Yaşam kısa, sanat uzun, fırsat aceleci, deney aldatıcıdır. -Hippokrates |
|
||||||||||
|
Artık sabahlarım kuş sesleri ve bahçelerin mor bakışlı leylak kokularına uyanıyor. Kardan, kıştan, çamurdan, soğuktan yakındığım günler sona erdi. Lalelerin, sümbüllerin ardından mevsim sardunyaların kırmızı bakışlarına gelip çattı. "Dışarıda deli bir yağmur vardı. Bu gün sana gelecektim ama hiç vaktim olmadı. Göz açıp kapayıncaya kadar akşam oluyor. Sen de biliyorsun zaten günler çok kısa." gibi mazeretlerin son kullanma tarihleri çoktan doldu. Mazeretlerimin bir çoğunu inandırıcı bulmadığını biliyorum. "İnsan isterse her şeye zaman bulabilir." dediğini duyar gibi oluyorum. Çok alışılmış bile olsa insan yine de bir şeyler söylemeli. Karşına çıkıp süklüm püklüm suçunu kabullenmiş bir çocuk gibi boynu bükük durmaktan hiç hoşlanmıyorum. "İnan bana hep aklımdasın, bir türlü vakit bulamadım." dediğimde sen de hemen yumuşuyorsun. Sık sık arayıp sorsam, çat kapı çıkıp gelsem, örneğin her gün üç kez telefon etsem seni şimdikinden daha çok sevdiğim gibi bir sonuç mu çıkacak? Belki yoğun ilgiden sıkılacaksın. İstemeden seni bunaltacağım. Üstelik "Beni biraz rahat bırak, çok üzerime düşüyorsun."da diyemezsin. Çünkü ilgiden şikayet etmek şımarıklık gibi algılanır. Yoğun duygular, sırılsıklam sevgiler anlatan çok güzel cümleler kuramsam bile sana hep yazıyorum. Sana yazmaya başlamadan önce küçük bir ön hazırlık yapıyorum. Eğer çiçeklerim varsa onları vazoyla masama koyuyorum. Bana armağan ettiğin müzik CD'sini çalmaya başlıyorum. Çoğunlukla mutfaktan bir bardak çay dolduruyorum. Sonra aklıma ilk gelen cümleyi yazıyorum. O cümle daha bitmeden anlatacaklarım kendiliğinden başka cümlelere kayıyor. Bazen ortaya sadece "Er Mektubu Görülmüştür."tarzında cümlelerden oluşan bir mektup çıkıyor. Suya sabuna dokunmadan sadece hal hatır soran cümlelerle mektubu doldurduğumu ancak bitirdikten sonra anlayabiliyorum. Sana yazmaya başladığımda genellikle çayımı içmeyi de unutuyorum. Bitirince son bir kez okumadan önce kendime yeni bir çay dolduruyorum. Bazı cümleleri düzeltip, bazılarını yeni baştan yazarken bir yandan da çayımı yudumluyorum. Hiçbir zaman yazdıklarım tam olarak içime sinmiyor. "Yine olmamış işte."diyorum. Silip atmaya da gönlüm razı olmuyor. Biraz düzeltip yeniden bir kez daha okuyorum. Hep değiştirilmesi, düzeltilmesi gereken yerler olduğunu gördüğüm halde üşenip vazgeçiyorum. "Hadi bu sefer de böyle olsun, sonra daha güzelini yazarım."diyorum. ""Er mektubu görülmüştür." cümleleri bile susmaktan, hiç yazmamaktan daha iyidir. Uzun uzun susmak karşınızdakine eza, cefa etmektir. Genellikle küsünce odanın en uzak köşesine kıvrılıp oturursunuz. Bakışlarınızı da halının desenlerine yada duvardaki saatin tiktaklarına gömersiniz. Susmak bizden birkaç kelam bekleyen birine, ağlamaklı hatta küfürlü bile olsa sesimizi duymaya razı birine kan kusturmaktır. Bunun için işte ben sana hiç susmuyorum. Sen de sakın bana hiç susma emi... Beni kolu kanadı kırılmış ve çaresiz bırakma. Bahar herkes gibi benim de aklımı çeler. Okulu kırmak gibi, her şeyi yüz üstü bırakıp kaçmak gibi derin bir istek duyarım. Çiçek açmış ağaçlar, ılık yağmurlar, evden, işten ve bu kentten kaçma isteğimi tetikler. Oysa ne beni kucaklayacak başka bir kent nede başka bir iş vardır. Beni en iyi bu sokaklar tanır. Yedi iklim, üç kıtanın en geç baharını, en serin yazlarını buradan başka hiçbir yerde bulamam. Böyle söylediğime sakın aldırma. Lafla peynir gemisi yürümeyeceğini sende benim kadar iyi bilirsin. Söylemek çok kolay ama gitmek hep zordur. Ben bahara ve onun insanı baştan çıkaran masallarına hiç inanmadım.Varsın bahar, bağıra çağıra bildiği bütün şarkıları söylesin. Artık ben onun dağları, dereleri, ormanları ve sokakları saran yaygarasına aldırmayacak kadar büyüdüm. Söylediklerine katılıyorum. Neredeyse iki ay süren bu çiçek ve yağmur harmanı en aklı başında adama bile oyun oynayabilir. Bu mevsim herkes biraz korumasız ve melankoliktir. Çoğunlukla ne olup bittiğini iş işten geçtikten sonra ancak fark ederiz. Her zaman gördüğünüz ve hatta birlikte çalıştığınız birinin bakışları göveriverir, aklınız gözlerinde asılıp kalır. Sizi sarmalayıp gecelerine götürdüğünde iş işten geçmiştir. Telaşla uykularınızı ararsınız ama bir türlü bulamazsınız. Dün sabah koyduğunuz yerde olmadığını anlarsınız. Bütün evi alt üst edersiniz. Balkona çıkıp birbiri ardına sigara içersiniz. Gece ve kentin ışıklarının hiç bu kadar güzel olduğunun ayırtına varmadığınızı keşfedersiniz. Ertesi güne kan çanağı gözlerle uyanırsınız. Yataktan çıkmak ve işe gitmek dayanılmaz bir eziyet gibi oluverir. Kaç zamandır seni uyarmak istiyorum. Yazmak bu güne kısmetmiş. Sen sakın bahara kanıp kimselere uyma emi. Sen şimdi "Ne alaka yani, taş düşmeden ayı çıkmadan bu mevzuda nerden çıktı?" diye soracaksın. Hiç, sadece mevsimin mana ve önemine binaen söylemek istedim. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim. Zaten çoğu gitti azı kaldı. On beş yirmi gün daha dişimizi sıkarsak bu illetten de kurtuluruz. Pazara kiraz gelince bütün büyüler kendiliğinden bozuluverir. Seyfullah Çalışkan
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyfullah ÇALIŞKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |