Sevmek bir başkasının yaşamını yaşamaktır. -Balzac |
|
||||||||||
|
Oturduğu yerde parmaklarını inceliyor. Devamlı da sallanıyor, bir sağa bir sola.Bazen de öne arkaya… Ne güzel kız oysa Fidan. Boylu, poslu. Bu sallanmaları, tuhaf davranışları olmasa, kimse anlamaz onun hasta olduğunu. Hasta dendi mi kızıyor annesi,”Hasta değil o,aslında çok akıllı.” “Çok akıllı ama bütün gün sallana sallana parmaklarını seyretmeye yarıyor aklı.”diyor yaşlı kadın, kin dolu bakışlar fırlatarak gelinine. Çok kızgın, çok. Oğlu olacak sümsük Hasan, tüm engellemelerine rağmen kaçırıp zorla gelini etmişti bu kadını. Yetmiyormuş gibi bu soyu bozuk kadın, ona torun diye vere vere bu deli kızı vermişti. Kaç kere demişti oğluna, “Benim ahımı aldın.” diye. Hasan garip çocuk, sessiz, sakin. Ömründe bir kez baş kaldırmış, o da Hacer’i almak için. Bir kez “İstediğim olsun” demiş, kapıp gelmiş Hacer’i. Ama burnundan gelmiş. Hep suçlu, hep ezik. Bir dediğini iki etmemiş, tüm hizmetlerini görmüş Hacer kayınvalidesinin. Ama kadının kini, öfkesi hiç geçmemiş. Konu komşunun, hısım akrabanın yanında devamlı küçük düşürmüş gelinini. Zavallı Hacer’in durumuna acıyan komşular evlerine gelmez olmuşlar. “Bu kadının evinde kedi bile durmaz, nasıl durur bu gelin?” deyip deyip acımışlar. Hacer hamile kalınca, torunu belki dindirir öfkesini diye ummaları da boşa gitmiş. Doğduğu günden beri hep ağlamış Fidan. Sanki hiç doğmak istememiş de, zorla gelmiş gibiymiş dünyaya. Ne emmek istemiş, ne yemek istemiş, ne uyumuş, ne de avunmuş. Kahretmiş Hacer’i, Hasan’ı. Köyde herkes konuşur olmuş bu mutsuz, uykusuz, avunmasız bebeği. Konu komşu, “Biz böyle çocuk görmedik.”deyip durmuşlar birbirlerine. Ebe de bir şey anlamamış. Gaz demiş, sancı demiş, bebektir olur, demiş. Herkes bir şeyler der olmuş. Kasabanın doktoru da bir şey anlamamış. Yaşıtları yavaş yavaş yürümeye konuşmaya başlarken, Fidan hep ağlamış, hep mızıldanmış. Birgün ansızın sesi kesilmiş. Oturduğu yerden sallanmaya başlamış. Öne arkaya, sağa sola…Daha sonra bulduğu her yere asılıp sallanmaya başlamış Fidan. Hacer doyasıya kucağına alamadığı, emziremediği kızı sallandıkça böyle kendinden geçer gibi, kahrolur hala ağlamaktan. Fidan sevilmekten, öpülmekten,hele hele kucağa alınmaktan hiç hoşlanmıyor,zorlanırsa ellerini ısırıp,saçlarını yolmaya başlıyor. Gitmedikleri hoca, okutmadıkları dua kalmamış. Çarpılmış demişler, abdestsiz kadın kırkı çıkmadan bakmış bebeğe demişler, kurşunlar döktürüp, muskalar takmışlar… Hep bir gün geçecek diye umutla beklerken anası babası, Fidan’ın okul çağı gelip çatmış. Kasabanın doktoruna bir kez daha gitmişler. Doktor nihayet, tek kelime bile etmeyen bu garip çocuğu Ankara’ya, büyük bir hastaneye götürmelerini söylemiş. Hacer’in anasından kalma üç bileziğe mal olsa da, çare bulacağız umuduyla gitmişler Ankara’ya. Herkesin vardır ya Ankara’da bir yakını, uzaktan bir akrabası yahut askerlik arkadaşı. Onlar da varmışlar böyle birilerinin yanına. Tahliller, incelemeler, testler, sorular, o doktor bu doktor, heyet derken, “Otistik bu çocuk.”denmiş. O da ne?! Nedir ki bu? “Gelişimsel bozukluk. Tedavisi yok, eğitim alması gerek.” Dönmüşler evlerine, hiçbir şey anlamadan. “Ne oldu da gittiniz, bir sürü para yediniz. Sonuç ne?”diye günlerce söylenmiş Hasan’ın öfkeli anası. Hasan daha sessizleşmiş, Hacer daha çok ağlar olmuş. Elde yok avuçta yok. Bir gün okulun öğretmeni geliyor evlerine. Fidan’la ilgileniyor. Ona anlatıyorlar, raporlarını gösteriyorlar. Öğretmen bildiği kadar anlatmaya çalışıyor Fidan gibi çocukların durumunu. O da “Eğitim alması gerek “diyor. Nasıl olacak? Öğretmen araştırıp, yardımcı olduktan sonra başlıyor ayda bir Ankara’ya gidip gelmeleri. Kolay mı Fidan’ı otobüse bindirmek? Çok hırçınlaşıyor. Avunmuyor hiç bir şeyle. Böyle bir süre devam ediyorlar. En sonunda Hasan “Gitmeyelim artık”diyor. Hacer’de tek kelime edecek hal yok. Eğitimi de beğenmiyor Hasan: “O ne öyle, topu at, boncuk diz, alkışla, maymunluk yaptırıyorlar kızıma.” Öğretmen tekrar konuşmaya çalışıyor, ama anlamıyor Hasan. Ne öğretmen onların ne beklediğini anlayabiliyor, ne de onlar öğretmenin ne demek istediğini… Yaşıtları okumayı söktüler, Fidan daha tuvaletini bile söyleyemiyor. Ama kimsenin cesaret edip çıkamadığı ağaçlara tırmanabiliyor. Hiç korkusu yok. Tarzan gibi. Yüksek alçak fark etmez, ağaçlarda dakikalarca sallanabiliyor. Bazen de ağacın dalına oturup, eline aldığı yaprakları inceliyor, döndürüyor, saatlerce inceliyor. Akşam olduğu zaman bile ağaçtan inmediği oluyor. Sanki anne babasının seslerini duymuyor. Zavallı Hasan bir defasında Fidan’ı indirmeye çalışırken, ağaçtan bile düşmüştü garip. Fidan hiç oyuncak sevmiyor. Sadece bir topu var sevdiği ama onunla da oynamıyor. Top oturma odasındaki sandalyenin altında duruyor. Oradan aldıklarında da çok bağırıyor Fidan, ta ki top yerine konuluncaya kadar. Bazen ağaçtan indiremediklerinde Hacer hemen gidip topu alıyor eline ve bunu gören Fidan ‘ın bağıra bağıra inişini görmek lazım. Hızla topunu alıp, doğru oturma odasına koşuyor. “İşine geldi mi sincap gibi iniyor ağaçtan uğursuzun kızı .”diye söyleniyor babaannesi. Hacer çok seviyor kızını. Bir gün gözlerinin içine bakıp,“Anam” diyerek boynuna sarılacağını hayal ediyor. “Bu kız bizi sevmiyor, baksana hiç gelmiyor yanımıza, hiç öpmüyor.”dediğinde bazen Hasan, yüreği yanıyor Hacer’in, kabul etmiyor. Çok güzel bir kız Fidan. Dal gibi ince, zarif, ela gözlü. Hiç taratmadığı saçları bile örtemiyor güzelliğini. Bahçedeki çamaşır iplerinde de sallanmaya başladığında Fidan, artık Hasan’ın iyice sinirleri bozuluyor, bütün ipleri kesiyor. Hasan’la kızı arasında bir savaş başlıyor. Sonrasında gidip kızının en çok tırmandığı ağacı kesiyor. Bahçedeki ağaçların dallarını buduyor. Yetmiyor, diğer ağaçları kesiyor. Hacer, Hasan’ın öfkesini mi durdursun, avunmayan Fidanını mı sustursun, bilemiyor. Vazgeçsin istiyor Hasan, Fidan artık sallanmaktan vazgeçsin, “Belki biraz bakar sağına soluna,bir şeyler öğrenir.”diyor. Fidan bir süre artık sallanamadığı ağaçların oralarda deli gibi dolanıyor. Evde hiç huzur yok. Bir gün ansızın yine Fidan’ın sesi kesiliyor. Hacer bakıyor sağa sola, bahçeye. Tuvaletin kapısında görüyor fidanı. Öyle, asılmış gibi. Bir insan böyle durabilir mi? Fidan sallanıyor. Kapının pervazından tutunmuş, sallanıyor. Yüzü annesine dönük, kapı arkasında kalacak şekilde, gözleri yarı açık, mırıldanıyor. Bir insan nasıl tutunur böyle? Hiç mi eli kolu acımaz? Kolları dönmüş. Parmaklarını görüyor Fidan’ın, çengel gibi başparmaklarını, sımsıkı kavramış pervazı. Bükülmüş bilekleri, morarmış tırnakları, ama nasıl da huzurlu yüzü. Bırakın sallanayım yeter ki, der gibi. Ne yapsın Hacer bu durumda? O incecik kolların, parmakların acısını hissediyor, bakamıyor kızına, acıyı hissetmeyen kızına. Ama biliyor, güzel kızının yüreğinde çok büyük acılar, yalnızlıklar hissettiğini, biliyor. Artık ağlamıyor Hacer, çöküyor yere. “Şimdi kapıları da mı sökeceksin Hasan?” Ağustos 2011,İzmir Hilal Fırtına
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hilal Fırtına, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |