Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. -Atatürk |
|
||||||||||
|
SIRADANLAŞTIRMA Bu toplumun en başarılı olduğu olgu, ne yazık ki sıradanlaştırmadır.! Bu toplum, ne üzücüdür ki; içlerinden birisinin öne geçmesini, ilerlemesini, kendini göstermesini, başarılı olmasını istemez.! Toplum herkesin aynı seviyede, aynı sıradanlıkta buluşmasını hedefler. Onun için bu toplumdan dünyaca ünlü bilim adamı, politikacı, yazar, sporcu, sanatçı, mimar, doktor v.s. yetişmez.! Ön plana çıkmış az sayıda başarılı insan varsa da; onların yükseldikleri yerlere bakarsanız, Avrupa ve Amerika’ da yetişip, kendilerini gösterdiklerini görürsünüz!. Çünkü bu toplumun yoğun bir kıskançlık duygusu olup, içlerinden herhangi birilerinin kendi önüne geçebilmesine tahammül edemezler. İş yerlerinde yöneticiler, ileride kendilerine rakip olabilecek yetenekli gençleri daha başlangıçtan ezip, ileride kendilerine rakip olması olasılığını ortadan kaldırırlar. Politikada bu olay daha da açık ve toplumun gözü önünde cereyan eder. (Ama yine ne yazık ki, toplum güçlünün yanında olduğundan, olayın bu yönünü görmezden gelir; liderler ömür boyu liderlik yaparlar, sonra oğullarına devrederler!) Halk açısından bakarsak, halkımız çevresinde kendi gibi olmayan insanlara tahammül etmez. Muhafazakarlık kılıfına sarılmış bir vulgarizasyon, sanki bir enkizisyon gibi toplumu baskı altında tutar.. Farklı olan, yeni olan, güzel olan, vasıflı olan yadırganır. Varoşlarda, yenilikçilik ve ilerleme, toplum tarafından baskılanır. Düşünen, merak eden insan makbul değildir. Örneğin insanların kitap okumasına bile müsaade yoktur! Vaktiyle, uzun otobüs yolculuğundan sıkılan bir tanıdığa; vaktin daha kolay geçmesi için kitap okumasını önermiştim. ‘Yok!’ demişti, ‘olmaz!’ demişti. ‘Delikanlıyı bozar!’ demişti! Çok üstelediğimi görünce, çaresiz: ’Bizim oralarda okuyanı dışlarlar’ demek zorunda kalmıştı... Okumak yasak, özenle giyinmek yasak, düzgün ve özenli bir Türkçe’yle konuşmak yasak, modernite yasak; ama sıvasız, prizli evler, moloz dökülü sokaklar serbest. Yenilik yasak ama pahalı cep telefonları ve Mersedes marka arabalar serbest. Demek ki olayın yoksullukla pek bağlantısı yok! Zindan kafalarımızda. Farklılaşmaya hoşgörü ile bakamıyoruz. Her yerin tek renk gri olmasını bekliyoruz. Çocuklar, küçüklüklerinden itibaren: ‘Sus, otur yerine, sana mı kaldı!, delimisin, sakın ha! vs. vs.’ sayısız söz ve davranışla bastırılır, sindirilir. Okullarda, asık suratlı, didaktik eğitim sistemi, sıradan insanlar yetiştirmeye yöneliktir. Gençleri sokaktaki arkadaş çevresi, sıradan olmaya zorlar. Erkekler askerliğe gidince, kökten ezilmeci, sindirilmeye yönelik bir uygulamaya, tabi olurlar. İş hayatında, yaşlılardan oluşmuş bir yönetici kadro, kişilerin sivrilmemesini hedefler, kişilerin ezilme süreci devam eder. Ana, baba, ağabey, amir,üst, patron, komutan, öğretmen gibi üst otorite baskısının yanında, toplumun genelinin baskısı hep insanları sıradanlaştırmaya yöneliktir. Örneğin belediye otobüslerinde, sıradan insanlar; kendileri gibi olmayan insanları göz hapsine alırlar; sokaklarda iyi yönde de olsa, farklılaşan bireyin arkasından fısıltı ve dedikodu yapılır. Okulda, daha zeki olan değil de, daha ezberci olan tutulur. İş ortamında, daha yetenekli olanın arkasından kazanlar kaynar, hataları büyütülür. İşte bütün bu şartlar altında, toplumumuzda, başarılı insan sayısı ( TV şöhretlerini bir kenara bırakırsak! ) çok azdır. Yine sıradan ama diğerlerinden daha baskın olan bir takım insanlar ön planda gözükseler de; bu kişilerin, gerçek arena olan, uluslararası çapta isimlerinin geçmesini sağlayacak ölçüde yetenekli oldukları söylenemez. Çünkü belki de çok sayıda deha, daha yolun başında toplum tarafından engellenmiş ve pasifize edilmiştir. Durum acıdır ama ne yazık ki böyledir! Fıkrayı duymayanlar için tekrar anlatayım: Rivayete göre, ahirette; meğerse her ülkenin kendi cehennemi varmış.! Her ülkenin kendi cehennem çukurunun başında, cehennem zebanileri bekler; her kim ki çıkmak üzere çukurdan kafasını çıkarsa; pat diye kafasına vurup, içeri düşürürmüş. Ama bir de, Türklerin cehennem çukuru varmış! Bu çukurun başında nedense diğer milletlerin çukurlarını kollayan zebaniler gibi bekçiler yokmuş..! Neden? Bilirmisiniz? Türklerin cehenneminden kimsenin çıkabilmesi olası değilmişte ondan! Çünkü, her kim ki; çıkışa, çukurun ağzına kadar gelebilirse, diğerleri tarafından ayaklarından çekilerek tekrar içeri düşürülürmüş de, o sebepten!! Şahingöz Şubat 2004
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şahingöz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |