamamış bulduğu uzun bir sopayla peşime düşmüştü. Hemen köşeye ulaşıp kahvelerin olduğu caddeye çıktım. Köşeye kadar gelebildi alabildiğince bağırıyordu. Arkadan herkes kahkahayı patlattı. Çünkü onun üzerinde o zamanın çiçekli gecelik kumaşlarından bir gecelik vardı. Sokak lambaları o kadar kuvvetli olmadığı için hafif ışıkta o kıyafetiyle oturabiliyordu. Ama bana kızınca kendini attı orta yere. Saklandığım yerden biraz sonra korkuyla mahalleye döndüm. Önce köşeye saklanıp ortalığı şöyle göz attım. Bizimki beni koşturduğu, uzun sopayla yolun ortasına dikilmiş beni bekliyor, bir taraftan da benim gelinin boyu bu kadar var mı diye ortalığa soruyordu. Köşe başında biraz durduktan sonra beni çağırdı. Artık o gece bir daha yerimden kıpırdayamadım. Onu hemen karşısın da Medine ablamız vardı. Onun ev işlerini yapardı. O yaşıyor. Medine abla onun işlerini yapardı. Onun bir de oğlu vardı. Medine ablayı eşi terk etmiş başka birisiyle evlenmişti. Babası ara sıra oğlunu görmeye gelirdi. O eşini sevmekten vazgeçmemişti. Onu oturduğu mahalleye gider, özellikle akşamları onun evini seyrederdi. Oğlu büyüdü. Onu bir oda içinde büyüttü. Zeki bir çocuktu. Büyün yokluğa rağmen biraz da babasının yardımıyla okudu ve öğretmen oldu. Yine öğretmen bir kız la evlendi. Anneannemden duyduğum kadarı ile onun da bir oğlu olmuş. Şimdi de gelin onu eve istemiyormuş. O kendi evinde, ama her akşam yatmadan gidip oğlunun evine bir bakıp gelirmiş. Kimse si yoktu. “O ki sevdiklerini, hep bir sokağın köşesinden seyretti.” . Her ev içinde yaşayanları ile bütünleşmiş kişilik oluşturmuştu sanki. Sahibi bilinmeyen çirkin taş yapıların yerinde Beyaza teyzenin evi, Mürvet Hanımın, evi. Postacı Mehmet’in evi vardı bir zamanlar. Kapı önlerinde gölge yapan asma yaprakları, pencerelerinde yılbaşını haber veren çiçekleri vardı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Melika, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |