|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
26 Ekim 2003
Bak Postacı Geliyor Selam Veriyor...
Demirhan Ocak
Yataktan kalmak için yaptığım sayısız hamlelerin ardından yaklaşık, on beş dakika sonra ancak yatakta oturur duruma gelmeyi başardım. Aman allahım bu ne yorgunluk? Nasıl bir dert? Anlatmanın imkanı yok.... |
|
Merhaba iki gözümcüler,
Bu yılın mayıs ayınının sonuna doğru soğuk bir bir pazartesi sabahı uyandığımda vücudumda ki ağırlık anlatılır cinsten değildi! Yorgunluğum sanki başka bir işleri yokmuş gibi bir araya gelen 7-8 tane profesör gece boyunca süren bir operasyon sonucunda benim tüm kaslarımı 12 raundluk boks maçından çıkmış bir boksörün kaslarıyla değiştirmişler gibi bir yorgunluktu benim bu yorgunluk... ama, sonra düşündüm ki o kadar ameliyat malzemesini bırakın yatak odasına sığdırmayı, oturduğumuz çatı katının tamamına (60m2) sığdırmanın imkansız olduğunu hesaplayınca derin bir nefes aldım.....
Yataktan kalmak için yaptığım sayısız hamlelerin ardından yaklaşık, on beş dakika sonra ancak yatakta oturur duruma gelmeyi başardım. Aman allahım bu ne yorgunluk? Nasıl bir dert? Anlatmanın imkanı yok. Yani o derece yorgunum ki mümkünü olsa yorulmamak için nefes almayacağım. Bir an için aklımdan belki ev ahalisinden birisi yardım eder diye düşündüm fakat evdeki sessizliğe bakılacak olursa çocuklar okuluna, hanım da işine gitmişti (Benim büro evde). Anlayacağınız evde dıpdızlak bir başımaydım.
Artık “El mecbur ayak ne yapsın?” atasözünden güç alarak son bir gayretle yataktan kalktım ve 6 adım gibi uzun bir mesafeden sonra duşa ulaşabildim. Benim hantal ve yorgun vücut buz gibi soğuk suyu görünce kendine geliverdi........ Duştan sonra kahve makinasını çalıştırdım, tost ekmeklerini makinaya yerleştirdim, üstüme uygun bir şeyler giydim ve yolda yemek için yanıma bir sandöviç aldıktan sonra, aşağıdan günlük gazetelerimi posta kutusundan almak için üzere yola koyuldum (24 gidiş 24 geliş toplam 48 basamak).
On altıncı basamakta sandöviçimi yedim. Sonra posta kutusunda ne varsa hepsini toparlayıp tımanışa (merdivenlerden çıkmaya) başladım, kırkıncı basamakta artık takatim kalmadığı için yirmi dakikalık bir ara mola vermemi saymazsak geri dönüş yolunda önemli bir gelişme olmadı.
Eve döndükten sonra beklemekten siyahımsı bir renk almış tostun yanında katran karası kıvamında ki kahveden oluşan kahvaltımı yaptıktan sonra, büyük kıza yeni cep telefonu ve küçük kızada yeni bir oyuncak bebek alarak ikisini bir odada kalmaya ikna etmemin neticesinde ele geçirdiğim eski çocuk odası şimdi ise benim bürom olan odaya geçtim.
İlk iş olarak herzamanki gibi benim emaktar bilgisayarı çalıştırdım, ve gazetelerin ilk sayfalarına kısa bir bakış attıktan sonra gelen postayı ayıklayama başladım, gelenlerin yarısı reklam diğer bir yarısı fatura diye düşünürken birden bir zarfın gönderen kısmında “Merhaba Neu-Ulm” görünce heycanlandım. Çünkü bu gelen zarfta aylardır (64 aydır) alamadığım telif haklarım olabilirdi.
Hemen masanın üzerini boşalttım, uğur getirsin diye üşenmeden ve bir koşuda salondan rahmetli Ninem’den kalma makası getirdim. Belki bu makasın uğuru yeteri kadar güçlü olmayabilir diye zarfı kafamın üzerinde üç defa çevirdikten sonra kuvvetlice “tuu tuu tuu tuu kırkbin kere maşşallah”. Dedikten sonra, yavaş hareketlerle zarfı kesmeye başladım kesme işi bitince gözlerimi kapattım ve zarfın içinde olan kağıdı çıkardım, gözlerimi yavaşça açtım ve hemen bir solukta okudum. Yazılanların içerisinde telif hakkı, banka hesap numaram, 64 aydır vermiş olduğunuz emeğinizin karşılığı olan .0,000 € banka hesabınıza yatırdık gibi önemli açıklamaların yerine, yılda bir defa yapılan gazete çalışanların toplantısına davet yazısı vardı. Ve bu yıl gereksiz! toplantı haziran ayının sonundaydı...
Ben bir yandan güçlü bir hayal kırıklığı yaşarken diğer yandan farkında olmadan elimdeki kağıdı makasla un ufak etmiştim.......
Haziran ayının ortasına doğru yine gönderen kısmında “Merhaba Neu-Ulm” yazan mektup aldım. Ben yine aynı heyacan ve umutla açtığım zarftan bu sefer toplantının yeteri çoğunluğun sağlanamadığı için toplantının ileri bir tarihe yapılacağına dair bir yazı geldi. Bu yaşanan ikinci hayal kırıklığından dolayı benim sinirden birileri hakkında ileri geri konuştuğum büyük bir yalandır. Ayrıca gazetenin merkezine imzasız ve isimsiz gönderilen tehdit mektuplarıyla benim uzaktan yakından alâkam yoktur.
Ben artık telif ücretimi almayı umudunu kesmiş ve bir halde son çare olarak bu haklı davamı “Avrupa İnsan Hakları Makemesine” götürmeye hazırlanırken gazeteden bir mektup daha aldım. Bilin bakalım bu sefer neymiş? (..?.. ) bildiniz! Tabiki yeni bir toplantı davetiyesi. Bu sefer taoplantı eylül başında olacakmış.
Sonra yine toplantının iptal edildiğine dair yeni bir mektup.. bir mektup daha . bir mektup....... yani anlayacağınız 8 defa yapılmaya niyetlenen toplantı yine 8 defa iptal edilerek bu alanda kırılması zor bir rekor elde edilmişti.
Nihayet ekim başında gelen 9. mektupta “....Ne olursa olsun ekim ayının 13.’de toplantı yapılacaktır.....” ifadesini içeren bir mektupla bu mektup terörü sona ermişti......
....Tarih : 13 Ekim
Saat : 11:00
Toplantı tarihinin kesinleşmesinden sonra Baden-Württemberg sorumlusu Nihat Salman bölgedeki merhaba temsilcilerini arıyarak “Nasıl olsa ben Ulm’a benim minübüsle gideceğim işte bunun için boşuna, boşuna benzin parası vermeyim diye Göppingen’e kadar gelin sonrasını benim minübüsle devam ederiz” demiş
Ben buluşma yeri olarak şeçilen Göppingen tren istasyonunun önüne vardığım zaman gördüğüm manzara şöyleydi; Stuttgart temsilcisi Mehmet Kılınç ile Heilbronn temsilcimiz Sadık Karslı birbirlerini boğazlama maçına Vahingen temsilcimiz Turan Akgök hakemlik yapmaktaydı, Pforzheim temsilcimiz Fikret Güven bu kavga aldırmaksızın geçen ay aldığı!! Porsche’sini parlatmakla meşguldü, Nihat Salman ise yaklaşık 20 kişilik bir japon turist grubuna Türkçe olarak bağıra çağıra pastırma-sucuk satmaya çalışıyordu,
Göpingen temsilcimiz Necati Aytar’da bir köşede oturmuş durmaksızın “Neden ben? Neden ben?” diye dizlerini dövmekteydi.
On, onbeş dakika süren bu kaostan sonra, tüm elamanlar sanki hiç birşey olmamış gibi Nihat’ın minübüsüne doluştular. Neu-Ulm’a varana kadar Nihat Salman’nın “Cep telefonu numaralarını değişmek bir alman geleneği” demek suretiyle elde ettiği telefon numarasının sahibi zavallı japon turiste pastırma-sucuk satma işini telefonla devam etmesinin dışında kayda değer bir şey olmadı. Sağ selim gazetenin merkezine vardığımızda Nihat elin Japon’nuna 3 ton sucuk, 2,5 ton pastırma satmıştı.
Neyse efendim biz cümbür cemaat gazete binasına girdik diğer bölgelerden gelen arkadaşlarımızla tanışma, öpüşme faslından sonra gazetenin patronu Hüseyin Şenol için yaptırılmış kapalı yüzme havuzunu ve saunayı geçtikten sonra koltuklarının ceylan derisi ile kaplı ve halis ceviz ağacından yapılmış 45 kişilik oval masanın bulunduğu toplantı salonuna vardık.
Hepimizin bu muhteşem toplantı salonu karşısında dilimiz tutulmuştu, özellikle ben tam aptallaşmıştım, çünkü şu oturduğum ceylan derisi koltuk benim 5 yıllık telif ücretimi karşılardı....
Ben bu sinirle yaklaşık 5 saat süren toplantı sonuçunda aklımda kalanlar;
Topluca fotoğraf çektirmemiz, Hüseyin Şenol’un sürekli “para olsa hemen”, “valla benim gücüm yetmez” , “Telif ücreti lafını bir daha duymak istemiyorum, çünkü aile içinde paranın lafı olmaz”, demesi.
Augsburg temsilcimiz Erol Ars’nın bıkıp usanmadan her on beş dakikaya bir “Ya ben açıktım ne zaman yemek yiyeceğiz” diye sızlanması. Nihat Salman’nın gazete personeline kilolarca pastırma-sucuk satması. Yazı işleri müdüremiz Bedriye teyzenin “Nihat pastırma filan is-te-mi-yo-rum” diye Nihat’ın boğazına sarılması......
Toplantı bitimimde 45 kişilik gazetenin eleman sayınına rağmen elibol!! Patronun paraya kıyıp ısmarladığı 20 tane küçük boy lahmacunun yenilmesi (tadımlık), sonra elemanların gelecek yılki toplantıda buluşmak üzere vedalaşarak birer ikişer gazeteden ayrılmaya başlamasıyla bir toplantı daha hayırlısıyla kaazsız belasız bitmişti.
Akşam geç vakit eve vardığım zaman elimdeki 15 kg’luk sucuk paketini ne zaman aldığımı hatırlamıyordum.
Gazete yönetimine ÖNEMLİ NOT : Toplantı salonundan kaybolan deri kaplama koltukla benim bir alakam yok. Ayrıca bazı münâfık gazete elemanlarının idda edeceği gibi gazetenin patronu Hüseyin Şenol’un S 600 mercedes’ni!! anahtar ile çizdiğimiz yönündeki iddalar kesinlikle yalandır (Hem avukatım olmadan ben bir şey söylemem)
Mısmıl olun kendinize iyi bakın.
:: tavsiye |
Gönderen: Utanmaz Adam / Bursa/Türkiye
|
10 Ocak 2005 |
|
| merhaba dayicim Demirhan yazini buyuk bi keyfle okudum .
Ama yazida degilse de senin bilgilerinde eksiklik oldugunu gördüm icin bunu yazma geregi hissettim...
"Hurefa inaclari aliyorken eksik almissiniz . Bir iyilikte bulunmak istedim size bir sonraki mektup ne zaman gelir...? bilmem ancak mektup geldiginde... "Amannnnn seytana bismillah" diyip kalinca bir tahtaya vurun zarfi oyle acin .
kesin ise yariyacaktir telif haklariniz gelicektir :)))))
seni seviyorum dayi :=)))
NOT: tahta bulamassan benim kafamada vurabilirsin :=))
gulerek kal |
|
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
Almanya'lı bir Asabi Veled
Etkilendiği Yazarlar:
Hangi birini anlatsam ki?
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|