..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsanlar yalnızca yaşamın amacının mutluluk olmadığını düşünmeye başlayınca, mutluluğa ulaşabilir. -George Orwell
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yaşam > Mehmet Sinan Gür




23 Temmuz 2003
Baharda Uçak Yolculuğu  
Mehmet Sinan Gür
Aynı Türkiye’deki gibi bir yere indik. Burası İtalya dediler...


:BFDA:
Son duyuru yapılmıştır; Türk Hava Yollarının TK bilmem kaç sefer sayılı uçağı havalanmak üzeredir. Kapılar kapatılır ve bir bekleyiş başlar. Kalkış için kulenin izninin alınması gerekmektedir. Kısa bir süre sonra motorların sesi değişir. Hafif bir sarsıntı ile hareket ettiğinizi anlarsınız. Genellikle uçak havalanacağı pistin başına kadar ağır ağır yol alır. Dönerek uçuş pozisyonu aldıktan sonra motorlar çok farklı bir sesle gürüldemeye başlarlar. Kendinizi psikolojik olarak havalanmaya adapte etmeye çalışırsınız.Ses artar artar, yerinizden kımıldamazsınız. Sonra sanki biri arkanızdan hızla ileri doğru iter; hem korkudan hem ivmeden oturduğunuz koltuğa yapışırsınız.

Bu bahar yaptığım yolculukta yine böyle olacağını sandım; fakat o da ne? Pistin başına geldiğimizi düşünürken, aniden değişen motor sesiyle o güçlü, insanı tedirgin eden arkadan itme hareketini hissettim. Gidiyoruz! “Heey! Daha hazır değilim! Sakinleşmem için biraz zaman gerek...” diyemedim. Desem de dinlemezlerdi herhalde. Hızlanıyoruz. Evet, bu kalkış hızı. Havalanacağız.

Görüşümüz açık fakat bulutlu bir hava var. Ufuk görünüyor. Hızımız gittikçe artıyor. Bir uğultu, çırpınışa benzer fakat tek yönlü devinme, sanki sevimsiz bir şey olacakmış gibi bir izlenim yaratıyor. İki yanımızdan pist ve yeşillikler akıyor. Kaptan uçağın burnunu kaldırdı. Uğultunun birazı aniden kesildi (Demek tekerleklerden geliyormuş); havalandık. Tam kanadın yanında oturuyorum. Kanat görüşümü biraz engelliyor ama yine de yeri görebiliyorum.

Havalanırken de hep aynı şeyler olur. Hava açık, pozisyonunuz uygunsa yerle ilişiği kesilen uçağın onunla birlikte giden gölgesini görürsünüz. İlk uçuşunuzsa “Ben de bunun içindeyim!” dehşetine kapılabilirsiniz. Ama korkacak bir şey yoktur. Derler ki dünyadaki en güvenli taşıt aracı uçaktır. Böyle düşününce sakinleşir, uçuşun tadını çıkarmaya bakarsınız. Biraz önce yanımızda, ufuk çizgisinde olan bir ağaç, artık 20-30 metre aşağıdadır. Yükseldikçe çevre daha geniş açıdan görünür. Yollar, evler, araçlar gittikçe küçülür. Birkaç evlik, köy bile diyemeyeceğimiz küçük yerleşim yerleri, kesişen toprak yollar altımızdan akar gider. Her geçen anda görüş açısı genişler, yere ait şeyler küçülür, silikleşir. Biraz daha yükselince bizi bulutlar karşılar. Bulutlar bahar aylarında çok dağınıktırlar. Yağmur potansiyeli olan kümeler alçakta -bunlar koyu renkli olurlar- kimi kümeler de yukarılarda olur. Bir anda bir koyu sise girersiniz. Yerle olan göz bağlantınız kesilir. Sise girişteki gibi hızla çıkarsınız. Artık yerden görülen bulutlarla aynı yüksekliktesiniz. Yer hareketleri, kıvrıla kıvrıla akan bir dere (belki de bir ırmaktır) ile yarılmış gibi duran iki tepelik sıra, o yükseklikten hâlâ ayırt edilebilir. Ancak uçak yükselmeye devam etmektedir. Biraz daha yükselince bulut tabakaları arasında kalırsınız. Aşağıda kalan bazı bulut kümeleri suyun içine karışmış beyaz boyalı bir sıvı gibi dururken, bazıları suyun üstüne yayılmış ya da sanki sert bir zeminmiş, üzerine çıkıp yürünebilirmiş gibi bir duygu uyandırır. Öyle ki, uçak dursa, onların üzerine çıkıp çevreyi doya doya izlesek diye düşünürsünüz.

Daha yukarılarda bizi asıl kalabalık bulut tabakası beklemektedir. Bir süre kendilerini sismiş gibi duyumsatan (yerde olsaydı sis olurdu) bulutlara girince çıkmak pek kolay olmaz. Bu arada güneş bulutlardan fırsat buldukça yüzünü göstermeye başlar. Bir zaman sonra yağmurlusu yağmursuzu, bütün bulut kümeleri aşağıda kalır. Onlara tepeden (ironiye bakar mısınız?) bakarsınız. Üzerilerine parlayan güneşte bulutlar pamuk helvalar gibi kümelenmiştir. Sanki bir parçasını koparıp yemek olası imiş gibi bir duygu uyandırırlar. Bulutlar bir şey daha yaparlar; artık ufuk çizgisini yer değil onlar belirler. Ufka bakınca beyaz-gri çizginin üzerinde mavi-turkuaz gök görünür. Başınızı biraz yukarıya kaldırıp bakınca mavilik koyu bir laciverde dönüşür. Bu sırada kaptan pilot uçağın yerden 10900 metre yukarıda hedefine doğru uçtuğunu bildirir. Koyu laciverdin nedeni işte budur; bulunduğunuz yükseklikte atmosfer iyice azalmıştır da ondan. Görüntü yabancıların ‘Nowhere Land’ dediği ‘Yeri Olmayan Ülke’ye benzemektedir. Bulut tepeler, bulut vadiler, bulut ovalar, bulut ırmaklar, bulut canavarlar uçak aralarından, üzerlerinden geçerken sanki onlar da ilgiyle uçağa bakarlar.

Uçağın içine yerleştirilmiş bilgi monitörleri kaptanın bildirdiği yüksekliği doğrular. Ayrıca uçağın dışındaki ısının -58 santigrat derece olduğunu bildirir. Aşağıda beyaz bir kağıt helva denizi, yukarıda koyu lacivert gök, bir süre öyle gidilir.

Aklıma daha önce yaptığım uçuşlar geliyor. En ilginci dünyanın yuvarlak olduğunu anladığım Kazakistan uçuşu idi. Bize dünya yuvarlak diyorlar ama bakalım doğru mu söylüyorlar. Ya değil de bizi kandırıyorlarsa? 7 saat süren bu iki uçuşta dünyanın yuvarlak olduğuna ikna oldum. Birincisinde giderken akşam güneş batmadan yola çıkmıştık. Oraya vardıktan kısa bir süre sonra güneş doğdu. O gece pek kısa sürdüğü için uyuyamadım. Dönüşte yine akşam güneş batmadan yola çıktık. Batıya, yani güneşe doğru uçuyorduk. 4 saat boyunca güneş ufukta kaldı; bir türlü batamadı. Ağır ağır zorlanarak battıktan sonra bir şey daha anladım ki dünyanın dönüş hızı uçağın hızından daha fazladır. Yoksa güneş batamazdı. Eve vardığımda saat sekizdi. Ama benim biyolojik saatime göre gece yarısı ikiydi. Hemen uyumuştum.

Uçak yolculuklarının özellikle yurt dışına yapılan yolculukların bulunduğunuz yerden başka yerlerin de var olduğunu doğruluyor. Evet bize öyle yerlerin var olduğunu söylüyorlar ama bakalım doğru mu söylüyorlar. Ya yoksa değil mi? Ya ‘Truman Show’daki gibi bizimle oynuyorlarsa? Ama İtalya’ya yaptığım yolculukta da böyle bir yerin var olduğunu anladım. Aynı Türkiye’deki gibi bir yere indik. Burası İtalya dediler. Doğru olmayabilirdi ama baktım herkes İtalyanca konuşuyor. Sonra filmlerde kitaplarda gördüğüm yapılar karşımda duruyor; ikna oldum. Buradan yola çıkarak dünya hakkında diğer söylenenlerin doğruluğuna içimde biraz ukde kalsa da inanabilirim.

Uçuşumuza dönelim. ‘Yeri Olmayan Ülke’den geçerken bir anons varışa yaklaştığımızı, bunun için inişe geçtiğimizi, kemerlerimizi bağlamamız gerektiğini bildirir. Bir de bakarız ki yine bulutların arasına girmişiz. Kanatların iniş pozisyonunda olmasından ve hava yoğunluğunun bulutlu bölgede farklılıklar göstermesinden ötürü uçak hatırı sayılır bir biçimde, sanki taşlı topraklı bir yolda giden külüstür otobüsler gibi sarsılmaya, sallanmaya başlar. Her yeri yeniden sis –yani bulutlar- kaplar. Sonra sisten çıkılır, sarsılmalar azalır, yer görünür. Bir “ohh” çekersiniz. Ama oh çekmek için biraz daha zamana gereksinme vardır. Olayın en zor bölümü iniştir çünkü.

Benim gibi kanadın yanında oturuyorsanız uçak inene kadar kanadın nasıl uzayıp, bükülüp türlü şekillere girdiğini, bütün mekanik hareketleri en ince ayrıntısına kadar görürsünüz. Bu arada bir gürültü, takırtı daha duyulur. Yine korkacak bir şey yoktur. Yalnızca uçağın iniş takımları açılmıştır.

Benim gibi İstanbul’a geliyorsanız, Marmara denizindeki koca tankerlerin nasıl oyuncak gemiler gibi göründüğünü görürsünüz. Uçak Marmara üzerinde süzülerek alçalmaya devem ederken dalgalarında gözünüze ilişen gemilerin de ölçeğinin yavaşça büyüdüğünü fark edebilirsiniz. Kara hizasına geldiğinde inişe çok az kalmıştır. Evler yollar araçlar büyümüş, insanlar neredeyse görülebilecek büyüklüğe gelmiştir. Pist uçağın altında göründüğünde hız iyice azalmıştır ancak yine de çok yüksektir. Yerin de iyice yaklaşmasıyla hızın azalmayıp arttığı gibi bir yanılgıya düşebilirsiniz. Oturduğunuz yerden pist üzerinde görülebilen fren izleri bazı uçakların pisti tam tutturamamış olmalarının belirtisidir. Ancak uçak doğru zaman ve yerde tekerleklerini yere dokundurur. Ağırlığını kanatlardan yere verdikten sonra kaptan frenlere asılır. Kalkıştaki itmenin tersine bu kez birileri tutup uçağın ilerlemesini engellemektedir. Çok yoğun bir uğultu ve öne doğru ivme heyecan verici olsa da yine korkulacak bir şey yoktur. Uçağın hızı bir otobüsün hızına inince kaptan ayağını frenden çeker, uğultu kesilir, uzaktan yapılar, ağaçlar, araçlar, insanlar görünmektedir. İşte şimdi gerçek bir “ohh!” çekebilirsiniz. Yolculuk bitmiştir.

23.Temmuz.2003

.Eleştiriler & Yorumlar

:: Merhaba Efendim!
Gönderen: Tayyibe Atay / Bolu
26 Temmuz 2003
Zamana karşı bir yarış sayılacak uçak yolculuğunu ne hoş anlatmışsınız efendim!Yüreğinize sağlık.İki şeye inanmadım ama!..Birisi hemen uyuduğunuza:)))))Öteki ise pamuk bulut helvalardan alıp yemediğinize:))))Dünyanın yuvarlak olduğunu, ben, daha basit bir yöntemle anlıyorum efendim!Çünkü uçağa binme olanağım ve olasılığım olmadı hiç...O halde nasıl mı Sayın Gür!Özlediğim kişilerin bulunduğu yöne doğru bakıyorum;göremiyorum:))))Size doğru da tabii!:)))))Şaka bir yana,harika bir yazıydı;kutlarım..Kendinize iyi bakın ve selam,saygı,sevgiyle kalın efendim!..Kolaylı gelsin!




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yaşam kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ankara’dan Sevgilerle
İnsan Denen Beş Bilinmeyenli

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Canlı Balık
Baraj Sorusu: Beni Seviyor Musun?
Lenin'in Mozelesini Ziyaret
Sahalin'de Altı Ay
Ölüm Anında Görülen Tünel ve Işık
Cadde'de Eğlence
Müzik Film - Hair
Önyargı
Çanakkale Gezisi - 2
İki Günlük Çanakkale Gezisi - 1

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
Bir Ruh Çağırma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.