Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy |
|
||||||||||
|
Bu hafta sizlerle Devrek ile çevresinin coğrafyası hakkında ilginç bilgiler vermiş, XVII.-XVIII. yüzyılda yaşamış, bölgemizin yetiştirdiği bir seyyah ve onun kaleme aldığı eserinden söz etmek istiyorum. Lehistan'da bulunan Lipka Tatarları'nın dilini bilen; şair, hakkâk, müzehhib, sorumluluk sahibi ve çok yönlü bir devlet adamı: İbrahim Hamdi Efendi! İbrahim Hamdi Efendi, Bartın İli'ne bağlı Ulus İlçesi'nin Endüz Çiftliği/Küçük Endüz Köyü'nde doğmuştur. Seçeresi on iki imamdan Zeynelabidin'e kadar uzanmaktadır. Dedesinin ismi Seyyid Hüseyin ve babasının ismi ise Seyyid Bayram'dır. Çocukluğu ve gençliği doğduğu köyünde geçmiş ve babası Seyyid Bayram'ın, II. Mustafa Dönemi'nde (1664-1703) Balkanlara gelmesiyle, önce Rumeli'deki Yanova'ya ve sonra da yirmi yıl ikamet edeceği ve öğrenim göreceği Tımışvar'a yerleştiği kendi kaleminden öğrenilmektedir. Sonra Tırnova'ya yerleşmiş ve Hotin'de de, Cebehane Kâtibi ve sonra Hotin Defterdarı Kâtibi görevleriyle ikamet etmiş ve 1727 yılında Amasra'ya yerleşmiştir. Fakat daha sonra 1733 yılında İstanbul'da ve 1736'da Osmanlı ordusuyla birlikte İsakçı ve Baba Dağı'nda bulunmuştur. 1749 yılında annesinin ikamet ettiği Endüz Köyü'ne gelerek 1729-1749 yılları arasında yazmayı sürdürdüğü “Atlas-ı İbrahim Hamdi Efendi” adlı eserini yazmaya burada devam etmiş ve 1750 yılında bitirmeye muvaffak olmuştur. İbrahim Hamdi Efendi'nin kaleme aldığı bu eser, iki cilt halinde idi, Devrek ve çevresi hakkında da birinci cilt bilgi veriyordu. Ancak 1934 yılında, Ahmet Tevhit ile Talat Mümtaz Yaman, Kastamonu'yu ziyaretleri sırasında bir terekeciden satın alınmış bu eserin birinci cildini de yanlarında götürmüşlerdi. Ahmet Tevhit'in kütüphanesinde bulunan bu eser, Ahmet Tevhit tarafından T. M. Yaman'a hediye edilmiş ve o da bu eseri kendi şahsi kütüphanesinde saklamakta idi. Eser, bölge hakkında detaylı bilgi veren tek eserdir, Devrek ve çevresini bu kadar güzel tasvir etmiş başka bir eser daha yoktur. 1942 yılında Kastamonu'da çıkmış olan yangında T. M. Yaman'ın kütüphanesi ile birlikte bu eser de yanmıştır. Ancak Yaman'ın, bölge hakkında bilgi veren bu birinci ciltteki bilgileri daha önce Latin harflerine yaptığı transkripsiyonunu, Ülkü Halk Evleri Dergisi'nde yayımlaması, eserin tamamen yok olmasını engellemiştir. Burada Devrek ve çevresi ile ilgili bilgileri, T. M. Yaman tarafından Osmanlıca nüshasının Latin harfleri ile yapılmış orijinalinden, sizlere kısaltarak ve Osmanlıca kelimelerin karşılığını da parantez içinde vererek, yazmak istiyorum. * * * * * Devrek altmış üç buçuk derece tûl ve kırk bir derece on üç dakika arzda Ereğli şarkîsinde (doğu) deryadan alarga bir kazadır … dağının şimaline (sol) düşer Bolı bunın cenubında vaki olub hafta pazarı ve hanları ve dükkanları var bir nice karyedir Bolı suyu ile nehr-i-Mengen bunın kurbinden cereyan ider ve Araç ve Viranşehir nehrine bu kazada karışub Hisarönünde Karadeniz'e gider ve yıl pazarı ki her senede bir kere durub on beş güne kadar mütemadî olub yedi divan bu kazadadır. Pencüşenbe'nam diğer Zarzene altmış üç derece elli dakika tûl ve kırk bir derece yirmi dakika arzda yirmi karyelü bir kazadır Çarşanba kazasıyle bunun mabeynini Filyos suyu kat'ider Üskübi altmış iki derece kırk dakika tûl ve kırk bir derece yirmi dakika arzda Bolı'dan şimale on saatlik inhirafile (dönme ile) garbe (batı) ve Akçeşar'dan cenuba vaki olub bir câmi ve bir hamamı ve on pâre (parça) karyesi (köy) olub bunun şimalinden … dağından Debbağlar suyu gelüp buna uğrar ve canib-i garbîsi (batı tarafı) dağlar ve ormanlar sahreler olub mezari' ve çeltikleri Milan suyundan saky olunur ve pirinci alçak ve âlâ bezi olur … nam karyede Şemsi Efendi medfûn olub ziyaretgâhdır * * * * * Benderkli … namı diğer Ereğli Karadeniz sahilinde Bolı şimalinde bir kal'adır ki tahminen devr-i Seray-ı-hümyûn-ı cedid kadar olub taraf-ı-şarka derya kenarı ve yukaru Güney taraflarının ekser bedenleri harab olub ancak garb tarafına vaki iskele ve şehrine muttasıl (bitişik) olan kapusu heyet-i asliyesi üzere balâter beden ve tabyalar ve kapunın üzerinde (varak 315) iki âdem şekli ayak üzere dururlar dahil-i bab-ı kal'ada bir mahalle ve Sultan Orhan câmii olub ve haric-i bab-ı kal'ade esvak-ı mâmûresi (düzenli çarşılar) ve kahveleri ve bir hamamı ve çeşmeleri ve iskele kurbinde misafirine han odalarına bedel odalar ve köşkleri olub sükkânına (oturanlar) günde birer pâre icare ile virirler ve etmekci furunı olmayub herkes hanesinde etmek tabkh idüb çarşuda satarlar çarşunun garb tarafında kefere vaktinde etrafı kârgir (işleyen) diyarlı limanı var imiş zamanla dolub harab olmuş elyevm (bugün) anda debbağhane (tabakhane) olub kal'anın harab divarı mukabilinde etrafdan taş dökme bir liman vardır ve dahil-i kal'ade hin-i imâretinde olan bezastan ve dekâkinin taşların yüzer âdem yerinden kaldıramaz ve bazı kulelerinde bağçe idüb nerkis ve sair şükûfe (çiçek) gars itmişler bir mertebe ki sa'ir diyarda öyle çiçek olmaz ve kal'a kapusunın haricinde bir kule zirvesinde müfti hanesi olub safa bahs ferahfeza bir hanedir hayli mâmûr bir kasaba olub pâk dilfrib (cazibeli) tazeleri vardır lâkin ahalisinin bir mikdar taasubı vardır incir ve üzüm ve ceviz ve sa'ir meyvesi vefret (çok) üzere olub ahalisinin ekseri khılâl ve kaşık yaparlar kerestesi olub İstanbul'a götürürler ve kal'adan şark tarafında Karadeniz'e müşrif (çevreyi gören) bir depede merhum Fatih Sultan Orhan'ın hacesi (hoca) Seyyid Yaha-yı Sirvânî hazretlerinin evlâdından olub Seyyid Nasrullah Efendi Hazretlerinin merkad-i münevvereleri (parlak mezarı) olub ba'zı bîkes (kimsesiz) fukara kızları varub hüceratda (oda) sâkine olub (oturan) hizmet iderler bir göz yer vakıfdır ve anda Karadeniz boğazında olduğu gibi bir fener olub sefinelere (gemi) hata gelmesün deyu gicelerde firuzan olunur âvamünnas beyninde Hacıbaba türbesi deyu ziyaret iderler sultan Orhan gelüb kal'a feth eylediklerinde oğlum şu makamı bana ihsan eyle deyu rica etmişler ricasına müsaade buyurdukda bu yeri niçün istersin deyu istintak (sormak) ve anlar dahi toprağımız bunda olub yatsam gerekdir deyu buyurmakla sultan merhuma rikkat (acıma) gelmişdir bir pâk ahalisi olub eyü metaların bez ve kereste ve meyvedir …” * * * * * Atlas-ı İbrahim Hamdi Efendi adlı eserden de anlaşılacağı üzere, Kuruluş Devri Osmanlı padişahlarından Orhan Devri'nde (1281-1362) Ereğli, Türk hâkimiyetine girmiştir. İbrahim Hamdi Efendi eserinde, Devrek'in bu tarihlerdeki durumu hakkında bir bilgi vermemektedir. Eldeki şu anki verilerden Devrek'in, Sultan Orhan'dan itibaren Türk yurdu olduğu söylenebilir. Devrek'te, bugün Yeni Camii duvarına monte edilmiş olan bir kitabeden, H. 891 (M. 1486) tarihi okunmaktadır. Dolayısıyla Devrek'imiz, Sultan Orhan'dan yaklaşık yetmiş yıl sonra tahta geçmiş Fatih Sultan Mehmet (1432-1481)'in son dönemleri ile II. Bâyezid (1450-1512) devrinden itibaren, günümüze kadar devamlı iskân edilmiş bir Türk yurdudur. 172 köy-mahalle ile birlikte Hamidiye adı ile ünlenecek olan Devrek'te, H. 1303 (M. 1887) yılında küçük bir çarşı, dört camii, iki medrese, bir tekke, iki hamam, bir hükümet konağı, bir ibtida mektebi, bir Rüştiye ve gelirinin bir kısmının eğitime ayrıldığı bir dükkân ile belediye bahçesi bulunuyordu. (Kastamonu Vilayet Salnâmesi 1314, s. 440). 1890-1901 yılları arasında Hamidiye kazasında ikamet eden tüm Gayri Müslimlerin Müslüman halka oranı % 0.67 ile % 1.36 arasında değişirken, 1901 yılına gelindiğinde, Devrek'in nüfusu 21.264'tür. Bu nüfusun yaklaşık % 1.96'sının Gayr-i Müslim nüfus olduğunu, Hamdi Genç, 'Zonguldak Kazası' adlı çalışmasında belirtmektedir. 1910 yılında Hamidiye isminden vazgeçilerek tekrar Devrek ismini alan kazada, halkının bir kısmı bu yıllarda; ceviz ağacından sandık, masa, sandalye, sigara ağızlığı ve baston imalatı ile uğraşıyordu (Kastamonu Vilayet Salnâmesi 1311, s. 226). * * * * * Yukarıdaki Osmanlıca metinde, Devrek'ten bahisle, on beş gün devam eden bir pazardan söz edilmektedir. Büyüklerimiz ve benim yaşımda olanlar İstiklal İlköğretim Okulu'nun arkasındaki alanın panayır alanı olarak kullanıldığını çok iyi hatırlayacaktır. Bu panayır alanından 1945 yılında E. Çakıroğlu, “Bugünkü Devrek Kasabası” adlı makalesinde de değinmektedir. Hatta bu panayırın -ya da halkın ifadesiyle mahyanın- on beş gün sürdüğünü ve şimdi merkezi karşı yakaya bağlayan asma köprünün ilkel bir örneğinin o günlerde on beş gün için kurulduğunu çok iyi anımsayacaklardır. Bu panayırın yerini günümüzde artık baston festivalleri almıştır. Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Güngör Karauğuz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |