Yaşam başlangıcı olmayan bir yolculuktur. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Trabzon Rize yolundan Of’a geçiyoruz. Bizi burada Refik Albayrak bekliyor. Refik ile de okul arkadaşıyız. O, şimdi Taşkıran Beldesi”nin Belediye başkanı. Onu takip ederek, Çaykara üzerinden Uzungöl’e geliyoruz. Aralarındaki mesafe 20 km. Uzungöl’e girerken ilk dikkatimi çeken çift minareli camii oluyor. Merkez Camii, adeta Uzungöl ile bütünleşmiş. Buranın simgesi haline gelmiş. Karşımızda müthiş bir manzara var. Göl, tamamen dağlarla çevrelenmiş. Yemyeşil dağlar arasında bir göl. Uzun bir göl. Gözlerimizi bu güzellikten alamıyoruz. Sanki de cennetin bir köşesindeyiz. Köprüden geçip, göl kıyısı boyunca ilerliyoruz. Kıyı sonunda bir motelin salonuna geliyoruz. Burada bir Karadeniz düğününe şahit oluyoruz. Refik bizi önce bir düğüne getiriyor. “Düğünden sonra kalacağınız yere gideriz.” diyor. Biraz sonra erkekler horon tepiyor. Refik de horona katılıyor. On dakika olmadan kan ter içinde kalıyor. Çünkü horon öyle bir hızlı oynanıyor ki buna dayanmak mümkün değil. Düğün sonrası gölün karşı kıyısına geçiyoruz. Burada bulunan Aygün Oteli’nde kalacağız. Burası gölün en güzel, en manzaralı yeri. Gölü ve dağları tam cepheden görüyorsunuz. Uzungöl, Karadeniz Dağları’ndan gelen derelerle besleniyor. Her taraf dere ve akarsu yatakları ile dolu. Göl, dupduru. Çarşaf gibi dümdüz. Tüm yapılar ahşap. Karşı yamaçta bir köy görünüyor. Buraya Büyükköy deniliyor. Köy, biraz yukarda olduğu için turistik alanla pek fazla ilgilenmiyor. Adeta kendi dünyalarında yaşıyorlar. Göle dinlenmeye, tatile gelenler lüks, pahalı bir yaşam sürdürürlerken, onların haberi dahi olmuyor nerdeyse. Yollarda köylü kadınlara rastlıyoruz. Tipik Karadeniz kadınları. Sırtlarında şelek şelek yük taşıyorlar. Neredeyse yere kadar eğilmişler. Yükün altında adeta eziliyorlar. Ama bir o kadar da mağrur ve gururlular. Çünkü onlara göre yaptıkları ezilme değil, kutsal bir görev. Evine yardım etme. Geçime fayda sağlama. Taşıdıkları, dağdan kestikleri ottan başka bir şey değil. Bu otları kurutup, kışın ineklere veriyorlarmış. Çünkü kış burada çetin geçiyor. Akşam için otele yerleşiyoruz. Otel, bungalovlar halinde düzenlenmiş. Temizlik bakımından mükemmel. Lüks ve donanımlı. Arkada bir şelale var. Suyu gürül gürül akıyor. Sesi şarkı gibi geliyor. Resteaurantı var. Akşamları canlı müzik eşliğinde yemeklerinizi yiyorsunuz. Ertesi gün, Güneye doğru 15 km gidiyoruz. Buralarda yaylalar var. Uzungöl’ün yaylaları meşhur. Zirveye doğru çıkarsanız Yedi Göller Bölgesine varırsınız. Burada sizi müthiş bir doğa güzelliği karşılar. Biz, Demirkapı Köyü’ne çıkıyoruz. Yol stebilize olduğundan zorlanıyoruz. Ama doğanın o zengin, o müthiş manzarası bize her türlü zorluğu unutturuyor. Her taraf ağaç. Her yan yemyeşil. Su alabildiğince. Dereler, şelaleler, pınarlar… sayısını biz de unutuyoruz. Sular saf. Kar suyu. Soğukluğundan içemiyorsunuz. Hava burada hep soğuk. Bu nedenle hırkalarımızı daima yanımızda bulunduruyoruz. Yol boyunca arıcılara rastlıyoruz. Bize Anzer Balını övüyorlar. Çünkü burada, Anzer Köyü’nde üretilen bu bal dünyaca biliniyormuş. Demirkapı köylüleri bizi dostça karşılıyor. Köy, 1800 metre yükseklikte. Çevre koruma altına alınmış. Doğal bir güzelliği var. Bu nedenle sit alanı ilan edilmiş. Evler hep ahşap. Köyde şu anda hayvancılıkla uğraşan aileler bulunuyor. Köyün elektriği ve telefonu var. Sadece kış geldiği zaman üç ay kadar bir süre yollar kapanıyormuş. Köyde Muzaffer Yüce isimli bir vatandaşın misafiri oluyoruz. Bize çay ikram ediyor. Çaylar hep hazır olduğundan hemen geliyor. Bana “Tam oturduğun yere Serdar Denktaş da oturdu. O da burada çay içti.” diyor. Bundan sonra ister istemez konu Kıbrıs oluyor. “Ne biliyorsunuz? Ne duyuyorsunuz?” diye soruyorum. Muzaffer Bey “Televizyon ve internet sayesinde dünya küçüldü. Her şeyi öğreniyoruz” diyor. Karşımızda dumanlı Karadeniz Dağları, ellerimizde Rize çayları, sohbete devam ediyoruz. Yüce klasik, bildiğimiz türden sözler söylüyor: “Kıbrıs’ı bizim bir parçamız gibi görüyoruz. Ama Kıbrıslı gençlerin sözleri bizi üzüyor. Söyledikleri bazı sözleri Yunanlılar bile söylemez. Oradaki Türk askerine işgalci diyorlar. Bu bizi üzüyor. Biz askeri güvence olarak görüyoruz.” Çaylarımızı yudumlamaya devam ediyoruz. Tazeliyoruz. Burada çayın tadı çok lezzetli. Birkaç bardak içiyoruz. Bu arada küçük çocukların önümüzdeki camiden çıktıklarını görüyoruz. Muzaffer Bey bilgisini burada da ortaya koyuyor: “Bakın bunlar bizim çocuklarımız. Dinlerini öğreniyorlar. Sizin orda olsaydı kıyametler kopardi. Dinini herkes öğrenecek. Dinini bilenden zarar gelmez. Bilmeyenden gelir. Kıbrıs’ta Kuran Kurslarına karşı gelindiğini duyduk. Halbu ki dinin bilinmesi gerekir. Ölürsek arkamızdan bir dua oküyanımız olmalı. Bunun kime ne zararı olacak?” diyor, Çayımız bitiyor. Hava kararmaya başlıyor. Müsaade isteyip aşağıya iniyoruz. Tekrar göle geliyoruz. Otelimizde canlı müzik eşliğinde yemek yiyoruz. Ben yöresel yemekleri tercih ediyorum. Önce lahana çorbası içiyorum. İçinde lahana, barbunya, mısır taneleri ve mısır unu var. Bizim bilmediğimiz bir tat. Ardından muhlama geliyor.Peynirin tereyağda pişmiş şekli. Sıcak sıcak yeniyor. Bir de Kuymak denilen aparatif biçiminde bir yiyecek türü var. Buna ekmeği banıp banıp yiyorsunuz. Eğer midenizde yer kaldıysa en son balığa sıra geliyor. Balık burada tereyağ ile yapıldığından tadına doyum olmuyor. Zeynep adlı bir müzisyenin saz eşliğinde Anadolu Türküleri dinleyerek unutulmaz bir gece yaşıyorsunuz. O gece Refik Bey’in ailesi ve Belde’de görev yapan ebe hanım da misafirimiz oluyor. Karadeniz müziği eşliğinde eğleniyoruz. Ertesi gün son günümüz. Belediye Başkanı’nın evine misafir oluyoruz. Başımızdan geçen komik olayları anlatarak zevkli bir kahvaltı yapıyoruz. Başkan bölgede çok seviliyor. Çalışkanlığını ve üretkenliğini herkes taktir ediyor. Bu nedenle de her dönem seçiliyormuş. Biz de misafirperverliğini ve dostluğunu taktir ediyoruz. Buradan hepsine teşekkür ediyoruz. Artık veda edip Ayder Yaylası’nın yollarına düşüyoruz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |