Dünyayı isteyen bilime sarılsın, ahireti isteyen bilime sarılsın; hem dünyayı hem ahireti isteyen yine bilime sarılsın" -Hz. Muhammed |
|
||||||||||
|
“Göçer bir şehir”, adlı bu kitap için, bir göçmen kuş olan turnaların yola çıkışını ve şehrin üzerinden geçişini resmeden kapakla şehri ben Bursa’ya benzettim. Kitap iki bölüm, elli üç şiir ve yetmiş bir sayfadan oluşmakta… İlk bölümün adı ve ilk bölümün ilk şiiri kitaba adını vermekte; “Göçer bir şehir” ikinci bölüm “Devran” adını taşıyor. İlk bölümde otuz bir şiir, ikinci bölümde yirmi iki şiir yer almakta… İlk bölümün ilk şiiri “Göçer bir şehir”… Sanırım şair için oldukça ayrıcalıklı bir şiir… Bu şiir üslup ve kurgu farklı olsa da bende Ahmet Arif çağrışımı yaptı. Yanlışa boyun eğen kişilerin bozuk davranışlarını töre haline getirmelerine duyulan tepkinin ve yürekteki sızının yansıyı adeta. Şiiri okuyunca, şehrin gerçekten göçtüğünü ve yüreklerde enkaz yığını olarak kaldığını gördüm. Kararan bu hayatı yaşamak zorunda olanlar belki de günışığı göremeyeceklerdi. Şu dizelerdeki acı ve çaresizlik nasılda bir sigara dumanı gibi soluk aldığımız atmosfere yaralar açarak yükseliyorlar. Bir başka deyişle, ebabiller kızgın taşları yeryüzüne değil, gökyüzüne savurarak fil yerine atmosferi öldürüyorlar. Şiir değil, beklentilerin beklenmeyenleri doğurmasındaki korkunç manzara içimizi kana bulayan. Bu arada da şiirde bu kandan nasibini alıyor. Kelimelerine kan sıçramış olarak. “… Yılların dili sürçer haksızlığa perde Bir ova dağ olur zulmün kara gölgesinde … Nice rivayetler ardından Babasının katilini sorar Ağlar ahali hıçkırığını duyurmadan … Kokuşmuşluk duyulur, hissedilir zamanla Kız gelin olur duvaksız Kızıl gecenin karanlığında” “Hayal Kız” şiirinde nostaljik bir hüzün işleniyor. Bir yüreğin ince kanayışı, adeta gözlerinden akıp gidiyor ve şiir oluyor kelimelere dönüşerek. Şiirde imgeler çay ve şeker gibi… İmgeler şiire öylesine güzel yedirilmiş ki, imgeyi ve konuyu fark etmeden duygu içinde şiiri benliğinizde yaşıyorsunuz. Oldukça etkileyici bir şiir… Yıllar önce Ankara’da bindiğim bir otobüste ortalama yetmiş beş, seksen yaşlarında mavi gözlü sarışın olabilmesi çok muhtemel olan bir bayanla karşılaşmış, bu bayanın yirmili yaşlarda olduğu zamanı hayal etmiştim. O bayanın yirmili yaşlarda olduğu zamana sanal olarak âşık olmuş gibi şiir yazmıştım. Bu şiir bana onu hatırlattı. Her güzel şey, başka bir güzel şeyi hatırlatıyor galiba. Saf şiir vesselam… “Masumiyet” adlı şiir de masum, şiire konu olan da… Şairin kendi söyleyişiyle Meryem masumiyeti… Daha fazla nasıl masum olabilir ki bir erişkin… Ve bu masumiyeti korumaya azmetmiş bir şair… “yüreğimi zırh yaptım elimi uzatıp çekip aldım seni … baharda papatyalara arkadaş olasın diye” “Gül Yüzlü” adlı şiirde kişisel bir kurtarıcı yaratıyor imgeleminde ve bu düşselliğe bir beden ayarlıyor şair. Karşısında her şeyiyle kendi beklentisini karşılayacak biri oluyor “Gül Yüzlü”, Musa’nın beyaz eli gibi… “Işık saçarmışsın etrafa Çölleşen kalplere şifa senmişsin Huzur arayanlara derman …” “Aşk Sarhoşu”… İnsanın tenindeki yaralar iyileşiyor da, tinindeki yaralar iyileşmiyor işte. Zaman çare olmuyor, yarayı açan çare değilse. Şair de bu şiirinde bu buhranı dile getiriyorve çareyi yarayı açandan bekliyor. Okunacak bir şiir… “Zor Oluyor Ayrılıklar” şiiri bir Urfa türküsünün modernize edilmiş halini andırıyor. “Ölüm Allah’ın emri / Ayrılık olmasaydı”. Ayrılığın farklı bir yorumu… “Sen Duymadın” şiiri bana Attila İlhan’ın “Böyle Bir Sevmek” şiirini çağrıştırdı. Sevmek bir başka güzel; ister karşılığı olsun, ister olmasın. Bir karşılık beklemeden yapılan şeyler ne kadar güzeldir. Sanırım bu yüzden eskiler “İyilik yap suya at, balık bilmezse, Halık bilir” demişler. Şair de Halık’a havale ediyor. Bir karşılık alamasa da sevginin sahibi bilsin istiyor. Duygu da, ahenk de şiirde dikkate değer bir akıcılık veriyor. “Sen Nerelerden Geldin” şiirinde şairin, doğanın muhteşemliğinin aşkı doğurduğu ve sorduğu soruyla da okuyucuya bu güzelliği fark ettirmeye çabalaması şiire ayrı bir güzellik katıyor. Ben bu güzelliği en çok Faruk Nafiz ve Ahmet Muhip şiirlerinden tanıyorum. İşte bu şiir geleneğin farklı moderniz olmuş hali. “Gölgen bedenime uzar ey güzel Endamım ışıktan bir dünyam” İkinci dizde kullanılan “Endamım” bana biraz tuhaf geldi. Sanki “Endamın” olması gerekiyormuş da, klavye hatası olmuş gibi. Neyse, bakın Ahmet Muhip aynı duyguyu “Serenat” adlı şiirinde nasıl dillendiriyor. “Yeşil pencerenden bir gül at bana Işıklarla dolsun kalbimin içi Geldim işte mevsim gibi kapına Gözlerimde bulut saçlarımda çiğ” Hayrullah Eraslan şiirlerinin genelinde hüzün, aşk ve güzellikleri anlatırken yumuşak ünsüzlerden oluşan kelimeleri tercih ediyor, ıstırap, kaygı ve asilik gibi duyguları dile getirirken de sert ünsüzlerden müteşekkil kelimeleri tercih ediyor. “Ayrılık Azaptır” adlı şiirde hayalle gerçek arasına sıkışan birinin dış dünyayla ilişkisi konu ediliyor. Saf şiir… “Umudun ve Sevdanın Türküleri” bu şiiri okurken aklıma Sivas olayları geldi. İnsanlar, insan yakmamak için türkü yakmalılar ki, yeryüzü cehennem değil, cennet olsun. Tanrı bizi kısa süreli avunma ve oyalanma amaçlı bu dünyaya gönderiyor. Tanrı’nın tek isteği ve insandan beklentisi ise, kendisinin tanınması, canlı varlıklara faydalı olabilecek davranış ve üretimde bulunulması... İnsan ya bu dünyayı cennet yapmak için çalışacak ve cenneti hak edecek, ya cehenneme çevirip cehennemi hak edecek. Karar insanın… Dante, “İlahi Komedya”da içinde sevgi olmayanların cennete giremeyeceğini boşuna söylemiyor. Allahın dini zaten bunu buyuruyor. İslam sevgi ve barış dini değil mi? Hayrullah Eraslan’ın “Umudun ve Sevdanın Türküleri”yle avunarak büyüyen kişiler kötülüğü bilir, ama karakteri kötülük yapmasına izin vermez. İnsan hep güzel beklenti içinde güzel haber bekler. O haber genellikle gelmez, ama insanın yüreğini törpülerken daha bir duygusallaştırır ve kötülüklerden uzaklaştırır. Çevremize bir bakalım; insanlar eskiden çocuklarını, hatta hanımlarını birbirlerine emanet ederken, bugün çocuklarının sokakta oynamalarından kaygı duyuyorlar. Değişen dünyada şiirden, ezgiden, ninniden, masaldan kopuk aşk, gönül okşayan destanlar, efsaneler, masallarda iyilerin kötülere üstünlüğü vardı. İyiler hep başkalarına yardım eden kişilerdi. Oysa şimdi… Haber programlarında öldürülen kadınlar, tecavüze uğrayan çocuklar ve genç kızlar, birbirine hakaret etmeyi bir marifet sayan söylenen yalanları ispata çabalayan, birbirlerini vatan hainliği ile suçlayan politikacılar ve basın mensupları… Kimin yalan, kimin doğru söylediği, kimin haklı, kimin haksız olduğu belli olmayan bir zaman dilimindeyiz. Ne huzur, ne güven, ne mutluluk, ne umut… Korkunç bir kaosta yaşıyoruz ve bu kaosun bozulacağıyla korkutuluyoruz. “Umudun ve Sevdanın Türküleri” adlı şiirde hâlâ küçük şeylerle ve özellikle insani değerler ve hüzünle bile dünyanın daha güzel bir yer olabileceği düşüncesi işlenmiş, diye düşünüyorum. “Sen Bu Yollardan Geçmeden Önce” adlı şiire baktığımızda yine geleneğin modernize olmuş halini görüyoruz. Şiirin adı, aynı zamanda nakarat durumunda… Beni şiirin ses uyumu ve samimiyeti daha çok cezbediyor. Bir bebeğin annesiyle konuşmaya çalışmasındaki samimiyet var şiirin sesinde. Anlam daha farklı; tahsilsiz bir kişinin içinden geldiği gibi konuşması var. “Senden evvel senden ötelerdeyim Kayıp durgun sular gibi Bir yanım ayaz diğer yanım kavurur beni Sen bu yollardan geçmeden önce” Aynı samimi duygu ve ifadeleri rahmetli Ali Ekber Çiçek’in derlediği ağıtta da görüyoruz. “Şu yüce dağları duman kaplamış Yine mi gurbetten kara haber var Seher vakti burda kimler ağlamış Çimenler üstünde gözyaşları var” “Aynadaki Kim”… Şiiri okuyunca sosyal medyada rastladığım bir resim çağrışım yaptı; resimde tahminen seksen yaşlarında bir kadının yedi yaşındaki bir çocukla bakışması vardı. Kadının bakışlarında bir acı, bir hüsran, çocuğun bakışlarında bir şaşkınlık ve kararsızlık… Sanki kadın geçmişine, çocuk geleceğine bakıyordu. Bu şiir bende aynı duyguyu uyandırdı. “Yıllardan bir gündü Kalabalık şehrin bir gecesinde Aynaya bakan birisi vardı Bilmiyordu hangi suretti ona bakan …” “Ah Gözlerin” adlı şiir içimdeki İsmail’i sunak taşına yeniden yatırdı. O an anladım ki, İsmail de benim, İbrahim de. Gözlerim Tanrı’dan merhamet, sevdiğimden sevgi bekledi / bekliyor. Gözleri konusunda hiçbir şey söylemiyorum, gökyüzü ve denizler olunca, geriye bir şey kalmıyor. “Gözleri ah gözleri Bir şehri isyan ettirir … Bir şehri coşturur …” “Gece” şiirinde yalnızlık, sitem, kaygı ve kırık umut parçaları var. Hayrullah Eraslan ile Haşim birbirine zıt bir algıyla geceyi tanıtıyorlar. Haşim kiri, kötülüğü ve olumsuz olan her şeyi kapatan bir örtü gibi tanıtıyor geceyi. Bu farklı bakış açısı dikkate değer nitelikte… “… Masallar gecenin sıkıcılığında teselli olsun diye uydurulmuş Her insan bir iklimdir Ama akan her ırmakta kaybolur hayalleri” “Tek Mevsim”, “Gittiler”, “Ömür”, “Ayna ve Gerçekler”, “Eylül”, “Sessizlik Mevsimi”, “Hasret”, “Özlem”, “Umut”, “Adını Sen Koy”, “Babalar da Ağlar” şiirleri yürekleri zedelenmiş insanların utanarak çıkardıkları melodik çığlıkların deşifre olmuş halleri… “Geceyle Gelen” şiiri Haşim’in duygu ve algılarıyla örtüşür durumda… Şair günübirlik değişen duygularla doğayı algılama farkını da ortaya koyuyor. Saf ve etkileyici bir şiir… Alışılmış duyguların alışılmamış ifadesi… Kitabın genelinde doğayla iç içe olma tutkusu dikkati celp ediyor. Bir tür dua niteliği olan “Gül Oğlum”, “Serseri ve Melek Yar”, “Sevgi Esintisi”, “Sen Nerdesin”, “Eylül” şiirlerinde bu tutkuyu görmek mümkün. “Devran”, kitabın ikinci bölümü… Genellikle kısa şiirlerden oluşan bu bölümün ilk şiiri de, bölüme adını veren şiir; “Devran”… Bu şiir bir devrimcinin gözlemi… Tutarlı ve oldukça etkili tespitler var. Şiir bana Can Yücel’in tarzını anımsattı. Şiirin esrarlı güzelliğini bozmamak için alıntı yapmadım. Kitapta yer alan şiirlerin içinde en çok etkilendiğim şiir oldu. “Devran” bölümünde yer alan şiirler genellikle toplumsal eleştirilerden müteşekkil; eskilerin değişiyle “Hiciv” şiirleri… Arı bir şiir Hayrullah Eraslan’ın şiiri… Seslerin uyumu, güçlü anlatım, zaman zaman çocuksu sevinç ve hüzün okuyucuyu kışlak ve yaylak türünden bir Yörük hayatına sürüklüyor. Hayrullah Eraslan’ın şiiri her hal û kârda okunmaya değer… 20 Ağustos 20 Gölcük
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Osman AKTAŞ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |