Yalnızlık güzel birşey, ama birilerinin yanınıza gelip yalnızlığın güzel birşey olduğunu söylemesi gerekir. -Balzac |
|
||||||||||
|
Şeker Bayramı tatilinden yararlanarak bir grup arkadaşla birlikte Çanakkale’ye bir daha gittim. Aynı şeyleri tekrarlamayacağım. Yalnız Abide için bir sözüm var. Sanki yıkılacağı zaman dimdik yıkılacakmış gibi Abide’nin sütunlarının arasına ip çekmişler, yanında da bir yazı: Abide’ye yaklaşmak tehlikeli ve yasaktır. Evet, çürük malzemeden yapıldığı için Abide’nin yıkılma tehlikesi varmış. Tabi yasağı şu anda kimse dinlemiyor. Her yerinde insanlar dolaşıyor. Sanırım yine önceki benzer olaylarda olduğu gibi Abide yıkılıp birileri altında kaldıktan sonra önlem alacağız. Böyle bir durum varsa Abide yıkılır ve yerine aynısı yapılır. Harhalde ondan sorumlu bir Müdürlük vardır. Bunun için ne bekleniyor? Gezinin ilk iki günü arkadaşları görüp etkilendiğim yerlere götürdüm. Fazladan Ertuğrul Tabya’sından Ertuğrul Koyu’na indik ve İlk Şehitler Anıtı’na gittik. Ertuğrul Koyu’nda şimdi moteller var. İngiliz mezarlığı ile deniz arasındaki kıyıda insanlar güneşlenip denize giriyor. Yukarıya doğru Seddülbahir Köyü gelişmiş, lokantalar var. Orada Ege Denizi’ne ve kale yıkıntılarına karşı lezzetli bir balık yedik. Bu kale savaş sırasında bombardımandan payını almış. Ama hâlâ ayakta ve içinde atılmış paslanmakta olan bir büyük top var. Kalede yakın zamana kadar askerler oturmuşlar. Ek yapılar, cephane depoları yapmışlar. Üzerinde ‘Ateşle Yaklaşma’ yazıyor. Sonra terk edilmiş. Şimdi kimsecikler yok. Avrupa’yı görmüş kuzenim, “bunların çok az bir bölümü,” diyor, “Avrupalıların elinde olsa, onu allayıp pullayıp ziyarete açar ve insan eksik olmaz.” Bizimki ise kendi haline terk edilmiş, otlar bürümüş, yıkılmaya bırakılmış. Oradan yarımadanın burnundaki büyük İngiliz mezarlığına gittik. Bu mezarlık diğerleri gibi üç yönden denizi gören en güzel yerlerden birinde bulunuyor. Biraz ötede yine gözden ırak, çamurların içinde çürümeye terk edilmiş bir top duruyor. Halbuki bu Ertuğrul Tabyası’na indirilebilir. Çok yakın. Orada zaten boş bir top yeri var. Sıra Conk Bayırına geldi ama oraya gitmeden önce Anzakların çıkartma yaptığı yere götürdüm. Bir yandan anlatıyorum. Böylece olay daha iyi anlaşıldı sanıyorum. Çanakkale’ye gidecek olanlar için aynı şeyi yapmalarını yani Conk Bayırına çıkmadan önce kıyıya gitmelerini öneririm . Üçüncü ve son gün tümüyle benim de görmediğim yerlere gittik. Atatürk’ün kaldığı Bigalı Köyü’nden sonra Büyük Anafarta köyünde bir küçük müzeye girdik. Adı Barış Müzesi idi. Önceki gezide ‘ayak kemiği’ filan diyordum. Burada parçalanmış olarak gerçek bir iskelet vardı. En çarpıcı parçalar kafatası ve çene kemiği idi. Hiç bu kadar yakından görmemiştim. Dişlerin üzerinde etin başladığı yer bir çizgi şeklinde belli oluyordu. Biraz hayal gücünü çalıştırınca, kemikler kısmen ete büründü. Kemiklerin sahibini canlı olarak konuşurken, gülerken, yemek yerken, savaşırken ve son olarak ölürken düşündüm. Genç bir insan, gömülüp rahatlamak yerine şimdi bir vitrin içinde, onu izleyen insanların maskarası şeklinde duruyor. Bunlar yanlış. İnsan kemikleri sergilenmemeli. Gerçi Avrupa’da (Prag’da ve Otranto’da) insan kemiğinden yapılmış kiliseler var ama bu onların vahşiliği, biz yapmamalıyız. Çıkartmanın yapıldığı deniz kenarını takip ederek Alçıtepe’ye gittik. Anayol üzerinde yolu gösteren bir tane tabela var. Sonra herhangi bir tesis veya işaret yok. Biz kendimiz herhalde burası Alçıtepe’dir dedik ve durduk. Yalnızca yangın gözlem için konmuş bir kulube vardı. Kimsecikler yoktu. Halbuki burası neredeyse bütün savaş alanlarının göründüğü ve gözlendiği bir yerdi. Pınariçi Koyu’ndan Abide’ye ve geride Soğanlıdere yatağı, boğaz, Anadolu yakası, Ege denizi, Conk Bayırı ve Kocaçimen Tepe’ye kadar her yer biraz yürümekle görünüyor. Hiçbir tesis, açıklama yok. Gerçi burada savaş olmadı, yalnızca denizden bombalandı ama özellikle burundaki savaşı anlatmak için buradan daha iyi bir yer olamaz. Goliath’ı batıran Muavenet’in Kaptanı Yüzbaşı Ahmet Saffet Efendi ve Yüzbaşı Rudolf Firle bilgilerini buradan aldı. Giderseniz eğer oraya kesinlikle çıkın. Manzara da nefis. Kirte köyünde yemek molası verdik. Saat 4 olmuştu. Burada lezzetli köfteler yedik. Çanakkale domatesi boşuna ün yapmamış. Nefis bir tadı var. Yemekten sonra üç Türk şehitliğine gittik. Bir tane de yapım halinde bir şehitlik vardı. Bunlar yarımadanın Ege denizi tarafındaki savaşlarda şehit düşenler için yapılmış. Biri Sargı Yeri şehitliği idi. Savaşta İngilizler hastaneleri bombalamış ve kendi vatandaşları dahil yaralıları öldürmüş. Nuri Yamut Şehitliğini 1940’lı yıllarda buraya gelen bir komutan yaptırmış. Komutan bakmış ki o tarihte bütün alan insan kemikleriyle dolu. Hepsini toplatıp bir arada gömdürmüş. Şimdi bahar aylarına girince yeni kemiklerin ortaya çıktığını söylüyorlar. Bizim şehitliklerimizle İngilizlerinki arasında yine büyük bir fark var. Onlarınkini bu işi bilenler yapıyor. Bir düzen var. Çevreyi ağaçlandırmışlar. Tören için ayakta duracak yerler ve mezarlıklarda bir kilise düzeni var. Bizimkileri ise askerler yapıyor. Taşları boyamışlar (halbuki taş boyanmaz), ucuza çıkımış derme çatma görüntüde. İngilizler ve Fransızlar Lozan antlaşmasına göre 36 adet mezarlık yapmışlar. Daha da yapıyorlar. Bizim o kadar mezarlığımız yok. Ayrıca neredeyse hiçbiri gerçek mezar değil. Söylendiğine göre bu bir gelenekmiş. Ama bir mezar görünce yanına çapıtlar bağlamayı çok iyi biliriz. Burunda görmediğim üç çıkartma bölgesi vardı. Tekke Koyu, İkiz Koy ve Pınariçi Koyu. O tarafa doğru giden bir yol vardı ama hiçbir açıklama yoktu. Biz de nasıl olsa buluruz diye girdik. Önce tepede yine 40’lı yıllarda askerlerin kaldığı terk edilmiş bir yer bulduk. Onun biraz aşağısında Tekke Koyu vardı. Yol yer yer yarılmış toprak bir yoldu. Yine de indik. Burası aynı zamanda İngilizlerin güvenli olduğu için yarımadaya malzeme çıkardıkları ve iskeleler yaptıkları yerdi. İskelelerin çelik ayakları suyun içinde olduğu için hâlâ duruyor. Çok güzel, boş, serserilerin gelip içki içtikleri bir kumsalı vardı. Kıyı savunması ilk kez buradan delindi. Majestic zırhlısı iskeleleri korurken burada torpillenip battı. Buna karşılık çevrede hiçbir açıklama yoktu. Oradan ayrılıp yolun bizi götürdüğü yere gittik. Kıyı buralarda çok dik ama yer yer küçük koylar yapıyor. İkiz Koy bunlardan biri. Yukarıdan aşağı, koya bir yol iniyor fakat yağmur yolu bozmuş, gidemedik. Ben biraz aşağı yürüdüm. Burada İngilizleri yalnız 9 asker karşılamış, destek sonra gelmişti. Yine herhangi bir tesis ve açıklama yoktu. Pınariçi Koyu’nu göremedik. Yol yoktu çünkü. Oradan yol içeri döndü. Kirte köyüne ulaşana kadar iki İngiliz mezarlığı gördük. Biri çok büyüktü. Bütün İngiliz mezarlıklarında İngilizce ve Türkçe açıklama var. Ayrıca yarımadada nerede bulunduğunuzu gösteren bir işaret var. Bunları kıskanmamak elde değil. Neden bunları bir yapmayız da onlara bırakırız anlamıyorum. Buralarda şehitlik de yoktu. Yakın olduğı halde Nuri Yamut Şehitliğine bir bağlantı yolu yoktu. Yarımadanın batı tarafını, arabadan inip yaya gezmekten başka çare yok. Akşamı bulduk. Dönüş vakti geldi. Yine tamamını dolaşamadım. Bayram da bitti. Başka sefere. Dönüş yolunda Bolayır'da Namık Kemal'in ve 1353 yılında Rumeli'ye ilk ayak basan komutan Süleyman Paşa'nın mezarlarına uğradık. Savaş sırasında buraqsı bile bombalanmış ve mezarlar zarar görmüş. Not: Çanakkale İstanbul'dan arabayla 3.5 saat tutuyor. Pansiyon ücretleri geceleri 20-30 lira. Arabası olanlar orada gezerken rahat ederler. Turlar daha ucuza çıkabilir. Bir olasılık da birkaç arkadaşın bir araya gelip araç kiralaması. Suvla tarafında yollar bozuk. Onu çıkarırsanız 2 günde birçok önemli yer görülebilir. Yemek fiyatları da her yerde nasılsa öyle. Hafta sonlarında bile gidilebilir. E5 Karayolu'ndan gidiliyor. İpsala sınır kapısına varmadan önce çıkılıyor. 23.Eylül.2009
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |