Umutlarım her zaman gerçekleşmiyor, ama yine de her zaman umuyorum. -Ovid |
|
||||||||||
|
Arda, babasıyla aynı evde yaşıyordu, ama ilişkileri açısından çok farklı dünyaların insanlarıydılar. Babası anadili kadar Fransızca bilen, yazan, okuyan, bilgi dağarcığı çok iyi, Allah inancı oldukça güçlü, özgün dünyasında mutlu bir yaşam standardı tutturmuş bir entelektüeldi. O ise müzisyenlikten kazandığı üç beş kuruş parayı pastanelerde günün her saatine randevu verdiği değişik kızlarla yiyerek, ya da birahanelerde bira şişelerinin dibine vurarak, aklı bir karış havada gününü gün etmekle meşguldü. Eve ayık kafayla gelmişliği hiç yoktu ve içme diye nasihat edilemeyen, geliş saatlerinden şikayet edilemeyen, yani hiçbir şeyine müdahale edilemeyen bir aile külhanbeyiydi. Tahrik edilmeden sızıp kalması evin sükûneti için gerekli bir haldi. Bilgi dağarcığı gazetelerin magazin sayfalarındaki, ya da televizyonların magazin programlarındaki şarkıcıların veya oyuncuların kaçamakları hakkındaki haberlerden ibaretti. Babasının yaşamı içinde aksatmamaya çalıştığı birkaç alışkanlığı vardı. Sürekliliği olan birinci alışkanlığı, Eskişehir İl Halk Kütüphanesine üyeliğiydi ve haftada birkaç defa kütüphaneye uğrar, emanet bir kitap alıp eve getirir, okur, götürüp yenisiyle değiştirir, sürekli okuyacak bir kitabı olurdu. Ama kitaba para ayıramadığı için kitaplığında sekiz on tane kitaptan başka kitabı yoktu. O sekiz on kitap da hediye olarak getirilmiş Fransızca kitaplardı. Buna karşın, mahalle bakkalına her aybaşında bir aylık gazete parasını peşin ödediği için günlük gazetesini her gün okurdu. Bir de eski bir daktilosu ve elinin altında bir top A4 kağıdı bulunurdu ki, aksatmadan yazdığı bir şeyler olurdu, onları bir yerlere yollardı, ya da biriktirirdi. Eskişehir’in kaplıcaları, bilenler bilir, şifa menbaıdır. Babasının hayatında sürekliliği olan ikinci alışkanlığı da sağlığı için hiç aksatmadan, her gün hamama gitmekti. Parası kısıtlıysa yürüyerek gider, eve yürüyerek dönerdi. Parası yeterliyse hamam çıkışında bir kaçamak yaparak tatlıcıya, ya da köfteciye gittiği de olurdu. Eskişehir’de yoğurtlu köfte de çok meşhurdur. Arda, yoğurtlu köfteyi çok sevdiği için, arkadaşı olan meşhur bir köfteciye, sık sık yoğurtlu köfte yemeğe giderdi. Lokanta sahibiyle birlikte pek çok defa kafa çektikleri için, adam onun içmeyi sevdiğini bilerek, diğer müşterilerden farklı bir muamele ile köftenin yanında istediği şıranın içine votka katarak servis yapardı. Lokantadan içeri girdi ve babasının bir masada köfte yemekte olduğunu gördü. Doğruca yanına gidip masasına oturdu. Adamcağız neye uğradığını şaşırdı ve ona ne yersin, diye sormanın korkusuyla hoş geldin bile diyemedi. Öyle anlaşılıyordu ki, kendi yediği köftenin hesabını ancak ödeyebilecek imkanı vardı. Garsona, “babamın yediği köfteyi de benim hesabıma ilave et, yoğurtlu köfte ile şiramı da getirmeyi unutma” dedikten sonra babasına da “bir şira ister misin, babacığım” diye sordu. Adamcağız, “pek sevmem, ama senin hatırın için içeyim bir bardak,” diyerek bir şira ısmarlamasını kabul etti. Garsona işaretle şıralardan babasınınkine votka katmamasını işaret edip, “şıralar iki oldu” diyerek siparişini yineledi. Hesabı o üstlendikten sonra babası rahatlayıverdi. “Hamamdan çıkıp eve gitmeden önce bir porsiyon köfte yemek istedim. Ancak, senin geldiğini görünce, ne yalan söyleyeyim köfteler boğazıma dizildi; zira, cebimde kendi köfteme yetecek kadar param vardı.” Bunları anlatarak başladığı sohbetini, güncel aktüaliteler üzerinden koyulaştırmaya başladı. Arda, köfte ve şıralar gelip de yemeğe başlamadan önce getirilen şırayı dikti kafaya fondip yaptı. Garsona yenilemesini işaret ederek köftesini yemeğe koyulduğunda, birde ne görsün, babası da şırasını kafasından dikmez mi? Adamcağızın şıra içme kültürü yok da, ondan görerek öyle içiliyor zannetmiş olmalı, diye düşündü. Şırayı bitirir bitirmez, “Oh… Pek güzelmiş şıraları,” diyerek, adeta bir bardak daha onun için de söylemesini beklemeye başladı. Garsona “şıra iki oldu Ali kardeş,” siye seslendi. Garson Ali iki şıra bardağını getirip önlerine bırakırken, babasının bardağına da votka katmış olduklarını hissetti, yerinden kalkarak mutfağa vardı, arkadaşı olan lokantacıya çıkışarak, “ulen oğlum, pederin bardağına da mı votka katıyorsun yoksa?” diye sordu. Lokantacı, “evet,” deyince derinden bir eyvah çekti. “Yahu, babam Yeşilaycıdır. Votkalı şıra içirdiğimizi bir anlarsa eve sokmaz beni bir daha!” Garsona seslendi telaşla, “Ali! Çabuk babamın önündeki şırayı alıp getir, içinde votka olmayan bir tane götür, çabuk!” Garson Ali telaşla, babasının önündeki şırayı alarak geldi, hemen votkasız bir tane doldurup götürdü, önüne bıraktı. Babası garsonun hareketlerine bir anlam veremeyerek olanı seyretti. Mutfağın küçük servis penceresinden onu seyretmeye başladı. Babası bırakılan şıradan bir yudum aldı, alır almaz vazgeçti içmekten. Hoşuna gitmemişti götürülen şıra. Arda’nın önüne konulmuş olan şıraya uzandı, ondan bir yudum alıp beğendi ve kendi votkasız şırasını onun önüne bırakarak kazıkladı onu. Lavabodan dönüyormuş gibi yaparak yerine oturdu. Köfteyi yemeğe devam etti. Babası da köftesini ucun ucun yiyerek şırasını içti, bitirdi. Bu defa garsona kendisi seslendi. “Ali, evladım, aynından bir şira daha rica edebilir miyim?” Ali boş bardağı götürüp dolusunu getirdiğinde, getirilenden bir yudum içen baba hemen itiraz etti. “Yok, hayır, bundan değil, ötekinden!” Ali çaresizlikle Arda’ya baktı, üzüntülü götürdü şırayı, içine votka katarak geriye getirdi. Baba, getirilenden içtikten sonra, “Oh…” diye iç çekerek damaklarını şapırdattı. “Yiyeceklere, içeceklere bu lezzeti katan Allah’a şükürler olsun. O yarattığı her şeyi kusursuzlukla ödüllendirmekte…” Arda, Allah ile ilgili düşünceleri değişik olan birisiydi, gene de hiçbir konuda olduğu gibi bu konuda da babasıyla söyleşmemeyi tercih ederdi. Fakat ne olduysa o an dilini kontrol edemedi ve dilinden, “Hangi Allah?” diye bir soru çıkmasını önleyemedi. Galiba babasını kızdırmak istemişti dili ve eve sarhoş gidişlerinde olduğu gibi karşısındakinin ukalalıklarını sineye çekerek korkutacağını sanmıştı. Baba, ağzını şapırdatarak içip bitirdiği şıranın boş bardağını garsona doğru uzattı. “Evlat, bir bardak daha getir; pek nefis olmuş…” dedi. Galiba sinirlenebilecek kadar kafası güzelleşmişti, onu “Ne demekmiş o, hangi Allah filan? Bir tane Allah vardır!” diyerek azarladı. Azarlanmaktan tahrik olduğu için mi, ne, birden, “Tek Tanrı’nın tek bir dini olmaz mı?” diye çıkışıverdi babasına. “Ne bu böyle, çeşit çeşit? Davudilikmiş, Musevilikmiş, Hıristiyanlıkmış, müslümanlıkmış, Hinduluk, minduluk, bir sürü din var ortalıkta. Bir dindekiler, gerçek din bizim dinimiz, ötekiler sahtedir, diyerek diğer dinleri tanımıyorlar!..” Baba, azarlamak yerine bu defa kuran diliyle cevap vermek isteyerek, “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah peygamberleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Onlarla beraber anlaşmazlığa düştükleri konularda, insanlar arasında hükmetsinler diye gerçeği taşıyan kitabı hak olarak indirdi,” diyerek bir şeyler konuşmaya başlayınca, gene dilini zapt edemeyerek, “Gerçek ne?” diye sordu. “Senin için indirilen kitap mı? Onun için indirilen kitap mı?” Babası bir salağa laf anlatma sabırlılığı ile şıra bardağını dikti kafasından, Ali’ye yeni bir işaretle tazelemesini emretti. “Gerçek olan, elbette Allah tarafından indirilen kitapların hepsi...” Arda, önünde duran votkasız şıradan bir yudum alarak dudaklarını ıslattı, “Ama onlar senin kitabının ve ötekilerin kitabının sahte olduğunu iddia ediyorlar,” dedi. Ali yeni şırayı getirdiğinde, babası, ona doğru bakarken, “Sen de, onların kitabının eskidiğini, demode olduğunu iddia etmiyor musun?” diye sorunca zavallı Ali kendisine bir şey sorulduğunu sanarak, “ Kim, ben mi?” diye sordu. Arda, “Aliciğim sana değil, sen işine bak,” diyerek müdahale etti ona. “Her peygamberin yeni bir din kurması neden? Neden inananlar arasında din çatışmaları yaratmışlar? İlk gelen dini geliştirseydi ya her peygamber. Öyle müjdeleselerdi, öyle uyarsaydılar.” Babasının sabrını zorluyordu. “Allah, inananları, üzerinde tartışmaya girdikleri gerçeğe tekrar ulaştırır. Bunu Bakara Suresi söylüyor, ben değil. Bakara suresinin 213. ayetinde, ‘Allah, dilediği kişiyi / dileyeni dosdoğru yola iletir,’ deniliyor.” “Öyleyse, benim dinim, senin kitabın diye çatışmalar niye? Kutsal kitaplarda anlaşmazlığa düşenler, o kitabın taşıyıcılarından başkaları değil ki!. Din adına insanları hesaba çekmeye kalkanlar, kendilerinin bir tür göstergesi olan bu illetlerle insanlığı saptırmış, perişan etmiş, Allah’tan ve dinden tiksinir hale getirmediler mi zaten?.” “Tabii ki, her devirde iyilik, güzellik ve hayır sergileyenlerin varlığı da inkar edilemez.” “Onların varlığı, Kur’an adına insanları Allah’ın vekili edasıyla yönetmeye kalkışan rejimlerin ve onların diktatörlerinin dinimize verdiği korkunç zararları hafifletti mi? ‘Şeriat isterük!’ diye galeyan yaratmak isteyenlere sorarsan, ağzınla kuş tutsan, onlar gibi değilsek, tu kakayız, kafiriz, dinimiz de, kitabımız da, her şeyimiz de sahte...” Bu son sözlerinde, dinimizin, kitabımızın sahte olduğunu iddia ettiğini sanan babası sinirlerini kontrol edemeyerek, “senin bombok bir herif olduğunu biliyordum, ama ateist olduğunu henüz öğrenmiş oldum. Rezil rüsva!” diye bağırdı. Son gelen şirayı dikti kafasından, bitirdi, kızgınlıkla kalktı yerinden, “gözüm görmesin seni, bir daha! Benim evim satanist tapınağı değil, ne zaman iman eder, tövbe eder, hidayete erer isen, o zaman gel evime! Yoksa, kendine kalacak başka bir yer bul!” diye söylenerek yalpalaya yalpalaya çıkışa doğru yürüdü. Yanına yetişerek, “beni yanlış anladın babacığım, ben yobaz takımının bizi nasıl gördüğünü anlatmak istedim…” derken, sarhoşlaşmış olan babası sinirleri iyice kontrolden çıkmış bir halde ona döndü, yaratana sığınarak bir tokat patlattı suratına. “Düş yakamdan, Allah düşmanı!” O daha neye uğradığını anlayamadan, babası çıktı, gitti. *
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |