Doğru şeritte olsanız bile, olduğunuz yerde kalırsanız er geç ezilirsiniz. -Will Rogers |
|
||||||||||
|
Her coğrafyanın kendine özgü yaşam biçimi ve kültürel değerleri vardır. Uzun yıllar hayranlıkla izlediğimiz, son yüzyıl içinde onlara benzemek için adeta çırpındığımız, zaman zaman özenti hastalığına gark olduğumuz Batı kültüründen ve silinmeye çalışılan ama bir türlü başarılamayan -iyi ki de başarılamayan- kendi kültürümüzden kimi örneklerle bazı gerçeklerin altını çizmeye çalışacağım bu yazıda... *** Hayatını sizlere anlatacak değilim ama en azından doğduğu yer Stratford’daki ortaokulu bitirdiği bilinen ve Batı coğrafyasının kendine özgü kültüründen fışkıran William Shakespeare, kendi bulunduğu coğrafyanın günlük yaşamından yola çıkarak veya tarihî perspektifinden objektif açılar yakalayarak kimi zaman mizahî bir dille oyunlar yazmış, kimi zaman da toplumların ortak kaderi olan ve düştüğü yeri yakan trajedileri ustalıkla sahneleyerek gözler önüne sermiştir. Bir aşbaz ustalığıyla kendi coğrafyasının kültürünü leziz yemekler tadında kendi toplumunun önüne koymuştur. Elbette ki inkârı mümkün olmayan büyük bir şair, büyük bir oyun yazarı ve oyuncudur. Taş düştüğü yerde ağırdır. Onun coğrafyasında ve toplumunda ağır taş olarak tanımlanabilecek tiyatro kültürü vardır; o da doğal olarak hünerini tiyatro sahnelerinde sergilemiştir... Yazdığı oyunlar beş asırdır sahnelerden inmediği gibi, dünya tiyatrosunun ve hatta sinemasının baş yapıtları olarak da günümüzde yerini korumaya devam etmektedir... *** Bu girizgâhtan sonra Mistik Doğu’nun kültürel değerlerine geçerken, ne Horasan erlerini, ne Tasavvufun sultanlarını, ne de İslâm dininin kutsiyetiyle Şark toplumlarının felsefesini harmanlayan bizlere münhasır filozofları anlatacağım!.. Mistik Doğu coğrafyasından cımbızla çekerek Kars’ı ve Kars’ın kültürel şahsiyetinde bizi, özümüzü, özümüzün kültür devlerinden birini mukayese yoluyla anlatmaya çalışacağım dilimin döndüğünce, edebî gücümün yettiğince... *** Shakespeare’den tiyatro örneği verdik fakat biz Türkler’in de üstünde yaşadığımız Mistik Doğu’nun da kendine özgü kültürü içinde tiyatro yer almamış olsa da, en az tiyatro sahneleri kadar önemli ve de özellikle geniş halk kesimleri içinde toy meclisleri, zaman zaman şahlar, padişahlar, hanlar, beyler katındaki işret meclisleri vardır. Bu meclislerde komedi, her ne kadar soytarılık (Farsça’dan yaygın deyimiyle “Lotuluk”) olarak görülse de; az da olsa vardır. Geniş toplum kesimlerinin sosyal statülerine bakmaksızın bir araya geldiği bu meclislerin ağır topları, yüzyıllardır değişmeyen en önemli figürü; halk edebiyatının temel taşları olan halk âşıkları, bir başka deyimle halk ozanlarıdır. Mistik Doğu, güncel yaşamdan kesitlerin verilmesinden çok tarihî efsanelerin kahramanlarını ve çoğunlukla da dramatik hüzünlerini dilden dile aktarmayı, toy ve işret meclislerinde ağızdan ağıza nakletmeyi (halk arasında masal, destan ya da hikâye anlamında telaffuz edilen “Nağıl” sözü de buradan, yani dilden dile nakletmekten geliyor) seçmiştir. Objektif bir gözle bakıp değerlendirdiğinizde; kendi toplumuna ve o toplumun kültürel yapısına uygun bir seçimdir bu... Batı’daki çoğunlukla yazılı epik halk hikâyelerine mukabil, Doğu’nun genellikle efsanevî kahramanlarını anlatan destansı hikâyelerin nesilden nesile nakletme görevini üstlenen halk ozanları, aynı zamanda bu destansı hikâyelerin vazgeçilmezi olan, destanlarla birlikte destanlaşan halk şiir sanatının da yaratıcıları ve uygulayıcılarıdırlar... Arapça ve Farsça’nın etkisindeki ve de okumuş elit tabakanın sanatı sayılan Divan şiirinden soyut olarak karşımıza çıkan halk şiir sanatı, ağdalı sözcüklerden azâde, halkın en üst tabakasından en alt kesimlerine kadar anlaşılabilecek bir Türk dili sadeliğinde olmakla birlikte, zaman zaman çok usta ozanların dilinde Divan şâirlerine bile gıptayla baktıracak kadar mükemmeliyetçiliğe de büründüğü görülen ve çok geniş toplum kesimlerine yayılan bir şiir sanatıdr... *** İster Osmanlı İmparatorluğu, ister Türkiye Cumhuriyeti döneminde olsun, yüzyıllardır Batı ile Doğu arasında sıkışan coğrafyamız, zaman zaman zıt kültürler arasında bocalamış ve kısmen de olsa benliğini yitirmiş ise de; genel bir bakış açısıyla ele alındığında: Doğu ile Batı’nın kültür köprüsü olmuştur. Modern toplumlarla mistik ve ağırlıklı olarak da muhafazakâr Müslüman toplumların asgarî müşterekte kültür alış-verişini sağlayan bir aracı rolü oynamıştır. Bizim kendi coğrafyamıza baktığımızda ise; Doğu-Batı, Kuzey-Güney farkı olmaksızın hem içeriyle, hem de dışarıyla ülkemizin ve milletimizin bin yıllara dayalı geleneksel kültürünün bağlantılarını sağlayan, asırlardır kendi içinden âdeta pınarlar misalî kültür fışkıran bir coğrafya; varlığıyla şereflendiğimiz ve o topraklarda doğmaktan büyük gurur duyduğumuz Kars coğrafyasıdır... Yüzlerce ozanın filizlenip asırlık çınara dönüştüğü bu coğrafyanın bütün ozanlarını anlatmaya ne benim bilgim kifayet eder, ne de anlatılmaya kalksa ciltlerle kitaba sığarlar!.. Bendeniz, sözü, bizim coğrafyamızın William Shakespeare’i olarak nitelediğim Çıldırlı Âşık Şenlik üstada getirceğim. Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığım mânâda; Batı toplumu için nasıl düştüğü yerde hissedilen ağır taşı Shakespeare ise; Mistik Doğu toplumunun ve özelde bizim yöremizin ağır taşı da: Baştan sona mistizm kokan efsanelere, dramatik hikâye ve hikâyelerin akışı içindeki hâdise ve kahramanların iç dünyalarının dışa yansımasına ve de diyalogların oturduğu zemine göre; zaman zaman 7, 8, 11 ve 8+7 heceden oluşan, kafiye, redif ve usullerden asla taviz vermeyen şiirleriyle lezzet katan Âşık Şenlik’tir... Onun King Lear’ı Latif Şah, Romeo ve Juliet’i Salman Bey ve Gevher Hanım, Hamlet’i ise Sevdakâr Bey’dir... Onun tiyatro sahnesi halk meclisleridir. Sahnelediği oyunun hem yönetmeni, hem kostümcüsü, hem aktörü, hem de figüranı kendisi, aksesuarı da koltuğunun altındaki sazıdır. Onun sahnelediği oyunun kompleks bir tiyatro oyunundan hiçbir eksiği olmadığı gibi belki fazlası bile vardır. Çoğunlukla dramdır, trajedidir. Bazen kahramanlık destanıdır, bazen de sadece eğlendirmeye mâtuftur. Eğlendirici olduğu kadar öğreticidir de. Devrinin insanlarını bir sosyal çatı altında toplamaya ve düşündürmeye sevk edebilen belki de yegâne sanat dalının en iyi icracısıdır... Ümmî, yani okur-yazar olmayan bir insanın ürettiği onlarca destansı hikâyenin, destan kahramanlarının ağzından okuduğu binlerce şiirin, hiçbir yazılı kaydı olmadan yıllarca dilden dile nakledilerek günümüze kadar ulaşmayı başarması, Âşık Şenlik’in ne kadar büyük bir sanatçı olduğunun ve halk katında ne yüksek derecede değer bulduğunun ispatıdır. Eminim ki, Türk Halk Edebiyatı’na gönül veren herkes de benim gibi düşünmekte, aslında Âşık Şenlik’in William Shakespeare’den çok daha yaratıcı bir kişilik olduğuna inanmaktadır. Mesele, genelde Şark toplumlarının, özelde ise bizim toplumumuzun kendi içinden çıkan değerlere yeteri kadar sahip çıkamaması, onları dar bir çevreden çıkarıp evrensel hâle getirememesi meselesidir. Büyük Britanya’dan çıkarak bir ucu Kuzey Amerika’da bir baştan bir başa, diğer ucu Okyanusya’da Avustralya ve Yeni Zelanda topraklarına yayılan İngiliz toplumu, zaman zaman Hint Yarımadasından Güney Amerika’nın en uç noktasındaki adalara kadar; hem dilini hem de kendi kültürünü götürmeyi ve yerleştirmeyi başarmıştır. Böyle bir toplumun sanatçısı yeteneksiz (yeteneğinden ve haklı şöhretinden şüphe edilmez ama) bile olsa, kültür emperyalizminin en büyük uygulayıcılarının sanatçısı olarak William Shakespeare olmaz da kim olur?! Herkesin bildiği Fuzûlî’yi, Bâkî’yi, Nedim’i, Yunus’u dünyaya pazarlayamayan bir milletin, çok daha dar bir çevreye hapsolunmuş Âşık Şenlik’i pazarlayamamasından tabiî ne olabilir?! Ayıp, bizim ayıbımızdır. Işık saçan sanat ve kültür değerlerimizin üstüne örtü çekmek, toplum olarak bizim basiretsizliğimizdir. Bugün, Kars’tan hem ülkemizin hem de dünyanın dört bir yanına yayılan, iyi eğitim görmüş, birden fazla dil bilen, maddi ve moral imkânları eskilere göre çok daha yüksek olan her bir evlâdımız; kendisini, Kars’ın kültürel değerlerini tanıtmak ve yaşatmakla görevli olarak addetmelidir. Aksi hâlde, nice nice değerlerimiz unutulmaya ve zamanla kaybolmaya mahkûm olacaktır... Bunu anlatmaya çalıştım efendim!.. Cahit Kılıç İstanbul, 15 Aralık 2011
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cahit KILIÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |