..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Umutsuzluğa düşmeyin. -Charlie Chaplin
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Doğa ve Dünya > Yûşa Irmak




6 Mart 2024
Ağaç Deyip Geçme!  
Yûşa Irmak
Haberlere göre gökyüzüne cemre düşmüş. Yakın bir zaman sonra yeryüzüne de düşecektir muhakkak. Bir de bakmışız ilk bahar, sonra yaz ayını bitirmiş daha sonra sonbahar ve kışın tekrar gelerek içimizi titretmesini bekleyeceğiz…


:BIE:
Haberlere göre gökyüzüne cemre düşmüş. Yakın bir zaman sonra yeryüzüne de düşecektir muhakkak. Bir de bakmışız ilk bahar, yaz ayını bitirmiş daha sonra sonbahar ve kışın tekrar gelerek içimizi titretmesini bekleyeceğiz…

Sizleri bilemem ama ben bu döngüye hayranım. Hatta gençlik yıllarımdan beri akıp giden zamanla, gökyüzüyle, mevsimlerle her zaman dirsek temasında oldum. Özellikle senenin bu dönemlerinde gökyüzünde gerçekleşen tuhaflıkları, ciddiyeti, ketumluğu, kasvet ve suskunluğu fark edip uzun uzun düşüncelere dalarım…

Peki herkes böyle mi? Değildir herhalde… Herkesin böyle düşüncelere dalmasını da beklememek gerek. Hem çoğu akranımın gökyüzünü beton bloklar gibi gördüğünü ve gerçekleşen bu muhteşem değişim ve dönüşümü fark edemediğini de iyi bilirim. Bilirim, çünkü benim ve benden sonraki kuşaklara yukarılara bakmak, geçip giden zamanı düşünmek, mevsimlerin muhteşem değişim ve dönüşümünü düşünmek unutturuldu resmen... Oysa göğe bakmak; bakışları yukarı çevirmek umuda yönelmek demekti. Ve bu umutla dünyanın künhüne vakıf olmak, vakıf olduğu mebzul miktar kadar yarına dair yeni bir okuyuşun, kavrayışın minik bir cemresi biz yerliler için…

Hususiyle ülkemin büyükşehirlerinde yaşayan insanların çoğu için durum tam olarak böyledir herhalde… Hiç kimse tabiatın bu gizemli dilini çözmeye, hayret ve gayretle yengeç sepetine girmeye razı değil. Kimselerin büyük fotoğrafa bakmaya, düşünmeye zamanı yok. Öte taraftan insanımız da zaman bulamamak için gönüllü olarak kuşatılmışlığın pençesinde yaşam sürmeye alıştı çoktan. Dijital çağın bahtsız kuşakları denilen yeni toplumun halini, tavrını, düşünce biçimini, hayat felsefesini görüp düşündükçe burnumun direkleri sızlar… Görüyorsunuz insanları, onlar ister gemide olsun ister trende, ister metroda; otobüste veya özel otomobillerinin içinde, birbirini görmeden, hatta kimsenin yüzüne bile bakmadan, hiç bir şey hissetmeden yaşıyor hayatı! Bakışlar aşağıda, yönelişler telefon ekranlarında! Herkes buz gibi soğuk, likit bir kristal pencereye mahkûm olmuş adeta. Bir nevi dijital pranga ile yaşamaya mecbur bırakılarak, aldanıp gidiyoruz haberimiz yok…

Peki ne yapmak gerek?

Cevabı basit. Uzun yolculuklara çıkmak gerek. Evet, yanlış duymadınız, uzun yolculuklar yaparak bu prangaları kırabilirsiniz. Gökyüzüyle baş başa kalmak, binaların tutsaklığından, yeşilin, ağaçların, çiçeklerin, kuşların, börtü-böceğin içinde yolculuklar yapmak siziz bu esaretten kurtarır… Şehirlerde hiçbir zaman fark edemeyeceğiniz o bulutları selamlayarak başlarsınız evvela. Bu bir tür ertelenmiş yüzleşmeniz olacak ya da ihmal edilmiş mesafeli bir kavuşmanız… İnsanın hayatla olan ilişkisinde bir kanaat edinmesi için çevresine, hiç fark etmediği o ağaca, ağacın üstündeki kuşlara, güneşin doğuşuna, batışına, çevresinde olup bitene bakması gerek. Şayet çevrenizde bir ağaç görüyorsanız orada umut ve hayat belirtisi var demektir. İşte çıkılan uzun yolculuklarda bu güzelliklerin bakışınızı beklediğini hissedersiniz. Bakışıp, selamlaştıktan sonra birden yaşadığınızın da farkına varırsınız. Sonra bulutları ve gökyüzünü anlamlı kılan yeşilin her tonuna sahip güzelim ağaçlara daha dikkatli bakıp, inceleyecek her şeyi sorgulamaya başlayacaksınız. Evet, size bunları şehirde dikkatinizi bile çekmeyen, her gün önünden onbinlerce kez geçtiğiniz o ağaç sağlayacak. Yolda gördüğünüz o ağaçlar… Hem bir yolda ağaç varsa hangi yol çirkin veya kötü olabilir ki? “Ama sen de iyice doğacı çıktın” diyebilirsiniz. Deyin, hiç gücenmem. Ama lütfen! Bir ağacı sakın küçümsemeyin.

Bana ağaçları ilk Risale-i Nur sevdirmişti. 300’den fazla yerde ağaçları konu eder üstad. Risalelerde verilen ağaç örneklerine hayran olmamak, düşünmemek, ilgisiz kalmak mümkün değil. Öylesine güzel örnekler vardı ki bu örnekleri en güzel dile getiren de rahmetli Çantacı Necmi abiydi. Ağaçların kökleri, dalları, meyveleriyle ilgili; “Bak, başında çok süt konserveleri taşıyan Hindistan cevizi ve incir gibi meyvedar ağaçlar, rahmet hazinesinden lisan-ı hal ile süt gibi en güzel bir gıdayı ister, alır, meyvelerine yedirir, kendi bir çamur yer. Nar ağacı sâfi bir şarabı hazine-i rahmetten alıp meyvesine yedirir, kendisi çamurlu ve bulanık bir suya kanaat eder.” der Lem’alar’da örneğin…

O güzeller güzeli “Sekizinci Gün” (Le huitième jour) filminde; “Eğer bir ağaca dokunursanız, siz de ağaç olursunuz.” diyordu. Ağacın bir ana gibi nasıl dinleyici, sakinleştirici ve sarıcı olduğunu anlatıyordu. Biz ise en çok parlak ekranlara dokunuyorduk bu dönemlerde. Ve farkında değildik belki ama hepimiz ruhsuz, köksüz, düşüncesiz, eciş bücüş insanlara dönüştük. Dikkat ederseniz Bediüzzaman gibi daha ağaçlarla yoldaş olmayı, hayatı ağaca yaslamak gibi bir mevzudan bahis bile açamıyorum. Çünkü öyle bir derinliğim olmadı hiç. Zira yaşanılan tüm hayat hikâyelerinde startın bir ağaçla başladığını görebilmek zor bir mesele. Bu yüzden Üstad’ın hayatı denildiğinde sanki kökü yerin derinliklerinde büyük ve güçlü bir çınar ağacının öyküsünü dinler gibi oluyorum. Öyle ya Katran, Kara Dut, Çam… Hepsinin ayrı bir sergüzeşti, encamı, serencamı vardı… Kim bilir? Kim bilir, belki de bu yüzden öfkesine paratoner olmuştur tüm kötülerin. Tarih sahnesinde iyiye, güzele, o güzelim ağaçlara nefretle bakılmış, düşmanlık edilmiş, kökleri budanmaya çalışılmış her zaman. Bu ülkede budanmış, kurutulmuş, köklerinden sökülmeye çalışılmış ağaçların sayısı kahramanlarımızın sayısından fazladır herhalde. Ama birtakım gafillerin bilmesi gerekir ki Allah dilerse öyle bir ağaç bitirir ki iyiliğin topraklarında, onu kesebilecek bir keskinlik, bir çelik bulamazsınız yeryüzünde!

İşte böyle düşünce ve hislerle mesafelerinizi aşar, bir süre sonra dostlarınıza kavuşursunuz çıktığınız yolculuklarda… Tıpkı bulutların dallara akması gibi, siz de akar gidersiniz hasret bitiren, dosta götüren ağaçlı yollarda. Kim bilir belki de bu yüzden severiz avlusunda çınar ağaçlarının yükseldiği mabetleri. O mabetlerin avlusunda kökü derinlerde, dalları göklerde adeta ilahi bir köprü yükselir de yanlarından farkında bile olmadan geçip gidenler olur. Biz ise içeride, elimizdeki telefonlarla duvarlarda serlevha edilen ayetlerin resmini çekeriz tuhaf bir ritüelle…

Kalın sağlıcakla…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın doğa ve dünya kümesinde bulunan diğer yazıları...
"Zeytinliklerin Altında Sükûn Yok!"
Gen’ellemeler

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
13 - 14 Yaşındaki Kız Çocukları Hakkında…
İşlenmemiş Cevherler Ülkesi: Türkiye
Sonbahara Birlikte Yürümek
Günbatımı Eski Bir Masada Başladı Her Şey
Yağmurda Koşamayanlar
Geçmişi Geçmişimiz Olan Şehir: Bosna - Hersek
Kaygı ve Endişe İnsanı İnsanlıktan Çıkartır
Abdülhamid, Abdülhak Hâmid ve Karındeşen Jack
Ezberlerin Bilimsel Kılıklısı Bir Felakettir
Ruhu Vurgun Yemiş Dalgıçlar

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Bir Hicran Nağmesi [Şiir]
Geldim [Şiir]
Sakin Bir Acı [Şiir]
Sözün Çiçeği [Şiir]
Sevgiliye Hasretle [Şiir]
Geceye Kâside [Şiir]
Benimle Ölür Müsün? [Şiir]
Gözbebeği Turşusu [Şiir]
Beste-i Nigar [Şiir]
Bilemezsiniz [Şiir]


Yûşa Irmak kimdir?

Felsefe ve edebiyat aşığı! Yayıncı, gazeteci ve kitapsever. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.