..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşamdan korkmayın çocuklar. İyi, doğru bir şey yaptınız mı yaşam öyle güzel ki. - Dostoyevski
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Savaş ve Afetler > Muhammed CAN




17 Aralık 2014
İran ve Suriye Savaşının Zaferi  
Muhammed CAN
Suriye; Yirmi birinci yüzyılın GORDİON düğümü konumundadır. Bu düğümü kim çözerse Kuzey Afrika sahillerinin tamamı ve Maveraünnehir’e kadar akacak bir siyasal akımın öncüsü olacak.


:ACEI:
İkinci Irak-İran Savaşının Sonu veya Suriye Savaşının Zaferi

Belki de çok erken söylenmiş bir cümle olarak algılanacak, olsun. Bazen en son söylenecek söz, başta da söylenebilmeli. Suriye’deki direniş zafere ulaştı. Bu zafer, ne imam Ali'nin (a.s) Cemel Savaşı’na ne de Sıffın Savaşı’ndaki zaferine benzemeyen başka bir zaferi bünyesinde barındırıyor!

İslam tarihinde Müslümanların kendi aralarında ‘ her iki tarafın da hak adına’ Cemel, Sıffın ve Nehrevan'da İmam Ali’ye (a.s) karşı o gün kim hangi bahane ile savaştıysa, bugün de Suriye’de savaşanlar, İslam İnkılabı liderinin belirlediği direniş hattının ''altın halkası'' olan Suriye’ye karşı çıkanlar, aynı bahaneleri ileri sürerek savaştılar.

Yine geriye doğru, pek de uzak sayılmayan zaman diliminde sekiz yıllık Irak-İran Savaşı olmuştu. O günkü savaşta; Saddam'ı, İmam Humeyni önderliğinde gerçekleştirilen İslam inkilabına saldırtan, İsrail-ABD-NATO ve kendi uyduruk islami şeriat devletlerinin tehlikeye girdiğini gören saltanatçı ve Kralcı Arabi kabile iktidarları, 2010‘da başlayan, ki bu iki kutsal savunma savaşının arasında otuz yıl gibi kısa bir süre geçmesine rağmen, sözde islami alim ve aydınlar, gereken dersi çıkartamamış veya menfaatlerini ön planda tutmuş olacaklar ki Suriye’de de aynı hatayı tekrar ettiler. Onlar şunu çok iyi bilmeliydiler ki İslami inkılabı ve Hizbullahi Direniş otuz yıl önceki gibi değildir.

Suriye’deki vekalet savaşında Hizbullahi direnişin kendi öz gücü ve onurlu mücadelesiyle zaferini tarihe yazdırdı. Bu savaş emperyalistlerin toplu saldırılarına karşı verilen bir mücadelenin zaferidir. Hatta Suriye’nin kurtuluş savaşıdır dersek yeridir.

Harıtlayalım İsrail ve Batı adına vekaleten başlatılan Suriye savaşında en ön saflarda yer alan Türkiye Dış İşleri Bakanı Davutoğlu olmuştu. Davutoğlu, Ankara’da yaptığı bir konuşmasında Büyük Osmanlı İmparatorluğu özlemi içinde savaşın ilk ikinci ayında pek rahatlıkla şunları söyleyebiliyordu :“Biz Ortadoğu’daki değişimin öncüsüyüz. Ortadoğu’daki değişimin nasıl olacağını biz belirliyoruz. Türkiye Ortadoğu’da da dünyada da oyun kurucu bir ülkedir.”

Davutoğlu’nun ağzından dökülen bu cümlelerin ilham perisi pekala aklı başında her insanın da rahatlıkla bileceği gibi Bayan Clinton yani ABD ve dolayısı ile İsraildi!

Davutoğlu, ABD diktatörlüğünü, demokrasi havarisi örtüsüne büründürerek Suriye’de değişim ve dönüşümün gönüllü askerliğine soyundura dursun, gerçekte İsrail'in Hizbullah karşısında Temmuz 2006 yenilgisini telafi etmek için Suriye’nin cezalandırlması gerektiğini çok iyi bilen direnişin ön cephe komutanlarından Hizbullah Lideri Seyyid Hasan Nasrullah ise Suriye ile ilgili bir konuşmasında ''Bizim var oluşumuz da, yok oluşumuz da komşumuzla beraberdir. Şimdi bin savaşçımız Suriye'de varsa, yarın iki bin olacaktır, yarın iki bin savaşçımız komşumuzla omuz omuza savaşıyorsa öbür gün beş bin olacaktır, sonraki günlerde on bin ve bütün Hizbullah savaşçıları Esad'ın ve Suriye halkının yanında kanıyla, canıyla, onuruyla namusuyla şehadeti tadacaktır'' diyordu. İşte bu varoluşa İsrail’den çok Türk Politikacıları tahammül edememiş olacak ki kimi zevat; Hizbullah'a, “Hizbuşşeytan” deme küstahlığında bile bulunabilecekti.

Suriye savaşı dolayısı ile iki yıl önceki bir röportajda “...Suriye; Yirmi birinci yüzyılın GORDİON düğümü konumundadır. Bu düğümü kim çözerse Kuzey Afrika sahillerinin tamamı ve Maveraünnehir’e kadar akacak bir siyasal akımın öncüsü olacak. Türkiye’nin, Neo-Osmanlı akımı ile İslam‘ın ana akımını temsil eden, direnişin öncü kuvvetleri de bu hatta ısrarla zafer arıyor ve daha ısrarcı davranıyor. Direnişin bu hattaki ısrarcılığı İsrail‘in varlığına büyük bir tehdittir. İsrail‘in varoluşu veya varlığını sürdürmesi, Neo-Osmanlı akımın zaferine bağlıdır. Şayet Neo-Osmanlı akımı zafere ulaşırsa, İsrail; böylece Batı, bu bölgedeki varlığını bir müddet daha devam ettirebilir. Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’daki siyasal islam fay hatlarının harekete geçmesinde bu etken ciddi bir pay oluşturuyor. Bunun için büyük kahinlerin (ADB-İsrail-İngiltere) isteği ile Neo-Osmanlı projesini üstlenenler, büyük tablonun hatırına bölgede oluşabilecek ikinci özerk bir Kürdistan‘a yeşil ışık da yakabilirler. İktidarın bu tabloyu görmemesi düşünülemez!..” demiştim.

Tam da Suriye’nin zaferinin belirginleştiği ve bundan dolayı uzunca bir süreden beri ertelenen Demokratik İslam Kongresi’nde röportajda söylediğim cümlenin son satırlarını yeniden hatırladım. Suriye’de direnişin akıbetinin kesin yenilgiye uğrayacağını ilan eden Türk politikacılarının, ''Şam’da Emevi camii'nde namaz kılmak'' arzuları veya ''üç saatte Şam'a varıp Suriye hükümetini yıkmak'' istekleri kıyamete kadar ertelense de...

Irak-İran savaşında Batı'dan (en az on yedi ülke) gönderilen modern savaş silahların yanı sıra kimyasal ve biyolojik silahlarla da donatılan Saddam, Cezayir anlaşmasını tanımadığını ilan ederek verdiği demeci yarıda kesip devamını bir hafta sonra Tahran’da vermeyi düşünürken, bundan otuz bir yıl sonra bölgenin II. Yavuz’u olma hevesine kapılmış zevat da, nutuklarında bu meyanda bir şeyler terennüm ederken demek tarihten ders almayı bilememişti. Öyleki Gazze’de ''masum bebelerden mamayı esirgeyen Siyonist İsrail’i Suriye’deki vekalet savaşının sözde mücahitlerini hiçbir karşılık beklemeden tedavi ediyorlardı(!?)'' İstekler ve arzular ilahi çizgide olmayınca Firavun da olsa yalnız başına bırakıldığı sanılan Musa’ya yenik düşer.

Çok iyi biliyoruz ki batı ve batıya endeksli bölge iktidarlarının, İslam İnkilabı’ndan sonra İslam dünyasında ikinci kırılma noktası, Suriye’deki vekalet savaşında aldığı ağır darbedir ki bu yenilginin asıl ve esaslı darbesi Siyonizmin beynine indirilmiştir.

Buradan hareketle, Diyarbakır’da yapılan Demokratik İslam Kongresi’ne dönecek olursak: Gideceği istikameti bilen bir kervana, sonradan katılmak isteyenler, kevancıbaşının iziniyle kervana tabi olursa, ancak o zaman o kervanın bir parçası kabul edilir. Bu bağlamda İslam dünyasının, uyanmış ve direnişci islam cephesi kervanına katılmak isteyenler de böyledir!

Tarih bize kölelerin özgürlük bahşettiğini göstermemiş, bir farkla ki kendi inacının ve halkının gücüne dayanarak özgürlüğünü elde etmiş olabilsin. Bu durumda kimi oluşumlar, ''Kültürel İslamı'' gündeme alacak kadar siyasi bir eblehlik göstermeden önce liderlikte değerler manzumesi, hiçbir kuruma bağlanamayacak kadar bağımsız, hiçbir güçten korkmayacak kadar Muvahhid, hiçbir ırka indirgenmeyecek kadar kapsayıcı, hiçbir yabancı sistemden beslenmeyecek kadar bilgelik barındırmalıdır. Liderin taşıdığı değer hiçbir kurumun boyunduruğuna girmeyecek kadar ulvi, hiçbir güce yalakalık yapmayacak kadar nezih, hiçbir maddi varlığa tevessül etmeyecek kadar sade, hiçbir beşeri sistemle barışmayacak kadar katkısız olmalıdır!

Suriyede işlenen cinayetlerin bir benzeri de tarihte Kufe’de İbn-i Zubeyr oğlu Abdullah tarafından işlenmişti. Sahabe Zubeyr(!)'in torunu Musab, yedibin suçsuz müslümanın boynunu, Ali'nin Adaletine olan iştiyaklarından dolayı bir günde vurdurmuştu. Boyunları vurulan bu mü'minlerin tek suçu, Ehl-i Beyti sevmek ve onların adalet anlayışını kendi vatanlarında tesis etmekti. Demem o ki başta müslüman Kürtler ve bu bölgenin aziz İslam toplumları; kimlerin, sözde ''Demokratik İslam'' örtüsü altında ne hinlikler düşündüğünü çok iyi bilir, görür ve bu oyuna gelmezler.

Sosyalist Alevilere de birkaç cümle söylemeyi bir gereksinim gördüm. O da şu ki:
ne İmam Ali(a.s) ne Huseyn(a.s) ve ne de diğer İmamlarımız(a.s), Sosyalist değillerdi. Sosyalistler, İmamların değerlerini alıp, Alevilere kendi değerleriymiş gibi pazarladılar. Aleviler de Alisini, ve Hüseyin'ini tanımadıkları için bu kumpasa düştüler. Bu cümleye tarihini bilmeyen Kürt Müslüman milletini de dahil ediyorum.
Son olarak: '' Sırat-el Mustakiym, Velayet-i Fakih'in yoludur.'' Bu yol Adem ile birlikte başlayan bir yoldur.

Ve Zafer! Adem evlatlarının Kerimlerine vaad edilmiş ilahi bir müjdedir.

Wesselam

Muhammed CAN

Frankfurt



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Muhammed Can S. Demirtaş'a Soruyor
Türk İslamcı Dostlarımız - 5
Gündem Özel - 4 Başkanlık Sistemi ve Avrupa Krizi
Rebeze Röportajı - 2
Algı Sapmasında Türk İslamcıları
Türk İslamcı Dostlarımız! —2
Size Ne Oldu?
Türk İslamcı Dostlarımız - 3
Emperyalist İslamcı Olunabiliyormuş Demek!
Türk Aydınlarında Takvimler 1789 Mu?

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Dost İçin [Şiir]
Serzeniş [Şiir]
Bizde Ne Anne'ler Var [Şiir]
Ne İnsanlar Gördüm [Şiir]
Ey Gazzeli Cocuk! [Şiir]
Ayrılık Senfonisi [Şiir]
Hatıram! [Şiir]
Namus'un Adına! [Şiir]
Hum Kıyısında Bir Gece [Deneme]
Velayet-i Fakih ve Siyasla İslam [İnceleme]


Muhammed CAN kimdir?

. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Muhammed CAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.