Kuran'da yer alan "İsrailoğullarını denizden geçirdik. Putları önünde bel büküp eğilen bir topluluğa rastladılar. Musa'ya dediler ki: 'Ey Musa, onların ilahları (var; onların ki) gibi, sen de bize bir ilah yap.' O: 'Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz'" (A’râf, 7:138) ayeti, insanın kendi aklını ve kültürünü taklitçi bir şekilde Allah’tan ve vahiyden uzaklaştırarak putlara tapma yolunda nasıl bir çöküş yaşadığını gösterir. Şirk, aklı karartır, insanın özgün düşünme yetisini kaybetmesine yol açar. Birey, aklını ve düşünce sistemini yitirdiğinde sıradanlaşır, anlam kaybına uğrar ve kültürel olarak yozlaşır. Vahyin dışındaki her şey, insanı derin bir körlüğe ve taklitçiliğe iter. Bu durum, insanın kültürüne ve medeniyetine dair orijinal fikirler üretme kapasitesini de yok eder. Şirk, insanın kendi içsel benliğini, değerlerini ve inancını kaybetmesidir. Şirk içinde olan insanlar, aslında kendi kültürel değerlerine tapar hale gelirler. Allah’a inanmayan ve vahyi referans alarak hareket etmeyenler, başka medeniyetlerin izinden gitmeye başlarlar. Kuran'da, "Siz gerçekten cahillik etmekte olan bir kavimsiniz" (A’râf, 7:138) ayetiyle dikkat çekilen bu durum, insanların kendi inanç ve kültürleri yerine başkalarını taklit etme hastalığına yakalandığını gösterir. Mısır medeniyetine tapınanlar, yeni bir değerler sistemiyle karşılaştıklarında onu da tapınılacak bir ilah olarak kabul etmişlerdir. Bu taklitçi düşünce, onların özgünlükten uzaklaşmalarına yol açmıştır. İslam, bireyin kendi aklını ve vicdanını kullanarak doğruyu bulmasını öğütler. Ancak, akıl ve düşünceyi kuşatan şirk, insanı orijinal fikirler geliştirmekten alıkoyar. Müşriklerin karşılaştığı her yeni medeniyet, aslında kendi düşünsel temellerini inşa edememelerinin sonucudur. Kendi kültürlerinden daha ileri olduğunu düşündükleri bir medeniyeti taklit etmeye başlamışlardır. Bu, İslam’ın insanı özgürleştirici mesajına zıt bir durumdur. Oysa gerçek özgürlük, insanın vahye ve aklına dayanarak kendisini inşa etmesindedir. Bugün Batı medeniyetinin izinden giden pek çok toplum, aslında bir nevi "İsrailoğulları gibi" bir duruma düşmektedir. Batı'nın yaşam biçimini, kültürünü, düşünsel yapısını kendine model alıp onu taklit etmekte, ancak bu süreçte özgün bir kimlik ve değer yaratamamaktadırlar. "Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz" (Âl-i İmrân, 3:139) ayeti, Müslümanların üstünlüğünün Batı'nın kültürünü taklit etmekte değil, Allah’a ve vahye sarılmakta olduğunu vurgular. Toplumlar, sadece bir gökdelen inşa etmekle, Batı'nın lüks yaşamını taklit etmekle değil, kendi inançlarını ve değerlerini yaşatarak gerçek başarıyı elde edebilirler. Batı medeniyetinin modern simgeleri, yüksek binalar, gösterişli yaşam biçimleri ve kapitalist sistemin getirdiği refah, bazen taklitçi toplumlar için bir hedef haline gelmiştir. Ancak, bu hedefe ulaşmaya çalışan toplumlar, aslında kendi kültürel ve manevi kimliklerini kaybetmişlerdir. Batı'nın düşünsel ve kültürel altyapısını taklit ederken, kendi değerleri ve inançları olan İslam'a dayalı bir medeniyet oluşturma gayesinden sapmaktadırlar. Bu durum, onları, tıpkı eski İsrailoğulları gibi, kendi putlarına tapınan bir kavme dönüştürmektedir. Gerçek üstünlük, dışsal taklitçilikle değil, insanın kendi içindeki özgün gücü ve aklıyla meydana gelir. Darwinist ve materyalist düşünceye karşı bir fikri mücadele yürütmek, Allah’a ve vahye dayalı bir yaşam kurmak, taklitçilikten çıkmanın tek yoludur. "Üstünlük; 100 katlı gökdelen dikip övünmekte mi yoksa Allah’a ve vahye sarılıp dünya sömürü sistemine karşı çıkmakta Allah için yaşamakta mı?" sorusu, bu taklitçi ve yüzeysel üstünlük anlayışının ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyar. Şirk ve taklitçilik, bir toplumun gücünü değil, onun zayıflığını gösterir. Toplumların gerçek özgürlüğü, kendi köklerinden, inançlarından ve değerlerinden güç alarak, Batı'nın sistemine karşı bağımsız bir duruş sergilemekten geçer. Şirk ve taklit, sadece bir kimlik kaybına yol açmakla kalmaz, aynı zamanda toplumu manevi anlamda yozlaştırır. İslam, sadece bir kültür ya da medeniyetin taklitçisi olmamayı, kendi inanç ve değerlerimizle büyümeyi ve onları dünyaya sunmayı öğütler. Sonuç olarak, şirk ve taklitçilik, bir toplumun kendi kimliğini kaybetmesine, kültürel değerlerinin yozlaşmasına ve manevi boşlukla baş başa kalmasına yol açar. Ancak, İslam’ın sunduğu vahiy, insanı özgün düşünmeye, kendi inançlarına ve değerlerine bağlı kalarak medeniyetini kurmaya yönlendirir. Gerçek üstünlük, Batı'nın izinden gitmekle değil, Allah’a ve vahye sarılmakla elde edilir. Bu, insanın içsel gücünü ve özgürlüğünü bulmasının yoludur.