Dünyaya geldiğinden, dünyada bulunduğundan, dünyadan gideceğinden hoşnut olan bir kimse görmedim. -Namık Kemal |
|
||||||||||
|
Ordu’dan sonra uğrak yerimiz Giresun oluyor. Giresun da Karadeniz Bölgesi’nin güzide şehirlerinden biri. Şehrin bir kısmı denize doğru uzanıyor; diğer kısmı da dağlara tırmanıyor. Kalenin hem doğu; hem de batı tarafına kurulmuş. İki ayrı şehir gibi. Giresun, ilk defa Fenikeliler zamanında kurulmuş. Burada kiraz bol olduğundan buraya “Kerasus” adı verilmiş. Sonra Giresun, Romalılar ve Rumların hakimiyetine geçmiş. Romadan gelen komutan Giresun’dan ayrılırken hiç görmediği kiraz fidanlarından da yanında götürmüş. Böylece Avrupa’ya kiraz, buradan yayılmış. Buradan da bütün dünya, kirazı, Giresun sayesinde öğrenmiş. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesinden sonra, 1461 yılında Pontus Rum Devletine son verilerek, Giresun, Türk topraklarına katılmış. Günümüzde bu şehir, dünyanın fındık merkezi olarak biliniyor. Fisko-Birlik Genel Merkezi burada bulunuyor. Bunun yanı sıra balıkçılık ve turizm de geçim için, önemli yer tutuyor. Özellikle yayla turizmciliği çok gelişmiş. Adeta bir sektör haline gelmiş. Bir de Karadenizin tek adası olan Giresun Adası da bu şehir sınırında yer alıyor. Burası da çok ilgi çeken yerler arasında. Bizi, şehre girerken üniversitede beraber olduğumuz, ekmeğimizi, derdimizi, acımızı paylaştığımız kardeşim Yakup Yayla karşılıyor. Kucaklaşıyoruz. Evinde iki gün misafir oluyoruz. Karadeniz insanının en sıcak sevgisini sunuyor bize. Misafirperverliğin en yücesini gösteriyor. Hanımı Halime Hanım, adeta etrafımızda pervane kesiliyor. Kızları Şeyma ile Maide hizmet için birbirleriyle yarışıyor. Bir misafire ilgi, ancak bu kadar gösterilebilir. Rahat etmemiz için her şeyi sağlıyorlar bize. Gerçekten de rahatız. Çünkü dost bir evdeyiz. Akşam Ekrem Özdemir, hanımı ve çocuklarıyla geliyor. O da sınıf arkadaşımız. Tabiri caizse bizim kumpanyadan. Yarenimiz, dostumuz, canımız. Yıllar, pek bir şey götürmemiş arkadaşlardan. Ben biraz göbeklenmişim, Yakup’un saçları gitmiş, Ekrem’in yanakları ve gıdıkları biraz etlenmiş. Bunun dışında hep aynı kalmışız. Bir aile çay bahçesine gidip hasretleşiyoruz. Bayanlar kendi aralarında iyice tanışırken, bizler hep üniversite yıllarını yad ediyoruz. Ertesi gün hep birlikte yaylalara çıkıyoruz. Giresun’un iç kesimlerine doğru 30 km uzaklıktaki Dereli ilçesi üzerinden Kümbet Yaylasına çıkıyoruz. Yol boyunca doğal manzara başımızı döndürüyor. Alabildiğince yeşillik, orman ve su… Kümbet Yaylası 1710 Rakıma sahip. Burası uluslar arası yayla şenliklerine de ev sahipliği yapıyormuş. Zirveye ulaşıyoruz. O kadar soğuk ki üşüyoruz. Allah’tan Ekrem hazırlıklı davranmış. Arabanın arkası kışlıklarla dolu. Bize birer mont veriyor. Giyiyoruz. Yaylanın girişinde küçük bir Pazar var. Köy girişi restoranlar, çayhaneler, kebap evleri, bakkallarla dolu. Köye girer girmez et kokuları burnumuza doluyor. Her taraf et kokusu ile sarılmış. Kokuları duyunca açlığımızı hissediyoruz. Ekrem, fırından taze çıkmış pide alıyor. Sıcacık. O kadar lezzetli geliyor ki, tadını unutamıyoruz. Yemek için biraz aşağıya, Uzundere köyü’ne iniyoruz. Burada alabalık tesisleri var. Dileyen balık, dileyen et veya tavuk tercih ediyor. Tabii yerel yiyecekler de bol miktarda sunuluyor. Uzundere Köyü, Kümbet yaylasının 5 km kadar aşağısında. “Uzundere Alabalık Tesisleri Aile Pansiyonu”na geliyoruz. Rüstem Mert ve Oğulları işletiyor burasını. Bir akarsuyun hemen yanına kurulmuş. Yapılar hep ahşap. Bölgesel özellikler aynen korunmuş. Ben, balık söylüyorum. Izgarada pirzola da yapılıyor. Balık, çok lezzetli. Çünkü tereyağ ile pişiriliyor. Yörenin suyundan mı, otundan mı bilemem, ben, daha bu kadar lezzetli bir balık yemedim. Bu arada söz balıktan açılıyor. Ekrem’in büyük oğlu Mehmet Buğrahan, tam bir balıkçı. Olta ile yakaladığı balığı anlatıyor. Fotoğrafını çekmiş, gösteriyor. Bu konudaki hünerini anlata anlata bitiremiyor. Balığın arkasına demli çaylarımızı içiyoruz. Karadeniz, ne de olsa çayın anayurdu. Bu nedenle çayın tadı bir başka oluyor. Yakup bu arada “Buyduk! Buyduk!” diye haykırıyor. Ne demek diye soruyorum. Yöresel ağız olduğunu ve çok üşümek, donmak anlamına geldiğini söylüyor. Espiri yapıyor “Ekrem de olmasa zatürre olup gideriz” diyor. Hep birlikte gülüyoruz. Kalkma vakti geliyor. Zira sis bütün yaylaya çöküyor. Nerede ise göz gözü görmüyor. Ekrem son bir kez dağda, daireler çizerek bize doğal güzelliği gösteriyor. Arada bir akan pınarların başına durup, buz gibi kar sularından içiyoruz. Müthiş bir gün yaşıyoruz. Doğanın her türlü manzarasını içimize sindiriyoruz. Akşam evlere döndüğümüzde yorgunluktan bîtap düşüyoruz. Ertesi gün Trabzon’a geçeceğiz. Of Üzerinden Uzungöl’e kadar uzanacağız. Burada birkaç gün mola verip dinleneceğiz. Tabii oradaki doğal güzellikleri de sizlerle paylaşacağız.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |