Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon |
|
||||||||||
|
Usta şairimiz Edip Cansever’in bir dizesi; “Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün” işte bu dizeyi de ilk kehribar tanesi gözlerine bakıp da yutkunduğum, içime ateşin düştüğü o gün not almış, yazmışım defterime… Yıllar geçmiş ve ben sabırla anlaşılmayı ümit ederek yaşamış nihayetinde tüm içtenliğimle anlattıklarımın anlam bulduğu o gün bu sözü zihnimden geçirip o kısacık konuşma sonrası sevinç gözyaşlarına boğulmuştum… Evet… bir caz müziği gibi gelip geçti zaman Leyla… Caz’ın yaz ile yakınlığını anlatmaya iki sesin benzerliği de yetmiyor biliyorum ama başka türlü de anlatamıyorum. Yani, yazlar elbette en çok hüzündür. Oysa kışlar da senin sevdiğin… Hüzün, yazları geceden önce gelip yerleşiyor neylersin. Ve konuşuyor sesinde ki billur bir yalnızlıkla. Akşam Şiirleri’nden ödünç alınmış bir dize: “Yüzüme bak, hüzüne bakmış olursun”. Caz da elbette en çok hüzündür. Kara bulutlar altında sarı bir yağmurluğa bürünüp gelir. Durur öylece, bakar, konuşmaz. Bazı akşamlar öyledir, susar. Derken rahmetli Al Jarreau abimiz, o uzun kollarını yana salmış, yüzünde dünyaları umursamaz bir gülümseyişle söyler: “We’re In This Love Together”. Sesini bütün çalgıların üstüne çıkarıp gülerek, eğlenerek… Yağmur yağacakmış, yağsın… Vakit ilerlemiş, tükensin! Kendi sesinin aydınlığında dans eden bir cazcıdan daha mesut kim olabilir değil mi ya? Hüznün içinden usulca bir sevinç de çıkıp gelir, o sarı yağmurlukların altında cennet çukuru gamzenli bir gülümsemedir işte! Sonra güzelleşir gece… Caz; “Hüzünlü bir bahtiyarlık” ile şarkı söylemenin farklı bir sevincidir ikimiz için… Bir caz müziği gibi gelip geçiyor zaman sevdiğim… Suskun, öylece, bulutların altında; gitarın, saksafonun ve o esmer sesin açtığı yoldan geceye karışıp gidiyoruz bu hayatta hem de biraz daha kendimiz, biraz daha bahtiyar olarak herhalde… Biz, hayata hüzünlü bir bahtiyarlıkla gülümseyenler, cazı neden seviyoruz? Çünkü caz, rahatı kaçıkların müziği, dünya kollarına büyük gelenlerin, acısı koyuların, sarı bir yağmurluğa bakıp gülümseyenlerin, yolun sonunu göremeyenlerin müziği… Caz bütün rindlerin müziği! Gece, bir caz müziği gibi gülümseyip geçiyor. İstanbul’da sensiz kalıp yaşamanın imkansızlığı üstüne konuşmak da hüzünlü şimdi gecenin bu saatinde… Biz böyle bir dille de konuşmayı çoğu kez beceremedik. Böyle ithamlarla, kusur aramalarla, entrikaları deşmeyle aradık iletişim eksikliğimizi… Keşke o dillerle konuşmaları bilmeseydik… Bizim dilimiz oysa çok yalın, çok saydam, çok çocuk değil mi? Bizim dilimiz çocuk dili değil mi? Bu yüzden ikimizin eteklerinden de hüzün akıyor, yüzümüz kat kat hüzün. Bu yüzden ikimiz de çok ağlıyoruz, çok susuyoruz, çok. Biz, nezaketin, inceliğin, zarafetin dilini bilmeyenleri hiç anlayamamıştık. Biz, ruhsuz, kaba, haşin, gardiyan tavırlı insanların dilinden hiç mi hiç anlamıyoruz. Biz bunlardan hiç anlamayız değil mi Leyli… İşte biz bu yüzden en çok caz seviyoruz. Biz bunun için masa üstlerimize solgun fotoğraflar koyup, cazın ardından hüzünlü türküler dinliyoruz. Türküler, hatta şarkılar dinleyip susuyoruz. Susup yine türküler ve şarkıları dinlemeye devam ediyoruz… İşte biz bunun için telefonda doya doya konuşamadık, dolu dolu yazışamadık, Biz, birbirimize bakmadan, dokunmadan, karışmadan, içmeden konuşamayız. Biz, birbirimizin ağzından dökülen bir dize şiirde hayat bulur ve onun serinliğinde sabahlarız. Yalancılar, kandıranlar, gerçekten aşık olmayanlar, sevmeyi bilmeyenler, bizi anlamazdı. Biz de onları anlamayız. Biz, birbirimizi görmediğimiz zamanlarda hep birbirimizi düşünürüz. Öyküler biriktiririz anlatmaya. Fotoğraflar ve şiirler biriktiririz. Biz, bir yola çıkarız, yolda olmanın sevinciyle tutuşup gezer dolaşırız aylak aylak… Zaman, bir caz müziği gibi geçer gittiğimiz her yolda; mesut oluruz. Biz, galiba yazın kışa yakın yanını seviyoruz en çok, akşamlarını da. Buğusu üstünde bir şiir gibi caz, o billur sesinle gittin yanımdan bu takıldı dilime bil istedim… Artık hüzünlü bir bahtiyar olarak, sana kavuşmuş olmayı, seni sevmiş olmayı, sana aşık olmayı, nefesini koklamayı, o billur sesinin, o kırılgan sevinçlerinin içinde kısa da olsa mutlu ve mesut oldum! Sensiz geçen bu günlerimde, seni nasıl özlediğimi, beklediğimi, nasıl anlatacağımı da bilemedim… Hoşça bak kendine…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |