"Hayranlığı o dereceye vardı ki; yere düştü ve kendinden geçti." -Fuzuli (Leyla ile Mecnun) |
|
||||||||||
|
Hayat bir öyküye benzer, önemli yanı eserin uzun olması değil iyi olmasıdır. Seneca Yeryüzünde doğan her çocuğa bir kimlik verir. İlkel toplumlarda gayet tabidir ki yazılı kimlik sözkonusu değildir. Onlarda da her çocuğun bir ismi vardır ve bu isim onun kimliğidir. Günümüzde kimliksiz kalmanın ne denli problrmler yarattığı hepimizce bilinmektedir. En basitinde kimliğinizi kaybettiğiniz zaman, kim olduğunuzu kanıtlamak oldukça zordur. Acaba kimliğimiz sadece bize verilen isim ve nüfus kağıdından mı ibarettit ? Belleğimiz kimliğimizdir ya da kimliğimiz belleğimizdir. Doğduğumuz andan itibaren, belleğimize herşey kaydedilmeye başlar. İstesek te istemesek te belleğimize girdiler, girer de girer. Muhteşem bir depolama sistemine sahip olan belleğimiz, zamanı geldiğinde, gereksinim duyduğu anda, bu bilgileri ya olduğu gib,i ya da üzerinde değişimler yaparak daha başka bilgiler üreterek kullanır. Bu kullanma sonucu çeşitli davranışlar gösteririz. Bir süre sonra, davranışlarımıız belli bir tarzda sergilenmeye başlanır. Nasıl düşünüyorsak, o şekilde davranırız. Bizler yaptığımız şeylerizdir. Yaptığımız buşeyler – herne olursa olsun- artık biz tanımlar. Biz yaptığımız şeylerizdir artık, yaptığımız şeyler belleğimizin ürünüdür. Düşünceler ve davranışlarımız bizim kimliğimizi yansıtır. Hatırladığımız şeyler ise bizim kim olduğumuzu bize anımsatır, bizi adeta tanımlar. Belleğimizdekilerin silindiğini veya karıştığını, zaman ve mekân kavramını yitirdiği zaman ne olur dersiniz ? Biyolojik olarak yaşarsınız, ama artık size ait bir belleğiniz yoktur. Bellek karman çormandır! Kim olduğunuzu bilemezsiniz. Bu durumda, varlığınız ölümünüzden önce sona ermiş olmuyor mu ? Bellek yitim durumunda, yakınlarımız tarafından hâlâ o kişiye ait anılarımızla ona kimlik sağlama gayreti içerisine giriyoruz. Böylelikle o kişinin hâlâ aramızda olduğu yanılgısı ile sanal bir reddediş sergilemeye çalışıyoruz. Ancak hep kendimizi aldatmadayızdır.. Korkuyorum! Belleğimi, kimliğimi kaybetmekten korkuyorum. Evde hergün babamı ziyaret ederken, sen kimlerdensin söyle bakayım diyen babam olmaktan korkuyorum. Hâlâ kendini lise son sınıfta zanneden annem olmaktan korkuyorum. Bunamanın çelik kıskaçları arasına düşünce, karısına ağza alınmayacak cinsel fantazileri döküp saçmaya başlayan, aslında son derece kibar meslektaşım olmaktan korkuyorum. Bir kanepenin ardına geçip, pantolunun indirerek tuvaletini yapan amcam olmaktan kokuyorum. Sağlığında çok kibar, titiz bir beyefendi olan, kaldığı bakımevinde hastabakıcının ziyaretçilerin önünde, bezinin değiştirilme vaktinin geldiğini söylediği zaman, gözlerindeki o utanç ve korku karışımı beliren iş arkadaşım olmaktan korkuyorum. Kim olduğumu ve ne yaptığımı bilememenin kaderinden korkuyorum. Kendi varaoluşumdan emin olmak istiyorum. Ancak, belleksiz, varoluşumun bir anlamı da kalmıyor ne yazık ki. Bizler öyle bir yaşam istiyoruz ki, konuşamazsak ta, işitemezsek te, göremezsek te sonuna kadar hep kendimiz olarak kalmak istiyoruz. Düşüncelerimiz duygularımızın da yaratıcısıdır. Düşünce sisteminin bozulması, yani bellek yitimi, duyguların da yitimi demekse, duygusuz bir canlı haline gelen insanı, ne kadar insan olarak tanımlayabiliriz ? Düşüncelerine hâkim olmayanlar, davranışlarına da hâkim olamazlar. Bunun sonucunda akla hayale gelmeyen davranışlar yapmanın dayanılmaz acısı. Ancak bu acı, belleksiz olan kişi için bir anlam taşımaz, onu tanıyan yakınları, dostları tarafından hissedilir. İşin garibi, bu şekilde bir bellek kaybına her yaşta yakalanabiliriz. Ve maalesef bir tedavisi de, geri dönüşü de yok. Korkmakta haksızmıyım ? Herkesin hepimiz korkuyoruz dediğinden eminim. Bu şekilde bir yaşamın, yani belleksiz, yani kimliksiz bir yaşamın sürdürülmesi gereklimidir ? İnanışlar ne derse desin, ne kadar karşı çıkarsa çıksın, belleksiz bir yaşam, yaşam değildir. Sonlandırılması gerekir. İnsanlar düşünceleri ile insandırlar. Düşünce yani bellek yitimi, aynı zamanda kimlik yitimidir. Sadece biyolojik işlevlerini yerine getiren bir robottur. Dünyaya isteğimiz dışında geliyoruz. Hiçbirimiz dünya yaşamı için dilekçe vermedik. Bari, belleksiz ve kimliksiz olarak kaldığımız zaman, bu dünyadan ayrılma zamanı hakkında izin verin, sağlığımızda verdiğimiz kararlar, uygulansın. Bu dünyada, düşüncesi ile tüm canlılardan üstün olduğunu iddia eden insanoğlundan, düşünme , bellek yetisinin kaybolduğu, dolayısı ile insani özelliklerinin geri dönülmez bir biçimde yokolduğu zaman, bu özgürlüğü ona tanıyalım. Yukarıdaki Seneca’ya ait veciz cümleyi tekrarlamakta yarar var ; “Hayat bir öyküye benzer, önemli yanı eserin uzun olması değil iyi olmasıdır”.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © sedat Yalçın, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |