Dengeli bir rejimde yemeğin yeri çok önemli. -Fran Lebowitz |
|
||||||||||
|
Dünyada krallık, hanedanlık ve devletleşmeler var oldukları günden bu zamana kadar, sürekli sudan bahanelerle büyük ve küçük çaplı savaşlardan tutalım da, türlü çatışmalara varan yıkım ve yok oluşlar hiçbir zaman durmak bilmemiştir. Böyle bir iğrenç insanlık tarihi varken, hangi toplum, devlet, din, düşünce ve ideoloji ben haklıyım diyebilir ki? Elbette zaman zaman haklı olanlar vardır; ancak o haklı olanların büyük çoğunluğu da, emellerine kavuştuktan sonra, kendisine uygulanan zulmün aynısını, bir başkasına yaşatmayı en büyük var oluş ve politika olarak görmüşlerdir, görmeye de devam edilmektedir. Tarihi gerçeklikler bu şekilde olduğuna göre, Arap Müslüman ülke olan Katar’ı teröre destek veriyor bahanesiyle, uygulamaya konulan ambargo ve sonrasında yaşanacaklar, hangi amaçla ve kimler tarafından nasıl bir senaryo ile hazırlandığını daha yakından anlamaya çalışalım. Ortadoğu ve Anadolu’da İslami kültürel yapıya dayanan Müslüman ülkeler, varlıklarından bugüne kadar gerek kendi içlerin de, gerekse komşularıyla gerçek anlamda on yıla varacak şekilde, bir barış ortamını yaşamış değillerdir. Bunun nedenleri üzerinde araştırma yaptığımızda, ileri gelen Müslüman şahısların hiçbirisi ne hazindir ki, doğru ve gerçekçi cevapları vermemektedirler. Gel ki konuya merak sarıp inceleyen kişiler, sorunların neden kaynaklandığını biliyor olsalar da, Müslümanların kendilerinden duymak, aynı zamanda İslam ülkelerinin olaylara bakış açılarını ve çözümleri açısından farklı bir önem taşımaktadır. Müslüman devlet yöneticileri ve entelektüel sayılan kişilere benzer sorular sorulduğunda, her zaman olduğu gibi, hiçbir tarihi ve bilimsel değeri olmayan ezberlenmiş o şeytan ve münafık kafirlerin bir oyunu şeklindeki cevaplarla yetindikleri görülmektedir. Verilen bu tür cevaplar ne kendilerini ne de çevrelerindeki insanlara asla inandırıcı gelmediği halde, buna ciddi bir itiraz eden de çıkmış değildir. Halbuki Müslüman ülkelerde yaşanan tüm olayların gerçek sebebi, başta Mezhep ve Tarikatçılık olmak üzere Şeyhlik, ağalık, feodalizm, siyasi ve ekonomik menfaatlere dayanan, diktatörlük ve hanedanlıktan başka bir şey değildir. İfade edilen sebeplerden, Müslüman ülkelerde ölen insan sayısını rakamlarla tespit etmek hiçbir zaman mümkün olmamaktadır. Müslüman ülkelerde yaşananlar adeta Nasrettin Hoca’nın eşeğinin çalınma olayına benzemektedir.; Mahkeme Kadısı başta olmak üzere herkes, hocayı kapısını kilitlemediği için suçlu bulurlar. Hocada buna dayanamayıp ya hu.! hırsızın hiç mi suçu yok? Diyerek kendini savunmaya çalışır. Örnekte de olduğu gibi Müslüman ülkeler başlarına gelen her olayda gâvur ve şeytan olarak gördükleri batılıları suçlayarak sorumluluktan kurtulduklarını düşünmektedirler. Diyelim ki batı suçlu. Peki o zaman çeşitli ticaret adı altında batılıların Müslüman ülkelere rahatça yerleşip, buralarda her türlü faaliyetleri yürütmelerini batılı gavurlar zorla mı yapmaktadırlar? Elbet te değil. İslam ülkelerinin özel davetleriyle gelmişlerdir. Tekrar sormak gerekiyor, batılı ülkeler madem kötüler, sizin ülkenizde ne işleri var? Neden sizin halkınızı rahatlıkla aldatıp emellerinde kullanabilmektedirler? Bu tür soruların gerçek cevaplarını hiçbir Müslüman devlet adamı ve siyasetçisi verememektedir. Çünkü İslami değerlere göre ters veya gereksiz olarak görülen pozitif bilim, teknik, mantık ve farklı kültürlerle birlikte yaşam anlayışı, Müslümanlarca münafık işi olarak görülmektedir. Pozitif bilimlerle ilgili doğru düzgün hiçbir şey ne öğretilir ne de bunun için en ufak bir yatırım söz konusu değildir. Bu yüzden toplumun büyük bir çoğunluğu kültürel anlamda son derece cahil bırakılmıştır. Sırf İslami bilgileri öğrenip ibadeti yerine getirmekle, her sorunlarının biteceğine inandırıldığı için, insanlar ibadet etmek, ekonomik menfaat, zevk ve alemden başka bir yaşam kültürünü bilmemektedirler. Diğer taraftan ülkenin dini ve siyasi hanedanlarıyla birlikte çevresindekiler, her türlü lüks ve şatafat içerisinde yaşarlarken, dışlanan ya da göz ardı edilen kişiler veya topluluklar, bu defa başkalarının daha rahat kullanabileceği maşalar durumuna gelmektedirler. Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğunun en büyük ekonomik kaynakları petrole dayandığı bilinmektedir. Petrolün arama ve çıkarma teknik makinaları başta olmak üzere, diğer bütün elektronik cihaz ve modern araçların hiçbir tanesini dahi, bu ülkelerde üretilmemektedir. Ve Müslüman ülkelerdeki eğitimin ana kaynağı İslami ilimlere dayanmaktadır. İslami ilimlerse İdealizm (Metafizik) doğrultusunda, bahsi geçen teknik ve modern bilimi tamamen şeytan işi görüp reddetmektedir. Buna rağmen Müslüman devletler, herkesten daha çok gavurların icat etmiş olduğu tüm modern imkanlarından yararlanarak yaşamalarını izah edecek kelimeler bulunmamaktadır. İslam toplumlarındaki böyle bir boşluğu ve lükse düşkünlüğü her insan ya da her ülke, doğal olarak kendi menfaatine olacak şekilde kullanacaktır. Bunun suçlusu batılılar değil, ağzı sulanıp görgüsüzce bunu yaşayan Müslümanlardır. Eğer bir Müslüman ülke, benzer boşlukları başkalarının kendi menfaatlerinde kullanacaklarını akıl edemiyorlarsa, o zaman ifade ettiğimiz gibi Müslümanlar düşünülenden daha cahil demektir. Yok eğer akıl edip te işlerine geldiği için göz yumuluyorsa, o zaman da iki yüzlülük söz konusudur. Demek ki suçun en büyüğü Müslüman ülkelerin kendilerindedir. Hiçbir zaman kendi eksiklik ve hatalarını kabul etmeyen Müslüman toplumluklar, asla barış ve huzura kavuşamayacaklardır. Şimdi gelelim Katar üzerinde bölgede yaşanacak cehenneme. Evet Batılı emperyalistler her zaman ekonomik ve siyasi çıkarlarını uzun ömürlü kılabilmek için, kendinden başkalarının güçlü ve ileri gitmesini asla istememişlerdir. Bu mantık dünyada her toplum ve birey için geçerli olan bir durumdur. Fakat emperyalistler daha erken ve akılcı davrandıklarından, her türlü tekniğe kendilerinin sahip olması neticesinde, dünyanın en önemli ekonomik kaynağı olan petrol bölgelerinde, sürekli menfaat sağlayabilecek politikalara sahiptirler. Bu plan ve politikaların en belirginleriyse, Birinci Dünya Savaşı’yla başlayıp daha sonra 1923’te yapılan Lozan Antlaşması’yla, Türkiye ve Ortadoğu ülkelerini kendilerine muhtaç şekilde devlet olmalarına izin vermişlerdir. Aradan geçen yüzyıllık sürede, bölge ülkelerinin bazıları kendi başlarına hareket edecek konuma geldiklerinden, bu durum emperyalistleri yeniden rahatsız etmektedir. Bölge devletleri tarafından gelişen tehlikelerin daha fazla büyümemesi noktasından hareketle, emperyalistler bunları yeniden kendilerine muhtaç ve bağımlı kılacak şekilde, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve Demokrasi adıyla, dizayn etmeye başlanmışlardır. İfade edilen planların birinci aşaması 1991 ve 2003 yıllarda Körfez Savaşı adıyla start almıştı. İkinci aşama ise 2011’de Suriye’ye saldırıyla devam ettirilmiş olup, üçüncü ve son aşama ise Katar üzerinden devam ettirilerek, sonuç alınmaya çalışılacaktır. Bu nasıl gerçekleşecek? Suriye’ye uygulanan taktikte olduğu gibi, Katar’ın terör örgütlerine desteği bahane edilerek, önce Müslüman ülkelerin ikiye bölünmesi sağlanacaktır. Arkasından Şii ve Sünni Müslümanlık hegomanyası pompalanarak, bölge ülkeleri her türlü oyuna getirilip, başta Arabistan ile İran’ın birbirleriyle savaşmalarına çalışılacaktır. Bu iki ülkenin savaşması demek, tüm Müslümanların birbirlerine girmesi anlamına gelmektedir. Bölgenin tamamında veya büyük bir kısmında savaşın çıkması demek, Müslüman ülkelerin hepsi zayıf düşürülüp daha küçük devletçiklere dönüştürüleceklerdir. Buna Türkiye’de dahil Müslüman ülkeler mesajı alıp emperyalistlerin dediklerini yaparlarsa, bazıları biraz daha az hasarla durumu kurtaracaklardır. Yok kendi kendilerine efelenmeye devam ederlerse şayet, başlarına geleceği hesap etmelidirler. Türkiye yönetimi ise hâlâ havanda su dövüp, kendi kendine efelenmeyle bir yere varacağını sanıyor. Suriye’de olduğu gibi Katar’a asker göndererek, bir şeyler kazanacağı hayali tam bir aymazlıktır. Diğer taraftan kendisini nelerin beklediğini akıl edemeyecek kadar kör cahilleri oynaması akıl alacak gibi değildir. Halbuki Ortadoğu’da yaşanacak tüm olaylar, bütün bölge ülkelerinin sonunu getirecektir. Türkiye şunu asla unutmamalıdır. Emperyalistlerle ne kadar canciğer kuzu sarması olsa da, bunun çok fazla bir garantisi bulunmamaktadır. Eğer batılıların çıkarları Türkiye’nin küçültülmesini gerektiriyorsa, eninde sonunda bunu Türkiye’ye yaşatacaklardır. Türkiye belki bu korkuyla Rusya’ya yanaşarak bir şeyler yapmaya çalışsa da, Rusya’da yüksek çıkarlarına göre hareket eden bir ülke olduğundan, emperyalistlerle her zaman anlaşma ihtimali çok yüksektir. Bu yüzden Türkiye’nin tek çıkış yolu vardır. O da; başta kendi yurttaşları olmak üzere çevresindeki herkesle dil, din, kültür ve düşünce çatışmasını bırakıp, barışçı ve gerçek bir demokratik yapıyla ülke birliğini sağlamalıdır. Bunun yerine her zaman yapılanlar gibi kendinden olmayan herkesi kötü görüp, Arap İslam gerici politikalarla hareket edildiği sürece, kendi sonunun geleceğini asla unutmamalıdır. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |