İnsanlar yalnızca yaşamın amacının mutluluk olmadığını düşünmeye başlayınca, mutluluğa ulaşabilir. -George Orwell |
|
||||||||||
|
Bir ülkenin ve bir toplumun nereye doğru gittiği konusunda öngürülerde bulunabilmek için, ilk önce o ülkenin kendi içerisinde siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel ve toplumsal barışı taçlandırmış bir Anayasaya sahip olup olmadığına bakarak ifade edilebilir. İkinci sırada ise, Türkiye’nin başta komşu ülkeler olmak üzere diğer uluslararası ülkelerle uzun ve kısa vadeli ilişkilerine göre söylemek mümkündür. Ne hazindir ki, Türkiye Cumhuriyeti var olduğu günden bu zamana kadar, ırkçı ve faşist bir Anayasaya sahip olması neticesinde, ne kendi içinde ne de komşu ülkeler ve uluslararası toplumlarla, gerçek bir barışa dayanan hiçbir ilişkisinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü mevcut anlayış sürekli herkese düşman gözüyle bakıp, Müslüman oldukları için hiç kimsenin kendilerini sevmediğini ileri sürüp, bin yıl önceden kalma ilkel ve geri kabile anlayışına dayanan düşüncelerle toplumu yönetmeye çalışmaktadırlar. Bu yüzden kendileri gibi imanlı kardeşleriyle bile gerçek bir dostluk ya da devlet ilişkileri geliştirememişlerdir. Daha önceleri birçok makale ve tartışma platformlarında ifade ettiğimiz konuları, her seferinde yazma mecburiyetinde kalmak, bizler için de can sıkıcı olmaktadır. Ancak bununun en büyük nedeni, Türkiye devlet yönetim yapısının demokratikleşme de en ufak bir adım atmayıp, o bildik 1900’lerin ulusalcı kafasıyla yaşama bakması neticesinde, mecburen aynı sorunları defalarca dile getirmek zorunda kalınmaktadır. Örneğin “İç Barışın” temel konuları olan Kürt, Ermeni, Hıristiyan, Alevi, işçi hakları ve siyasal düşünce problemleri olduğu gibi büyüyerek patlamaya hazır bir bomba gibi devam etmesi. Aynı şekilde devleti yönetmeye aday olup seçimlerde belirli bir oy oranına ulaşıp mecliste bulunan siyasal partilerin, siyasi olarak birbirinden çok farklı bir bakış açılarının olmaması. İktidar olan partinin siyasetini beğenmeyen muhalefetin, siyasette ya da ülkenin geleceği ile ilgili yeni bir bakış açısı getirmemeleri ya da getirememeleri de en büyük siyasal sorunların başında gelmektedir. Çünkü muhalefetteki her iki siyasi parti de, gerek iktidarda olduklarında gerekse devletin birçok kademesinde bulunan adamlarının tüm uygulamaları, mevcut iktidar partisinden çok fazla bir farklılık göstermemektedirler. 1800 ve 1900 yıllardan kalan Türk İslam Senteziyle yoğrulmuş Türkiye siyasi yapısı, aynı mantıkla 2000’li yıllarda da benzer siyasi politikaları sürdürmeye devam etmesi, kendi sonunu hazırlamak demektir. Gerek Cumhuriyetin kuruluşundan önce, gerekse sonrasında egemen olan Türk İslamcı Devşirme mantık Ermeni’ye, Kürt’e, Alevi’ye, Rum’a Çerkez’e, Laz’a, Hemşin’e ve Sosyalistlere kendinizi inkâr edip, devletin mevcut propagandasını yaptığınız sürece, tüm devlet imkânları size açıktır demesi. Bu tür mantıkla, hem herkesi vatandaş olarak göreceksin hem de kendisini inkâr etmez ise, her türlü imhaya mecbur olacağını ifade etmek, dünyada bir başka örneğine rastlanmayan faşist bir uygulamadan başka bir şey değildir. Baskı altına alınan bu kitleler belki belirli bir dönem sesini çıkarmayıp kabullenmiş gibi görünseler de, bunların çocukları ve torunları yaşamış oldukları baskı, haksızlık ve her türlü asimilasyonla karşılaşınca, yeniden isyan ederek düzenin keyfini kaçırmaya devam etmesi. Aynı şekilde komşu ülkelerle gerek mezhepsel gerekse siyasi olarak her türlü anlaşmazlıkların hâlâ sürmesi. Bu baskıcı faşist politikasını devam ettiren devlet; uluslararası haklarına sığınarak, terörle mücadele ediyorum adıyla, sürekli bir cadı avı sürdürmesi demek, devletin haklı olduğu anlamına gelmemektedir. Mevcut devlet yapısı, düne kadar her muhalif kesimi ya da kendinden olmayanları tek tek gözaltı ve hapisle imha ederken, bugün daha da hiddetlenerek hepsini birden yok ederek hedefine ulaşacağına inanmaktadır. Her seferinde çeşitli yalan ve hileleri bahane edip, yok bize darbeye kalktılar, yok bunlar başkalarının maşaları gibi aslı astarı olmayan hikâyelerle, adeta 1940’lı yıllarda Hitlerin kendinden görmediği herkesi cezalandırıp öldürmesine benzemektedir. Hitlerin akıbetini ise tüm dünya bilmektedir. Halbuki mevcut hükümet daha düne kadar kendisi de bu devlete muhalif idi. Ve bugün düşman olduğunu söylediği FETÖ vb. cemaatlerle her türlü işbirliği yaparak iktidarı ele geçirmediler mi? Şimdi suçladıkları paralelciler kadar kendileri de suçlu değil midir? Çünkü bunlarla yapmış oldukları yasal ve gayri yasal her faaliyetin bilançosu paralelcilerin elinde belge olarak bulunmaktadır. İktidardaki hükümet; Paralelcileri ve de bunların başı olan Gülen’i ne kendi iç mahkemelerinde, ne de uluslararası mahkemede cezalandıramayacaklardır. Çünkü kendileri de bu kişiler kadar vatan, din, iman ve toplumun maneviyatını kullanarak iktidara gelmişlerdir. Devletin en yüksek makamını eline geçirenler, nasıl oldu da canciğer iman kardeşi FETÖ’cülerle bu kadar düşmanlaştılar? Sorusu da önemli bir noktadır. İktidar sahibi olan Ağalar; Gülen’i ülkeye davet edip gel bize ya da bana tabi ol demediler mi? Cemaat ve lideri de, yok sen bize tabii olacaksın diyerek ayrışmaları sonucunda, birbirlerine darbe yapmaya kalmışlardır. Bizdeki şu atasözünde olduğu gibi “Benim dibim kara seninki benden kara” misali her şeyi açıklamaktadır. Şimdi de kalkıp darbe ve paralelciliği bahane ederek, kendinden olmayanlara her türlü baskı ve işkence uygulamak “Yeni Çağın Modern Faşizminden” başka bir şey değildir. Hani bir ay öncesine kadar iktidar ve muhalefeti ile birlikte herkes demokrasi sevdalısıydı. Şimdi ne oldu? Bir ay geçmeden hem demokrasi unutuldu, hem de kendinden olmayan demokrat ve devrimci öğretmenler başta olmak üzere, herkesi işkence altına almak hangi insanlık kitabın da yazmaktadır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, bunların demokrasi lafazanlıkları gerçek niyetlerini kamufle etmek içindi. Çünkü gerçek bilimsel yaşamın dışında, sürekli din, iman ve vatan şovenistliği yapan mantıktan demokrasi asla beklenemez. Gelinen bu noktadan sonra, ne iktidar sahipleri ne de bir başkası hiç kimse sevinmesin. Bu hezeyan ve kural tanımamazlık, “Bumerang” gibi dönüp mevcut hükümeti vuracağı gibi, Cumhuriyetin de sonunu getirecektir. Onun için Türkiye’nin iyi yöne doğru gitmediğini üzülerek söylemek durumundayız. Cemal Zöngür
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cemal Zöngür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |