..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Gülün dikene katlanması onu güzel kokulu yaptı." -Mevlana
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Kemal Yavuz Paracıkoğlu




20 Ekim 2011
Kiraz... (1. Bölüm)  
Karıncalar

Kemal Yavuz Paracıkoğlu


On beşinde, yeni yetme kız, çakı gibi delikanlının komplimanlarında keşfetmişti, doya doya yaşatılmasa bile, genç kızlık duygularını… Kaçmaya, yok olmaya, evet diyerek tereddütsüz, baş koyduğu ilk aşkı, yaşamayı denedi… Deney, başarısız oldu. Her başarısızlığın bir bedeli olduğu gibi, bunun bedeli de, ayrılıktı!


:AHBD:


      Eski model bir köy minibüsü, teybinde bilinen bir arabesk şarkıyı çalarak Eskişehir ana caddelerinden birinde ilerlemekteydi. Köylülere ait çuval ve torba kalabalığının arasında insanlar eziyet çekerek, tıklım tıkış oturmaktaydılar.
Kiraz, şoförün hemen arkasındaki koltukta, üç kadınla neredeyse kucak kucağa oturuyordu. Yanındaki ebe hanıma, şiveli vurgularla dert yanarak, “sütüm kesildi, bir mama alıver, dediydim. Sanki onun zulmünden kesilmemiş gibi, vay nasıl kesilirmiş diyerekten gene dövdü!” dedi.
      Ebe hanım, kızdığını saklamayarak, “Manyak herif!” diye söylendi.
      “Kaynanam, madem emziremiyor, çocuk için gereği kalmamıştır, gitsin anasının evine, diyerekten, üstüme saldı oğlunu”
      Ebe hanımın öfkesi artıyordu. “Ne zalim insanlarmış da bilmezmişim, köy yerinde. Hiç merhametleri yokmuş,” diyerek söylenmeyi sürdürdü.
      “Ne merhameti abla! Ne gezer!..”
      “Ah be kızım! Bütün bunları hak etmiyorsun ama, elden bir şey gelmiyor ki!”
      “Yaka paça attılar sokağa, çek git Muş’a diye. Minibüse koyup, yolladılar işte…”
      “Hiç değilse otogara götürüp, otobüse bindirir insan! Cahil başına, ne yaparsın, nasıl gidersin?”
      “Şahin askerdeyken bi gittiydim ya, gene gidersin dediler. Muş’ta ne ederim ben? Kimim, kimsem yok kine! Hemide, çocuğum olmadan…”
      “E! Gitmeyip de ne yapacaksın! Mecburen, gideceksin, anneciğine sığınacaksın…”
      “Bilemiyom’kine!”
      Ebe hanımın aklına düşüverdi; heyecanlanarak, çantasından bir gazete çıkartıp sayfalarını açmaya başladı. Sonra bulduğu haberi Kiraz’a göstererek, “bana bak, kız! Sen de bu kız gibi valiye çıksana!” dedi.
      “Nasıl, yani?” diyerek habere göz gezdirdi. “Bu kız gibi ha? Vali, bu kıza ettiği gibi yardım eder bana da, he? Nasıl bulurum valiyi, bilmem ki…”
      “Vilayet binasına git, valiyle görüşeceğim, de; olmaz derseler, illada görüşeceğim diyerek ayrılma oradan! Mecburen, ya valiyle, ya da yardımcılarıyla görüştürürler. Anlat, her şeyi! Seni bir yere yerleştirirler, kızını da, kocandan alır, sana verirler!”
      “Essah mı diyorsun kız, abla!?”
      “Vallahi!”
      “Vilayet binasına gitcem, he?”
      “Doğrudan oraya git, başka hiçbir yere gitme!”
*
      Geniş bahçeli, yeşillikler içindeki evleri, sokaklarda tek tük oynayan çocukları, traktörle gitmekte olan çiftçisi, kümes hayvanları, sığırı, köpekleri, kedileri ile sakin bir köydü Eğriöz… Evlerinin avlusunda Şahin Yaprak, elindeki dirgenle iki ineğin önüne kuru ot koymaktaydı. Diğer yanlarda on kadar koyun ve bir at görünmekteydi. Annesi Makbule evin önündeki basamakta oturmakta ve kucağında ağlamakta olan Zeliha bebek’i sallarken (bakkaldan gelmesi geciken kocası hakkında ve Kiraz hakkında) kızgınlıkla söylenmekteydi.
      “Bir mamayı alıp gelemedi! Sanki, şehirden alıp gelecek, kör olasıca herif!”
      Şahin Yaprak, annesinin öfkesine bir anlam veremeyerek, “Gittiği beş dakika olmadı, ana! Gelir,” dedi.
      “Bu kronun mızmızlandığını bilip durur. Bir koşu gider gelir insan!”
      “Sen de, az süt ılıtıp versen ya…”
      “Sığır sütünü koymuyor ki, ağzına, velet! Biberona alıştıracağına, kaşığa alıştırdı da ondan!”
      Şahin, yemlikten uzaklaşmaya yeltenen bir ineği dirgenle ürküterek geri çevirirken annesine sinirlendi. “Sen de kaşıkla ver, be ana! Yada çıkart memeni, ver ağzına, oyalansın!”
      Annesi bu öneriyle daha da öfkelendi. “Terbiyesiz!”
      “Terbiyesiz olan, bir tek ben miyim ?”
      “Bu yaştan sonra, ne seni, ne veledini çekemem, zır,zır,zır!”
      “Çekemeyeceksin de, neden yollattın anasını, ana? Karıyı yollamadan önce düşüneydin! Ben ne yapabilirim? Sen büyüteceksin, onu!”
      “Memesinden kan fışkırasıca sürtük, sütten kesilmeyeydi de emzireydi piçini!”
      “Senin, ona ettiğin zulmü, başkası sana edeydi, kangren olurdun! Sütü kesilmiş, çok mu?”
      “Sabah akşam döverken böyle demiyordun, ama…”
      “Dövdüysem, senin yüzünden…”
      “Benim yüzümdenmiş! Yarım bacaklı bir kürt kızını gelinin diye getirirken, içime sindiremeyeceğimi bilmez miydin?”
      “Sen manav kızısın diye başın göğe mi eriyor? O kürt kızına aşık olduydum,ben!..”
      Şahin, bir anda, hiç beklenmedik bir hırçınlık gösterdi. Elindeki dirgeni yere çarpıp; annesinin yanından hızla geçerek, eve girdi.
      Makbule, eve doğru bağırarak; “Bu hayvanları yemlemeyi bitirmeden, nereye kaçtın? Çabuk, geri gel!” dedi.
Şahin, evden ceketini giyinmiş olarak çıktı.
      “İşleri bitirmeden, nereye böyle, a be salak oğlum?”
      Şahin, kestirip, atarak, “Şehre ana, şehre! Kiraz’ı otobüse binmeden garajdan bulup getireceğim,” dedi.
      Makbule dellenerek, ayağa fırladı.
      “Sıçtırtırsın, içine! Bu evde kürt kızını barındırır mıyım?”
      Şahin, dinlemeden avludan çıktı. Yolun kıyısında park ettiği, eski model otomobiline binerek çalıştırdı. Makbule, peşinden koşturdu. “Şahin! Yakışıklılar yakışıklısı oğlum! Esenekli oğlum! Etme! Boyu beline gelmez bir kıro için ananı değişme! Sana, dünyanın en güzel kızını bulup, gelin edeceğim, yavrum! Dön, geri!...”
      Şahin’in umursamadan gittiğini görünce iyice çileden çıktı. “Madem anneni çiğniyorsun, al piçini de, Şahin! Al da gelme, dönme geriye!...”
      Şahin’e yetişemedi.
*
      Minibüs, ana cadde üzerinde, bir köşe başına geldiğinde durdu.
      Ebe hanım, açılan kapıdan inmekte olan Kiraz’a, yolu tarif etmekteydi: “Bu caddeden dosdoğru git, buradan itibaren üç tane sokak geç, dördüncüsünde bu sağ kolundan yana dön, doğru git. Önüne bir cadde çıktığında, hemen sol kolundan yana dönüp dosdoğru git, emi. Vilayet binası o cadde üzerinde, bulursun kolayca…”
      Kiraz, “dört tane sokak sayacağım, orada sağ yanımdan doğru dönüp asfalta çıkacağım, oradan sol yanıma dönüp dosdoğru yürüyeceğim, demi,” diyerek ebenin tarifini yineledi. “Tamam abla! Hakkını helal et!”
      “Buralarda olursan, görüşürüz kız! Dur, hemen vedalaşma bakalım!”
      “İnşallah!”
       Minibüs hareket ederken, Kiraz da, yol boyunca yürümeye başladı.
       Ebe hanım, yanındaki öteki kadınlarla hemen dedikoduya başlamıştı; “ay kız, kızcağızın işi zor, vallahi…”
      Şoför de lafa karışarak, “Kızın eline hiç eşya da vermemişler. Yokmuymuş kızcağızın çulu çaputu?” diye sordu.
*
      Kiraz, yol boyunca yürümeyi sürdürmekteydi. Yirmili yaşlarında, esmer, çirkin tipli bir serseri hızla gelerek arkasından yetişti, yumuşak bir üslupla yol sordu ona.
      “Yolu bilmiyorum. Şehir merkezine nasıl gidebilirim?”
Kiraz, özür dilermişçesine, “Ben de bilmiyo’m’kine!”dedi.
      “Şansa bak, yol sormak için, bula bula, yabancı birini bulmuşum! Nerelisin, sen?”
      “Bulanık’lıyım.”
      “Vay canına! Hemşeriymişiz yau! Ben de, Muş’un içindenim.”
      “Essah mı?”
      “Vallahi!... Böyle nereye, hemşerim?”
      “Hi’iç! Çarşıya…”
      “Hani bilmiyordun şehir merkezini?”
      “Bilmiyo’m’kine!”
      “E, gidiyorsun işte, ya?”
      “Gidiyom!”
      “Bize gidelim mi? Madem Muş’lusun, anamla tanıştırayım seni, hemşehrinle! Belki, senin sülaleni bilir o!”
      Serseri kendi ağzıyla yakalanmış ve asıl niyeti ortaya çıkmıştı.
      Kiraz, şaşkınlıkla, “Size mi?” diye sordu.
      “Bize! Evim, hemen şur’da!”
      “Yabancıyım, dediydin ya; bur’da oturuyo’muşun!”
      Serseri çark ederek, “Yeni göçettik, canım…” diyerek toparlamaya çalıştıysa da Kiraz, yalan söylenildiğini anlamıştı bir kez. “Yalan diyiyon. Bırak beni!”
      Serseri, bu defa da tehdide başlamıştı: “Naz etme de gidelim, işte! Para veririm sana!”
      Kiraz, bir çocuk gibi korkuya kapıldı. “Git, dedim sana, yahu! Bağırırım, bak!”
       “Belli ki, sahipsizsin. Güzellikle gelmezsen, yaka paça götürürüm.”
      “Ya, git dedim ya!”
      Serseri, Kiraz’ı evine atmakta kararlıydı.
*
      Şahin’in eski model otomobili çevre yolundan gelerek, ayrı yönleri gösteren “OTOGAR” ve “ŞEHİR MERKEZİ” yazılı levhaların yanından, az önce Kiraz’ın indiği köşe başından otogara doğru geçip gitti. Tercihini, Kiraz’ı bulamayacağı otogar istikametinde değil de, şehir merkezi istikametinde gitmek için kullanmış olsaydı, Kiraz’ı yolda yakalayacaktı. Bu levhalar, O’nun Kiraz ile ayrışan kaderlerini göstermekteydi.
*
      Nurhan, balkondan, gelmekte olan onbeş yaşlarında, yıpranmış, renkli bir şalvar, gömlek giyinmiş, yemenili bir köylü kızı ile yanındaki serseri kılıklı birine bakmaya başladı.
      Serseri, Kiraz’ın elinden tutup çekiştirmeye teşebbüs ettiği an, kızın elini silkeleyip kurtardığını görerek, Derya’ya, “şu zavallı kıza yardımcı ol da serserinin elinden kurtarıver,” diye sesledi.
Derya sokaktakilere bir bakıp kızın zor durumda olduğunu anladıysa da, “bana ne, yahu!” diyerek Nurhan’a terslendi.
      Kiraz, hükümet binasına nasıl ulaşacağını ebe hanımdan öğrenmiş olmasına rağmen, serserinin tacizlerinden kurtulabilmek umuduyla, kaldırımda çömelmiş vaziyette duran Derya’nın yanına vardı.
      “Amca!”
      Derya yan tarafından, şiveli bir ses duyunca başını çevirip baktı.
      “Buyur!”
      “Hükümet binasına daha çok var mı?”
      Serseri, kızın yanına gittiği adamın çömeldiği yerden doğrulduğunda, bir doksanlık boyunu ve kendisinin iki misli cüssesini fark edince çark ederek, oradan hızla uzaklaştı, az ötedeki köşe başına sinerek onları gözlemeye ve kızın oradan ayrılmasını beklemeye başladı.
      Kızın sorusunu duyan Nurhan, “yok kardeşim, yok; hemen şuracıkta. Amcan da o tarafa doğru gidecek şimdi. Bekle de götürüversin seni,” diye laf yetiştirdi. Onun amacı, Derya’nın kızı, köşe başında sinerek bekleyen serseriden kurtarmasını sağlamaktı.
      Derya, bozularak, “ne amcası be!” diye çıkıştıktan sonra, “tarif et kıza yolu, gitsin kendisi! Ben kimseye rehberlik filan yapamam şimdi,” diyerek oradan uzaklaşmaya başladı.
      Derya’nın kendisine doğru gelmeye başladığını gören serseri, bulunduğu yerden, kayboldu.
      Derya, önünde fark ettiği karıncaları ezmemek için, adımlarını dikkatli atıyordu.
      Nurhan, “Bir karıncayı incitmemek için maymunlar gibi zıplaya zıplaya yürür, ama insanlara da köpek gibi davranır!” diyerek sataştı.
      Derya iyice uzaklaşırken, “Ayakaltında çok dolanıyorlar. Bir tekini bile çiğnesem, vicdanım sızlıyor,” diye söylendi.
      “Vicdanmış! Tüküreyim senin vicdanına!”
      Derya, uzaktan, “Seni duyuyorum!” diye seslendi.
      “Yürü, anca gidersin! Haydi kızım, sen de git onunla! Dikilip durma öyle! Koş yetiş! O serseri sana bir şey yapamaz onun yanında.”
      Kiraz, aldığı komuta uyarak, koşar adımlarla gidip, Derya’nın hemen ardı sıra yürümeye başladı.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın bireysel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Muhittin Amca...
Hempa...
Hanımeli...
Siktiriboktan…
Basgitar...
Nerede O Eski Öğretmenler…
Öpücük Tutkusu...
Alma "Nur"un Ahını…
Çapkınım, Hovardayım…
Göz Hakkı...

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kralların Kraliçesi
Balkonlu Ev...
Bizim Köyün Ayıları... 2.
Nil Kraliçesi.
Kur'an Ayetlerinden
Facebook Tatilcileri
Babam…
Madam...
Azap Yolu - 1
Azap Yolu - 2

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Part - Time Sevişmeler [Şiir]
Bir "Hiçbir Şey" Olmak [Şiir]
Deliler Bayramı [Şiir]
Nazlı Nazlı Karılar... [Şiir]
Gülbahar'ım; Can Çiçeğim! [Şiir]
İkimiz İçin [Şiir]
Hayatım [Şiir]
Halepçe [Şiir]
Senden Önce, Sensiz [Şiir]
Çapkın Kız... [Şiir]


Kemal Yavuz Paracıkoğlu kimdir?

Okur yazar, okuduğunu anlar, yazdığı okunur, emekli büro memurluğundan devşirerek, kendi kendine oldu yazar. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Hiç kimseden etkilenmemiştir, kendine özgü bir yazı dili kullanır...


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.