Bilen sever. -Leonardo da Vinci |
|
||||||||||
|
Samsun’dan sonra Sinop’a doğru ilerliyoruz. Bu, benim Sinop’a ilk gelişim. Önceleri sadece haritada görüyordum Sinop’u. Türkiye’nin kuzeydeki en uç burnu olduğunu biliyordum sadece. Bir de bazen en yoksul kenti deniliyordu burası için. Nüfusu az olmasına rağmen temiz bir şehir geldi bana. İlk intibalar çok olumlu idi. Şehre girdiğimizde caddelerin temizliği ve yolların kırmızı tuğlalardan yapılması dikkatimi çekti. Tüm caddeler adeta kıpkırmızı bir renge bürünmüştü. Bir de seçim döneminin etkisi olsa gerek, her yer, genelde kırmızı pankartlarla doluydu. Bayraklar, afişler, parti amblemleri her yanı süslemişti. Bir cümbüş, bir karnaval, bir festival havası vardı kentte. Sinop, önce Gerze, geçince görüldü. Uzaktan el sallıyordu bize. Burnu, denize doğru ilerliyordu. Pinokyo gelmişti aklıma. Hani şu masal kahramanı. Hani her yalan söylediğinde burnu uzayıp giden tahta kahraman. İşte Sinop’un burnu da öylece uzayıp gidiyordu engin dalgaları yararak, Karadeniz’e… İlçelerinin güzelliklerini de izleyerek geldik. İlçeleri de apayrı güzellikler saklıyordu bağrında. Doğaldı. İçten ve yapmacıksız. Bu yerleri iki defa görmeye mecbur kalırsınız. Çünkü Sinop’a giden yol, tek. Dönüşte de aynı yoldan dönmek zorundasınız. Başka yolu yok. Eğer, Samsun yolunu takip etmişseniz, Dikmen ve Gerze üzerinden girersiniz Sinop’a. Gerze’de Tarihi Türk evlerini görürsünüz. Ayrıca buradan Sinop’u izlemenizi öneririm. Müthiş bir manzara ile karşılaşacaksınız. Karadeniz’i belki hiç bu kadar beyaza yakın bir mavi içerisinde görmemişsinizdir. Burada geniş bir koy size kucaklarını açar. Doyumsuz güzelliğini sizlere cömertçe sunar. Uzaktan Sinop’u ince belli bir kadına benzetirsiniz. Ben, öyle gördüm. Hani tabiri caizse 90-60-90 derler ya… işte öyle bir şey. Şehir, ortalara doğru öyle bir inceliyor ki, narin bir bayana benzetmemeniz mümkün değil. Yukarıda kalınlaşıyor, aşağıya doğru inceliyor ve sonra yine kalınlaşıyor. Artık Sinop’tayız. Türkiye’nin kuzeydeki en uç kısmı. Burası İnceburun. Burada bembeyaz bir kule, bir melek edasıyla size gülümser. Karadeniz’in bazen hırçınlığını, bazen de uysallığını anlatır. Sinop, tarihi ve doğal güzellikleri ile dikkatleri çeken bir şehir olarak tanınıyor. Buradan bir çok uygarlıklar gelmiş, geçmiş. Buraya birçok imparatorluklar yerleşmiş. Bunların izlerini günümüzde görmek, hala mümkün. Tarihi Sinop kalesi üzerinde Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı döneminde tersane olarak kullanılan tarihi cezaevini bulursunuz. Burada resmen koskoca bir tarih yatmaktadır. Eğer yolunuz Sinop’a düşmüşse bu ceza evini gezmeden, görmeden Sinop’u gezdim demeyin. Kimler gelip geçmiş bu ceza evinden. Kırım Hanı Devlet Giray, Refik Halit Karay, Sabahattin İsmail gibi nice devlet adamları, nice siyasetçiler, yazarlar ve sanat adamları burada misafir edilmiş. Onların ayak izlerini, ter kokularını duymanız mümkün. Meşhur türküyü bilirsiniz: “Dışarda deli dalgalar, Gelip duvarları yalar, Bu sesler beni oyalar, Aldırma gönül aldırma” İşte, bu türkü de burada yazılmış. Burayı anlatıyor. Sinop Cezaevi, Sinop Kalesi üzerinde kurulmuş bir yapı. Önce tersane imiş. Sonradan cezaevine dönüştürülmüş. Burası, kaçmanın imkansızlığı ile biliniyor. Denizin kenarında. Evliya Çelebi, ünlü “Seyahatname”sinde bakınız burası için neler yazmış: “ Büyük ve korkunç bir kaledir. 30 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumlar vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır. Tanrı korusun, oradan mahkum kaçırtmak değil, kuş bile uçurtmazlar..” Daha önce burada gardiyanlık yapmış, şimdilerde ise emekliye ayrılarak rehberlik yapan bir Bey, önündeki gruba anlatıyor: “Burada bütün işleri adi suçlardan gelen insanlar yapardı. Bu, mahkumlar arasında bir gelenekti. Buradan kaçmak mümkün değildi. Karadan kaçılamaz, deniz de buna izin vermezdi. İdamlık mahkumlar, deniz kıyısındaki hücrelere getirilirdi. Onlar idamlık olduklarını bilmezdi. Çünkü deniz dalgaları hücre duvarlarına vurdukça mahkumların beyinleri zamanla uyuşurdu. Artık öyle bir hale gelirlerdi ki, ne yaptıklarını dahi bilmezlerdi. Şuurlarını neredeyse kaybederlerdi. Vakti gelince de diğer mahkumlardan uzak bir köşede idam edilirlerdi. Bu, genelde şafak sökmeden olurdu. Şurası da bir gerçektir, Türkiye’de idam kararı alınmasına rağmen, uzun bir süredir bu kararlar uygulanmamıştır.” Kaleye çıkıp, şehrin güzelliğini de seyretmeyi ihmal etmeyin. Sinop Müzesini ve Etnografya müzesini gezin. Sinop Şehitliğini görün. Buranın da ayrı bir hikayesi var: “Hüseyin Paşa, Kafkas Ordusunun asker ve mühimmat bakımından gemilerin emniyetini destekleme ve sahillerin korunması görevini alır. Osmanlı filosu 18 Kasım 1853’te Sinop Limanı’na demir atar. Hava müsait olmadığı için filo hareket edemez. Filoya Rus Filosu saldırır. Çok sayıda asker şehit olur. Şehitlerin üzerinden çıkan paralarla tersanede Hacı Ömer Camii yanında bir çeşme yaptırılır. Cumhuriyetin 10. yılında halkın da katkısıyla bu günkü anıt yapılır. Şehitlerin kemikleri bu anıt altındaki odada toplanmıştır.” Sinop halkı bu şehitleri hala rahmetle anmaktadırlar. Ayrıca tarih boyunca Sinop’ta yaşamış İslam büyüklerinin türbelerini de bu şehirde görürsünüz. Bunların en önemlisi seyit Bilal Türbesi olarak biliniyor. Yine ilçelerinden olan Boyabat’ta tarihi kaleyi ve kaya mezarlarını gezebilirsiniz. Ayancık ilçesinde Akgöl’deki gölü ve İnatlı Mağarası’nı gezerek müthiş bir doğa güzelliğine şahit olabilirsiniz. Şelale görmek isterseniz de Erfelek ilçesine gitmeniz yeterli olacaktır. Değişik çiçek, bitki ve kuşlarla yaban hayvanlarını barındıran Sarıkum, İnceburun, Hamsilos, Akliman bölgelerinde ise gezi yaparken, şaşkınlıklarınızı bir türlü gizleyemeyeceksiniz. Biz, gezerken tesadüfen bulunduğumuz caddenin adının Kıbrıs Caddesi olduğunu öğreniyoruz. Burada bir lokantaya giriyoruz. “Obur-Martı Restaurant” emekli bir bayanla beyi bizleri gülümseyerek karşılıyor. Buyur ediyorlar. Mantı türünde çok iddialı olduklarını belirtiyorlar. Gerçekten de çok nefis yemekler yiyoruz burada. Mantının tadı çok güzel geliyor bize. Bayanın adı Tayyibe Arslanoğlu. Kendisiyle sohbet ediyoruz. Kıbrıs’tan geldiğimizi öğrenince şaşkınlığını ve hayretini gizleyemiyor. Kıbrıs’a daha önce geldiğini ve orada dostları olduğunu söylüyor. Bunun üzerine sohbetimizi önce Sinop, sonra Kıbrıs üzerinde yapıyoruz. Anlatıyor Tayyibe Hanım: “Sinop’ta en büyük sorun işsizlik. Siz, şehrin böyle güzel göründüğüne bakmayın. Şehre fazla yatırım yapılmıyor. Gençlere iş imkanları sağlanmıyor. Bu nedenle gençlerimiz hep dışarıda. Burası Türkiye’nin belki de en yoksul şehri. Şehirde kalanlar hep emekliler. Bu nedenle nüfus az. Olanlar da dışarıdan gelen memurlar. Sinop, huzurlu ve güvenli bir şehir. Burada adi suçlar pek olmaz. Türkiye’nin en güvenli şehri diyebilirim. Buraya gelen memurlar emekliye ayrıldıklarında buradan gitmiyorlar. Ev alarak yerleşiyorlar.” diyor. Kıbrıs için ise pek de iyimser konuşmuyor: “ Boğazköy’de kaldım. Aslında Kıbrıs’ı çok sevdim. İnsanlar, sıcakkanlı ve misafirperver. Ancak, gençlerinizi Rum hayranı olarak gördüm. Tabii genelleme yapmak istemem. Ama orada tanıdığımı bir iki genç vardı. Tamamen Rumlara aşıktı. Bir de oradaki vatandaşların Türkleri sevmediklerini gördüm. İnşallah yanılmışımdır. Hepsi için aynı şeyi söyleyemem. Ama gençler öyleydi. Onların böyle düşünmelerini yadırgadım. Doğru bulmadım. Onlara Türklük sevgisi verilmeli. Kendileriyle, ait oldukları milletleriyle gurur duymaları gerektiği öğretilmeli. Biz Kıbrıs’ı ve Kıbrıslıları çok seviyoruz. Onları feleğin her türlü çemberinden geçmiş olarak görüyoruz. Çünkü zamanında çok çektiler.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |