..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Doğallık sahip olunan değil, kazanılması gereken bir erdemdir. -Cervantes
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Yaşam > sedat Yalçın




16 Kasım 2014
Pencereler  
sedat Yalçın
Bizler de öyle değil miyiz? Tül görevi gören, sis tabakası oluşturan, davranış ve sözlerimiz bazen yetersiz kalır. Bazende bilgi birikimimiz dışarıya karşı yetersiz durumdadır. Bu anlarda yetersizliğimizin anlaşılması asla kabul edilemez. Hemen zihnimizin kalın keten perdelerini çekeriz: Yani, inatla dogmalarımıza sarılırız.


:ABDD:

Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir. Arkasındaki gerçeği görürsün, ama, cam seni gerçekten ayırır. H.Cibran

T.D.K.nın” Büyük Türkçe Sözlüğünde” pencerenin anlamı şöyledir: Yapıları veya tren, vapur vb. ulaşım araçlarını aydınlatmak, havalandırmak amacıyla yapılan, çerçeve, cam, panjur, perde gibi eklentilerle daha kullanışlı bir duruma getirilen açıklık.

Pencereler bir evin olmazsa, olmazlarındandır. Her odada en az bir veya daha fazla pen-cere vardır. Bazı binalarda, nadiren de, olsa hiç penceresi olmayan odalar bulunabilir. “Karanlık Oda,” olarak adlandırılan bu odalar genellikle ardiye/depo olarak kullanılır. Her evin genelde bir kapısı, ama bir çok penceresi vardır. Bu nedenle, evin dışarı ile olan bağıntısı, daha çok pencereler yolu ile sağlanır. Kapılar sadece, girip çıkarken kullanıldığı halde, pencereler sürekli kullanılır. Pencerelerden gökyüzü, yağan yağmur, kâr, varsa bahçedeki ağaçlar, sokakta oynayan çocuklar, geçen arabalar seyredilir doya doya.

Pencerelerin boyutları iklim şartlarına göre değişiklik gösterirler. Soğuk ve sıcak iklim bölgelerinde genellikle küçüktürler ( soğuk bölgelerde içeriyi daha sıcak, sıcak bölgelerde daha serin tutmak amacıyla). Diğer bölgelerde ise pencere boyutları zevke, modaya bağlı olarak değişim gösterirler. Ülkemize son yıllarda tabandan/yerden başlayan pencere modelleri yaygınlaşmaya başladı. Böylece evlerde daha aydınlık, daha refah bir ortam elde edilmiş olmaktadır.

Pencerelerin baktığı yön, güneş ışınlarından yararlanma derecesini belirler. Ülkemizde güneye bakan pencereler daha fazla güneş ışığı alırlar, daha fazla ısının eve girmesine olanak sağlarlar. Kuzeye bakan pencerelerden ise, güneş ışığı çok daha az girer veya hiç girmez. Daha az aydınlıktır bu odalar. Biz insanlar da, yönümüzü aydınlığa çevirmeliyiz. Aydınlıkla kastedilen husus şudur: Güzellik, sevginin, birbirine saygının yoğun olduğu yerlere; bilgiye önem verilen, hak ve adaletin hüküm sürdüğü, kültür kokan yerlere yönümüzü dönmeliyiz. Bu yönlerden gelen her türlü ışık, düşüncelerimizi, ruhumuzu aydınlatır. Gönül/zihin penceremi-zin olabildiğince geniş olmasını sağlar.

Gözlerimiz dışarı açılan pencere olarak algılanır çoğu kez. Aslında tüm duyu organlarımız (burnumuz, kulağımız, dilimiz, tenimiz) birer penceredir. Bu pencerelerden her türlü bilgi girer de girer. İşte bizim zihnimizi aydınlatan, onu etkin hâle getiren bu bilgilerdir. Bu duyu organlarımızın birdenbire çalışmadığını düşünelim; artık hiçbir bilgi girdisi alamayız. Bilgi girdisi olmayınca, bir süre sonra zihin durgunlaşır, gerilerde kalır. Kokuşma başlamıştır artık. Evet kokuşmaya başlar; aynı havasız kalan bir ev gibi, durgun bataklık suyu gibi.

Pencereler, evimize sadece ışık girmesini, aydınlanmasını sağlamazlar. Pencerelerdeki cam, ışığın girmesine izin verir ama, havalandırma için pencereleri açmamız gereklidir. Sık sık pencerelerimizi açarak evimizi havalandırırız. Evimizin içindeki hava, kapalı bir ortam olduğundan gittikçe kirlenir: Oksijen bakımından fakirleşir. İçeride hava durgundur, dışarıdaki hava ise hareketlidir, devamlı değişim içerisindedir, oksijeni boldur, tazedir. Durgun bir su uzunca süre kalınca, oksijenini yitirir, üzeri âdeta kabuk tutar. İçinde canlı yaşayamaz artık. Bir bakıma ölüdür, aynen bataklıklar gibidir. Halbuki akan su, öyle midir? Devamlı akış, devamlı değişim, devamlı taze su girdileri, onu temiz, nefis, oksijeni bol hâle getirir. İçinde balıklar, diğer su canlıları yaşarlar. Evimizde böyledir; sık sık havalandırmazsak kokuşur, zararlı hâle gelir bizler için. İşte pencereler tam da bu iş için vardırlar sanki. Doktorlar da yaz kış evlerimizi havalandırmamızı önermezler mi? Bazı evlerdeki karanlık odalar (hiç penceresi olmayan), nem içerisindedir, küf kokusu hâkimdir odaya. Bir an önce çıkmak isteriz.

İnsan zihni de böyledir. Eğer yeni fikirlere, düşünceler açık değilse kokuşur âdeta. Her türlü bilgiye, fikre, düşünceye zihnimizi açık tutarsak eğer, hep taze kalır. Her bilgiyi, fikri, düşünceyi olduğu gibi kabul edelim demiyorum. Ama, reddetmeyelim peşin, peşin. Üzerinde tartışıp, düşünelim. Hiçbir şey, ama hiçbir şey, üzerinde düşünülmekten muaf değildir. Buna tüm inanışlar da dahildir. Eğer zihin penceremizi kaparsak, düşünmeden muaf tutulan o düşünce, aynı durgun bataklık suyu gibi kokuşur, bozulur, tazeliğini yitirmeye mahkûm olur.

Pencereler dünya’ya açılan “pencerelerdir,” dışarı açılan kapımızdır. Penceresiz bir evde yaşam olanaksızdır. Hapishaneden farkı yoktur. Evlerimiz bizim için kutsal bir yerdir. O denli kutsaldır ki, içerisinin dışarıdan görülmesi, asla istenmez. Bunun için gerekli önlemler ( pancur, tül, güneşlik, perde…) alınmıştır. Pencerelerin ayrılmaz eklentisi “perde” dir; güneşlik, tül ve keten perde gibi çeşitleri vardır. Güneşlik, gündüz, özellikle yaz mevsiminde kuvvetli gelen güneş ışığını önlemeyi amaçlar. Güneş o kadar güçlüdür ki, perdeleri soldurur. Bazen, bizler de kendimizi dışarıya kaparız, tıpkı güneşlik gibi. Çünkü, kendi düşünce kalıplarımızın dışına çıkmak bize korku verir: Farklı düşüncelerin, bizim düşünce sistemimizi etkilemesinden çekiniriz. Ön yargı, bağnaz bir kişilik yapısı, dogmatik yaklaşım tarzı bir çeşit güneşlik görevini görür. Yeni fikirler doğru bile olsa, onların zihnimize girmesini en başta önleriz böylece.
Tüller yarı şeffaftır, ışığı ve görüntüyü geçirirler. Görüntüleri bulanıklaştırırlar, sis perdesi oluştururlar pencerenin önünde. İnsanlar da, iç dünyalarının başkaları tarafından anlaşılmasını kolay kolay istemezler. Çünkü, iç dünyamıza, kendimize, tam bir güvenimiz, inancımız yoktur. Her an eleştirilme, ayıplanma korkusu ile doluyuzdur. Bu nedenle, net, açık, şeffaf, içi dışı bir görünüm asla sergilemeyiz. Her davranışımızı, her sözümüzü bir örtü ile kapatmayı, gizlemeyi severiz. Bu kişilerin samimiyetleri tartışmalıdır. Çünkü kişi hep bir sis perdesi arkasındadır. Sis kalkınca ardından ne çıkacağını bilemezsiniz; görünürde sadece bir karaltı vardır.

Gece olup karanlık basınca, odalarımızdaki, salonlarımızdaki ışıkları yakarız, içerisi aydınlanır. Tül artık görev yapamaz hâle gelir. Dışarıdan bakılınca içerisi görülebilir duruma gelmiştir. Hemen, kalın keten perdelerimizi tülün üzerine çekeriz. Artık güvendeyizdir. Dışarıdan bakan birisi içeriyi göremez artık.

Bizler de öyle değil miyiz? Tül görevi gören, sis tabakası oluşturan, davranış ve sözlerimiz bazen yetersiz kalır. Bazende bilgi birikimimiz dışarıya karşı yetersiz durumdadır. Bu anlarda yetersizliğimizin anlaşılması asla kabul edilemez. Hemen zihnimizin kalın keten perdelerini çekeriz: Yani, inatla dogmalarımıza sarılırız. Bu sarılma şiddetli bir savunmadır aslında. Ne olursa olsun, dogmatik fikirlerimiz doğrudur, tartışılması bile olanaksızdır. Ço- ğunlukla da bu dogmalar, küçüklükten beri zihnimize kazınan, örf, âdetler ve inanışlardan kaynaklanır.

Penceredeki cam bizi taze havadan mahrum kılar. Halil Cibran’ın dediği gibi: “Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir. Arkasındaki gerçeği görürsün, ama, cam seni gerçekten ayırır.” Gönül/zihin penceresini açık tutmak yetmez. Bu sebeple, zihnimizdeki görünmez camları da kaldıralım. Bu pencereden içeri, yeni, nezih, hoş, kaliteli bilgi ışınlarının ( duygulardan gelen bilgilerde dahil ) daha fazla girmesine çalışalım. Yoksa, her gün zaten bildiğimiz klâsikleşmiş konuların tekrar tekrar konuşulması hiçbir yarar sağlamaz. Şöyle bir çevremize bakalım, bir gün içerisinde konuştuğumuz kişilerden, etrafımızdan ne gibi bilgiler edindik. Ne olacak bu memleketin, partinin, takımın hâli dışında konuşacak pek konumuz yok ne yazık ki.

Bu nedenle, kitaplar belkide bizim en iyi dostlarımız. Okumak, yine okumak, bizi aydınlığa çıkaracak tek yol görünüyor. Okudukça, pencereden içeri dolan güneş ışıkları gibi, dolacağız, dolacağız. Doldukça, aslında bildiklerimizin, öyle fazla da olmadığını anlayacağız. Kibirden, ihtirastan, gururdan, övünme duygusundan kurtulacağız. Gönlümüz/zihnimiz zenginleşecek, taşma anı gelince gürül, gürül akan su gibi etrafımıza bereket, serinlik, hoşluk, yaymaya başlayacağız. Yaydığımız bu hoş nağmeler hem bizi, hem de etrafımızdakileri mutlu kılacaktır.
Okuyalım, okuyalım, bıkmadan usanmadan okuyalım. Çocuklarımıza da bu konuda örnek olalım.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın yaşam kümesinde bulunan diğer yazıları...
Alışılmışın Dışına Çıkmak
Kutlamalar Hakkında
Din ve Ahlâk Üzerine (Japon
Ağlamak
Altın Diş
Mektubu Bitirmek
Saygı
Karşılaştırma/kıyaslama
Yoksula Yardım Etmek Mi, Yoksulluğu Ortadan Kaldırmak mı?
Kendi Hapishanemiz

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Söz Gümüşse, Sükut Altındır.
Kamera ve Yönetim!
Sevgi Karşılıksızmıdır?
Yapay Hayatlar
Bayram Ziyaretleri
Aynalar
Neden Saçmalarız?

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Beyaz Yalanlar,siyah Yalanlar,pembe Yalanlar... [Eleştiri]


sedat Yalçın kimdir?

Yazılarımda çevremizdeki insan manzaralarını yansıtmaya çalıştım. Aslında tüm amacım belki de kendi kendimi yeniden yaratabilmek,zihinsel de olsa dinginliğe erişebilmek. Belki de hiç bir amacı yok. Sadece vakit geçirmek için belkide. Belki de yapmak isteyipte yapamadığım yaşanmamış hayatımı dile getiriyorum kimbilir. Bilemiyorum inanın.

Etkilendiği Yazarlar:
J.Krişhnamurti,A.schopenhauer,I.Yalom,H.Cibran,D.M.Ruiz.İ.Arabi.Y.N.Öztürk


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © sedat Yalçın, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.