Gerçeğin dili çok yalın. -Euripides |
|
||||||||||
|
Uğur Mumcu, 29 Temmuz 1992 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde : “Kürt’ü Türk’e, Türk’ü Kürt’e, Ermeni’yi Türk’e, Türk’ü Ermeni’ye , Alevi’yi ‘Sünni’ye, Sünni’yi Alevi’ye düşman eden emperyalizm ve emperyalizmin Ortadoğu’daki çıkarlarıdır. Dün öyleydi, bugün de öyle...” diyor. Olayın özeti bu. Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu." Mustafa Kemal Atatürk 1 Mart 1922 - TBMM Üçüncü Toplanma Yılı Açış Konuşması Not: Dönemin sadrazamı Damat Ferit Paşa, işgal güçlerine şirin görünmek için gereğinden fazla gayret gösteriyordu. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyin asılmasını istiyordu. Asıldı da... ve aradan 1 ay gibi bir süre geçmeden İzmir işgal edildi. İzmir Hükümet konağına asılan ve işgalci güçleri temsil eden bayrakların özenle incelenmesi gerekir.(Hulki Cevizoğlu’nun 1919 un şifresi kitabı okunmalı(Odabaş) Tabiki bizim gönüllü birlikler, Van ve Muş’u bir an önce ele geçirmeye, çalışıyorlardı. Oraya ermenileri kurtarmak için gidiyorlardı. Oysa Rus ordu birlikleri Ermeni gönüllülerinden oluşmuyordu ve farklı amaçları vardı. Onlarda görülen ve bizim ihanet olarak değerlendirdiğimiz yavaşlık ve kararsızlık, Rus komuta kademelerinin olağan zafiyetleri (ki bu zafiyet örnekleri diğer cephelerde de çok sayıda görülmüştür.) ya da tarafımızca bilinmeyen genel askeri konularla açıklanabilir.(s.34 Kaçaznuni) İlk paragrafta yazdığımız Uğur Mumcu’nun açıklaması ile,1920’lerdeki Kaçaznuni’nin açıklamasını birlikte değerlendirelim. Bugüne kadar Ermeni soykırımı iddialarını cömertçe ve acımasızca kullanan emperyalizmin aslında Ortadoğu’daki çıkarlarından başka bir şey düşünmediğini görüyoruz. Dost ve müttefikimiz olduğu belirtilen ABD, her yıl ermeni Soykırımı’nı tanırım diye, aba altından sopa gösterir ve bazı isteklerini kibarca masaya koyar. İnsan haklarını falan savunduğunu söyleyen sömürgeci güçler, Bağdat bombalanırken, milyonu aşkın insan modern silahlarla öldürülürken ellerini ovuşturarak, çıkacak ganimetin hesabını yapar. Bilal Şimşir'in 1985′te yapılan “Malta Sürgünleri” isimli kitap önsözünden: “Malta sürgünleri olayı Kurtuluş Savaşı’yla bütünleşir. Olayın arkasında çetin bir Türk-İngiliz boğuşması yattığı apaçıktır…Türkiye’nin, işbirlikçiler dışındaki tüm yönetici kadrosunun sürülmesi amaçlanmıştır. Koskoca bir ulusun başını gövdesinden ayırmayı amaçlayan böylesine iddialı, böylesine acımasız bir sürgün harekatının eşine Britanya İmparatorluğu tarihinde bile rastlanmaz.” * * * Sultan Vahidettin, on gün sonra 21 Ocak 1919 günü eniştesi Damat Ferit Paşa aracılığıyla İngiltere Yüksek Komiserliğine bir mesaj daha iletir. Damat Ferit Paşa henüz sadrazam değildir ama sadrazamlığa hazırlanmaktadır. İngiliz Yüksek Komiserliği Birinci Siyasi Müsteşarı Mr. Hohler ile görüşür, Padişahın mesajını şöyle aktarır: “Kayınbiraderi(Vahidettin) suçluları cezalandırmak niyetindedir, yeteri kadar enerjik olmayan şimdiki kabine yerine daha güçlü bir kabine atamayı düşünmektedir. Suçlular, memleketteki en güçlü, en yaygın örgütün üyeleridir; kendilerine karşı ciddi eyleme geçildiğini görürlerse umutsuzluğa kapılabilirler. Padişah, bu yüzden, kendi görüşlerini paylaşanlara karşı bir patlamadan korkmaktadır. Böyle bir patlamada İngiltere’nin tutumunun ne olacağını bilmeyi arzu etmektedir.” * * * İngiltere Savunma Bakanlığı, 3 Ocak 1919′da İstanbul, Bağdat ve Kahire’deki İngiliz Başkumandanlıklarına uzunca bir şifre tel çeker. Cezalandırılmak üzere ilk ismi verilenler Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa ile Yakup Şevki Paşa’dır. 15 Ocak 1919′de yine İngiliz Başkumandanlıklarına şifre telgrafla 9 Türk komutanının adları verilir. Bu Türk komutanlarının adları ve sözümona suçları şöyle sıralanmıştır: Nuri Paşa: Kafkasya’da eski İslam Ordusu komutanı; Azerbaycan‘a asker sokmak, Ermenilere zorbalık etmekten suçludur. Mürsel Paşa(General Mürsel Baku): Kafkasya’da Azerbaycan Kuvvetleri Komutanı. Nuri Paşa’yı desteklemek, Türk Ordusunun geri çekilmesini geciktirmekle suçlanmaktadır. Şevki Bey(Yakup Şevki Subaşı Paşa): Kafkasya’da 9. Ordu Komutanı. Ermenilere, Ukraynalılara zorbalık etmek ve geri çekilmeyi geciktirmekle suçlanmaktadır. Nihat Paşa(Anılmış): Pozantı’da 2. Ordu Komutanı. Mülki makamları ayaklanmaya kışkırtmak, Kilikya’yı boşaltmamakla suçludur. Ali İhsan Paşa(Sabis): Mezopotamya’da 6. Ordu Komutanı. Cerablus’ta İngiliz Komutanına hakaret etmekten ve yağmacılıktan suçludur. Fahri Paşa(General Fahrettin Türkan): Hicaz Ordusu Komutanı. Teslim olmamakla suçlanmaktadır. Galip Paşa: Yemen 40. Tümen Komutanı. Teslim olmuyor. Tevfik Paşa: Yemen’de 7. Kolordu Komutanı. Teslim olmuyor. Asir’deki 23. Kolordu Komutanı da teslim olmuyor. İngilizlerin ilk kara listesi budur. * * * Lord Curzon’un Amiral Calthorpe’a gönderdiği 5 Şubat 1919 günlü talimat şudur: “158 ve 170 sayılı telgrafınızdan anladığıma göre, Türk Hükümetini arzuladığımız yönde harekete geçirmek için herhangi bir baskıya gerek yoktur. Sadece kendisine destek vaadinde bulunmamız yetecektir. O halde, aşağıdaki nedenlerden dolayı, sizce ya da ilgili komutanlarca teslim alınmaları gerekli görülecek Türk subayları ile görevlilerinin size ya da en yakın Müttefik komutanına teslim edilmeleri için hemen harekete geçmesi yönünde Türk Hükümetine talimat vermelisiniz…..158 sayılı telgrafınızın son fıkrasında önerdiğiniz gibi kendisini destekleyeceğimiz konusunda Padişaha güvence veriniz.” İstanbul Hükümetinin “suçlu”dan kastı, İttihatçıdır. İngiliz’in gözünde ise suçlu “Türk”tür. Reşit Paşa, İngilizlere dayanarak, İttihatçılara karşı eyleme geçmeyi düşünmektedir. İttihatçı düşmanlığı Osmanlı Dışişleri Bakanını, düşmanla işbirliğine gidecek kadar körleştirmiştir. * * * Padişah Vahidettin, bu alanda daha da ileri gider. 10 Ocak 1919 günü, güvenilir bir adamı aracılığıyla İngiliz Yüksek Komiserine bir mesaj iletir. Yüksek Komiser bu mesajı Londra’ya şöyle bildirir: “(Padişah)….uzun zamandan beri, aslında 1908′den beri, İttihat ve Terakki Komitesi’nin hafiyeleriyle sarılmış olduğunu, onlardan çok çektiğini söyledi. Kendisi, her zaman İngiliz taraftarı olmuştur…Şimdi de bütün umudunu İngiltere‘ye bağlamaktadır…Komiteye karşı en sert biçimde eyleme geçmek arzusundadır…İngiltere Hükümetinin İngiliz savaş tutsaklarına karşı barbarca davrananlar ile kırımdan sorumlu olanların cezalandırılmasını istediğini bilmektedir ve İngiltere’nin arzulayacağı her kişiyi, yine İngiltere’nin arzusuna göre, yakalatıp, cezalandırmaya hazırdır. Ancak, geniş ölçüde bir eyleme geçince ihtilal olacağından, kendisinin belki de devrilip, öldürülebileceğinden korkmaktadır. Sert biçimde eyleme geçince, Müttefiklerin desteğine güvenip, güvenemeyeceğini, Müttefiklerin bunu Türkiye’nin bir iç işi olduğunu, söyleyip, kenarda durup durmayacaklarını öğrenmek istemektedir. Asıl İngiltere’den gerçek destek, ilerde de dostluk beklemektedir….” Amiral Calthorpe, Padişahın bu sözlerinin, Sadrazam Tevfik Paşa’nın söyledikleriyle aynı olduğunu bildirir. * * * Vahidettin’in İttihatçı düşmanlığının içten olduğunu, bundan yararlanmak ve suçluları yakalatmak için Türk makamları aracılığıyla eyleme geçmek gerektiğini söyler, şöyle der: “Bu bakımdan, suçluların yakalanmaları isteğinde bulunmadan önce, isteklerimizi yürütme çabası güçlükler yaratırsa, kendisini destekleyeceğimiz yolunda Padişaha özel olarak vaatte bulunma yetkisinin bana verilmesi gerekir diye düşünüyorum”. * * * İstanbul’da insan avı başlamıştır. Zemberek boşanmıştır….Osmanlı İçişleri Bakanı kara listeler hazırlar, bunları önceden İngiliz Yüksek Komiserine gösterir. Listedeki kişileri nasıl bir ani baskınla yakalatacağını anlatır, İngiliz ajanları haber toplar. Osmanlı İçişleri Bakanı İngilizlerin topladığı haberlerle, jurnallerle beslenir. * * * Lord Curzon’un Amiral Calthorpe’a gönderdiği 5 Şubat 1919 günlü talimat şudur: “158 ve 170 sayılı telgrafınızdan anladığıma göre, Türk Hükümetini arzuladığımız yönde harekete geçirmek için herhangi bir baskıya gerek yoktur. Sadece kendisine destek vaadinde bulunmamız yetecektir. O halde, aşağıdaki nedenlerden dolayı, sizce ya da ilgili komutanlarca teslim alınmaları gerekli görülecek Türk subayları ile görevlilerinin size ya da en yakın Müttefik komutanına teslim edilmeleri için hemen harekete geçmesi yönünde Türk Hükümetine talimat vermelisiniz…..158 sayılı telgrafınızın son fıkrasında önerdiğiniz gibi kendisini destekleyeceğimiz konusunda Padişaha güvence veriniz.” * * * BEKİRAĞABÖLÜĞÜ 1919 yılının ilk günlerinde, Tevfik Paşa hükümeti zamanında İstanbul’da bazı kişilerin tutuklanmasına başlandı…Ülkede yaman bir yıldırma başlatılmıştır. İstanbul’da tutuklananlar çoğunlukla Bekirağa Bölüğü adı verilen Harbiye Nezareti Cezaevine tıkılıyorlardı. Ocak ayında başlayan tutuklamalar, Şubat, Mart aylarına doğru gittikçe artarak korkunç bir “insan avı” biçimine dönüşecek, Bekirağa Bölüğü de günden güne tıklım tıklım dolacaktı. Bu cezaevine tıkılan sözde “savaş suçluları” ileride ya Malta’ya sürülecekler ya da düzmece sıkıyönetim mahkemelerinde süründürüleceklerdi. İçlerinden ipe çekilenler bile olacaktı. 5 Ocak 1919′da Kırklareli Mutasarrıfı Hilmi Bey İstanbul’da tutuklanıp, Bekirağa Bölüğüne yollanır. Ertesi gün Çorum Jandarma Komutanı Mehmet Tevfik Bey, Trabzon Gümrük Memuru Mehmet Ali Bey ile tüccardan iki kişi daha tutuklanır. 7 Ocak günü İngiliz Yüksek Komiseri, Osmanlı Dışişleri Bakanıyla görüşür, “Türk savaş suçlularını”nın cezalandırılmasını ister. “İyi niyet yetmez, sonuç bekliyoruz” der. Aynı gün Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey İstanbul’da tutuklanıp, Bekirağa Bölüğüne yollanır. Bu genç Mülkiye amiri birkaç ay sonra, Ermeni yalancı tanıklarının sözlerine dayanan düzmece Sıkıyönetim Mahkemesince idama mahkum edilerek, Bayezit Meydanında asılacaktır. 13 Ocak günü üç sivil memurla bir teğmen Bekirağa Bölüğüne yollanır. Derken tutuklamalar daha yüksek görevlilere sıçrar. 14 Ocak‘ta eski Sivas Valisi Sabit Bey, 18 Ocak’ta eski Musul Valisi Mehmet Memduh Bey, 21 Ocak’ta yine eski Sivas valilerinden Ahmet Muammer Bey tutuklanır. 30 Ocak günü eski Bursa valisi Ali Osman Bey Bekirağa Bölüğüne yollanır. Arada 5 kişi daha yakalanıp Bekirağa Bölüğüne yollanmıştır. * * * İngiliz Yüksek Komiseri, Bekirağa Bölüğünün hemen her gün yeni yeni sanıklarla dolmasını sevinçle karşılar. Padişah hükümetinin tutumunu “pek memnuniyet verici” gördüğünü Londra’ya bildirir: Calthorpe, Londra’ya şunları teller: “Tutuklamaların etkisi, her bakımdan fevkalade oldu. Hiç değilse İstanbul’da İttihat ve Terakki Komitesi’nin yıldırıldığını sanıyorum. Reşit Bey 6 Şubat’ta tekrar yakalandı ve onun üzerine intihar etti” * * * KARA LİSTELER Kara liste deyimi ilk kez 17 Ocak 1919 günü resmen kullanılmaya başlanmıştır. Bundan önce de İngilizlerin “Suçlu Türkler” listeleri hazırladıkları görülmüştür ama bunlara resmen kara liste adı verilmemiştir. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliğinde kara liste hazırlamakla görevli bir şube vardır. Ermeni-Rum Şubesi adını taşır. Türkler aleyhinde ihbarlarda bulunmaları için Ermenilere, Rumlara, hatta İngilizci Türklere yeşil ışık yakılmıştır. Azınlık örgütleri, “Ermeni Patrikhanesi, İngiliz Muhibler Cemiyeti” kara listeler hazırlanmasında İngilizlere yardımcı olurlar. İngilizlere ihbarlar yağar. Bunların büyük çoğunluğu pek saçma sapan şeylerdir ama İngilizlerce resmi işleme konur. Amiral Calthorpe, bir raporunda Şubenin çalışmaları ile ilgili olarak özetle şu bilgileri verir: “Ermeni-Rum şubesi iki çeşit fiş tutar; kişi fişleri, olay fişleri. Kişi fişlerinde 600-700 “suçlu” Türk’ün adları bulunmaktadır. Kişilerle ilgili ihbarlar, bilgiler kısaca bu fişlere işlenir. Olay fişlerinde, “suç” olayının yeri, buna karışanların adları bulunur. Bütün bilgiler İstanbul’da “Ermeni Haberleri Bürosu”ndan ya da İstanbul dışındaki Ermenilerden toplanır. Şubenin kendisi, ancak pek seyrek durumlarda mahkeme önünde tanıklık edebilir, mahkemelerde ifade verebilir. Ama mahkemelere kimlerin tanıklık edebileceklerini gösterir. Şube dışarıyla ilişkisini “Ermeni Haberler Bürosu” aracılığıyla sağlar; öteki haber kaynaklarıyla doğrudan doğruya ilişki kurmaz. Şube, “suçlu” kişilerle ilgili fişlerinin sayısını çok artırabilir.” Bu şubeden başka, İngiliz Askeri Haber alma örgütü de kara listeler hazırlar. 1919-1920 yıllarında İngiliz makamlarının, Türk hükümetine verdikleri kara listelerin bir bölümü Yüksek Komiserlikçe, bir bölümü de İngiliz Askeri makamlarınca hazırlanmıştır. * * * ATATÜRK KARA LİSTEDE İngilizlerin kara liste furyasından Mustafa Kemal Paşa da kurtulamaz. Daha Samsun’a çıkışından 80 gün önce Mustafa Kemal İngilizlerin kara listesine girmiştir. Paşanın adı İstanbul’da bulunan ve “azledilip sürülecek” kişilerin başında yer almaktadır. Onun arkasından başka kişilerin adları sıralanmıştır: Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri Cevat bey(Gürer), Yarbay Kel Ali(Çetinkaya), Halil Paşa(Killi), Kazım Karabekir Paşa, İsmet Bey(İnönü) ve daha birçok Türk subayının adları gelir. Bu kara liste İstanbul’daki İngiliz Haberalma Merkezinden, Londra’ya, Askeri Haberalma Başkanlığına yollanmıştır. Oradan 12 Nisan 1919 günlü bir yazıyla İngiltere Dışişleri Bakanlığına iletilmiştir. Ülkemizde neler olup, bitiyor…Anlamak isteyenlerin mutlaka ama mutlaka Malta Sürgünleri‘ni okuması, okuyanların bir daha okuması gerekiyor. Bir “büyük sınav”da “zirve ve çukur”un ibretlik örnekleriyle dolu. “Kara listelerle” sürgüne gönderilenler arasında, müttefiki Fransızları bile çileden çıkaran hukuksuzluklara imza atan İngiliz’den himmet dileyen de, İngiliz Dışişleri Bakanı Curzon’a, “Kanımca yanlış bir yoldasınız ekselans… Kuşkusuz yüzeyde bazı başarılar kazanırsınız, ama dipteki taban, canlı ve kinci kalacaktır. Çünkü, Türk ulusunun milliyetçilik ateşini ve yüce onurunu söndürebilecek hiçbir kuvvet yoktur” diye haykıran da var. Malta’da çile doldurmuş, görmüş, geçirmiş ve kıssadan hisse çıkarmış olan ünlü Göz Doktoru Esat Paşa, tarihin sayfaları arasından bize şöyle sesleniyor. Reçete gibi;YENİLMEYECEKSİN!… * * * NUTUK’DAN Efendiler, aynı günde çeşitli vasıtalarla şu protestoyu gönderdim: 16.3.1920 Protesto İstanbul'da İngiliz, Fransız, İtalyan Siyasî Temsilcilerine, Amerikan Siyasî Temsilcisine, Bütün Tarafsız Devletler Dışişleri Bakanlıklarına, Fransa, İngiltere, İtalyan Millet Meclislerine verilmek üzere Antalya'da İtalyan Temsilciliğine Millî bağımsızlığımızı temsil eden Meclis-i Meb'usan da dahil olmak üzere, İstanbul'da bütün resmî daireler, İtilâf Devletleri'nin askerî kuvvetleri tarafından resmen ve zorla işgal edilmiş ve millî dâvâ uğrunda çalışan birçok vatansever kimsenin de tutuklanmasına teşebbüs edilmiştir. Osmanlı milletinin siyasî hakimiyet ve hürriyetine indirilen bu son darbe, ne pahasına olursa olsun hayatını ve varlığını savunmaya azmetmiş olan biz Osmanlılardan çok, yirminci yüzyıl medeniyet ve insanlığının kutsal saydığı bütün esaslara, hürriyet, milliyet, vatan duyguları gibi bugünkü insan toplumlarının temelinde yatan bütün ilkelere ve insanlığın bu ilkeleri meydana getiren ortak vicdanına indirilmiş demektir. Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı savunmak için giriştiğimiz mücadelenin kutsallığına ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşama hakkından mahrum edemeyeceğine inanıyoruz. Tarihin bugüne kadar kaydetmediği bir suikast olan ve Wilson prensiplerine dayanan bir Ateşkes Anlaşması'nın, milleti savunma imkânlarından yoksun bırakmış olmasından doğan bir hileye de dayanmış olması bakımından, ilgili milletlerin şeref ve haysiyetleriyle de bağdaşmayan bu hareketin ne demek olduğunun takdirini, resmi Avrupa ve Amerika'nın değil, bilim, kültür ve medeniyet Avrupa ve Amerika'sının* vicdanına bırakmakla yetinir ve bu olaydan doğacak büyük tarihî sorumluluğa, son olarak bir kez daha dünyanın dikkatini çekeriz. Dâvâmızın haklılık ve kutsallığı, bu güç zamanlarda, Tanrı'dan sonra en büyük yardımcımızdır. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyeti Temsiliyesi adına Mustafa Kemal Aynı günün gecesi şu talimatı bir genelgeyle yayınladım: Şifre 16.3.1920 Bütün Vali ve Komutanlara İstanbul'un ve resmî dairelerin, özellikle Meclis-i Meb'usan'ın, İtilâf Devletleri tarafından ve zorla işgal edilmiş olduğunu, ayrıca, bu hareketin, ateşkes anlaşması ile milleti silâhsız bıraktıktan sonra yapıldığını dile getirerek, İtilâf Devletleri temsilcilerine, bütün tarafsız devletlerin dışişleri bakanlıklarıyla, İtilâf Devletleri'nin Millet Meclisi Başkanlıklarına protesto telgrafları çekilmek üzere mitingler yapılması gerekli görülmektedir. Protesto telgraflarında özellikle, yapılan saldırının Osmanlı hakimiyetinden çok, yirmi asırlık bir medeniyet ve insanlığın eseri olan hürriyet, milliyet ve yurtseverlik prensiplerine bir darbe olacağı, Osmanlı milletinin varlık ve bağımsızlığını savunma konusundaki kararlılık ve imanına bu olayın hiçbir etki yapamayacağı, yalnız, medeni milletlerin bu saldırıyı kabul etmekle, büyük bir tarihi sorumluluk altına girmiş olacakları belirtilmelidir. Tarafsız devletlerin dışişleri bakanlıklarıyla Millet Meclisi Başkanlıklarına çekilecek telgraflar, İstanbul'da ait oldukları makamlara verilmekle birlikte, Antalya'da İtalyan temsilcisi vasıtasıyla da verilmelidir. Protesto telgraflarının birer suretinin de buraya gönderilmesini rica ederiz. Hey'et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Şifre 16.3.1920 Albay Refet Bey'e Son olaylar dolayısıyla, her tarafta yapılan gösteri toplantıları sonunda çekilecek protesto telgraflarının birer suretlerinin de İtilâf Devletleri'nin toplantı halinde bulunan Millet Meclisleri Başkanlıklarına ve tarafsız devletlerin'de Dışişleri Bakanlıklarına gönderilmesini yararlı buluyoruz. Bu konuda Antalya'daki İtalyan temsilcisinin de yardımını sağlamanızı rica ederiz. Hey'et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal ________________________________________ nutuk’dan Efendiler, İstanbul'dan gönderilen 19 Şubat 1920 tarihli yazıda, «İngiliz Dışişleri Bakanlığı'ndan İstanbul'daki siyasî temsilciliğine gelen ve siyasî temsilcilik tarafından da resmen hükûmete yapılan sözlü tebligatta, padişahlık başkentinin Osmanlı Devleti'nde bırakıldığı bildirilmiş; fakat bununla birlikte, Ermeni katliamının durdurulması ve Yunanlılarla bütün İtilâf Devletleri'nin kuvvetlerine karşı olan tutumumuzun değiştirilmesi istenmiş; aksi takdirde, barış şartlarının değiştirilmesinin muhtemel bulunduğu da ayrıca ifade edilmiştir» denilmekte ve bazı hususlar, özellikle «şikâyete yol açacak en küçük olaylara bile meydan bırakılmaması» tavsiye edilmekteydi. Efendiler, bu sözlü vaadin arkasındaki anlam ve maksat ne olabilirdi? Yunanlıların, Fransızların ve daha başkalarının işgali altında bulunan vatan topraklarından başka, İstanbul'un da alınması kararlaştırılmıştı. Ancak, ileri sürülen şarta uyulursa, İstanbul'u almaktan vazgeçeriz mi, denilmek isteniyordu? Yoksa, Yunanlıların, Fransızların, İtalyanların işgalleri zaten geçicidir, İtilâf Devletleri, yalnız İstanbul'u alacaktı, fakat teklif ettikleri şarta uyarsak, onu da bırakacaklardır, anlamı mı çıkarılıyordu? Veyahut da Efendiler, İtilâf Devletleri Kuva-yı Milliye'nin işgal bölgelerinde, işgal «kuvvetlerine karşı kurduğu cepheleri bozdurmaya ve açtığı savaşları, giriştiği hareketleri durdurmaya, İstanbul Hükûmeti'nin gücünün yetmeyeceğini çok iyi anladıklarından, Yunanlılar da dahil olmak üzere, İtilâf Devletlerine karşı yapılan saldırının önlenememiş ve aslı olmayan Ermeni katliamına son verilmemiş olduğu bahanesiyle İstanbul'u da mı işgal etmek niyetindeydiler? Daha sonraki olaylar, bu son tahminin doğru olduğunu göstermiştir, sanırım. Ne var ki, İstanbul Hükûmeti'nin İngiliz temsilciliğinin teklifinden böyle bir anlam çıkarmaya yanaşmamış, aksine ümide kapılmış olduğu görülüyordu. Efendiler, yapılmış olan teklifin ne derece yersiz olduğu hususunda bir fikir verebilmek için, biz de o günlerle ilgili bazı durumları hatırlayalım. Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silâhlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür'et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Maraş'taki feci olay bu yüzden çıkmıştı. Yabancı kuvvetleri ile birleşen Ermeniler, top ve makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş katliamında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul'daki temsilcilerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymakta idi. Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silâhlandırılmış olan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesi ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etme politikası, medenî insanlığın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikte iken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddî olarak kabul edilebilirdi? İzmir ve Aydın dolaylarında durum buna benzer ve belki daha da acıklı değil miydi? Yunanlılar, her gün kuvvet ve vasıtalarını artırıyor ve taarruz hazırlıklarını tamamlıyorlardı. Bir yandan da oraya buraya saldırmaktan geri durmuyorlardı. O günlerde İzmir'e yeniden bir piyade alayı ile tam teçhizatlı bir süvari alayı ve yirmi dört adet yük otomobiliyle çok sayıda nakliye arabası, altı tane top ve birçok savaş malzemesi çıkarıldığı, cephelere bol miktarda cephane gönderilmekte olduğu anlaşılmıştı. Gerçek şu idi ki, milletimiz, sebepsiz olarak hiçbir yerde hiçbir yabancıya saldırmış değildi. Bu durum karşısında, Efendiler, vatanımızın işgal edilmiş yerlerinden düşmanların çekildiklerini görmeden veya hiç olmazsa çekileceklerine tam bir güven duymadan, aldatıcı sözlere gereğinden fazla değer vermek akıl kârı mıydı? Memleket kaderinin tek dayanak noktası olarak kalmış bulunan Kuva-yı Milliye'yi dağıtma gayesi güden bu gibi teklif ve teşebbüsleri anlamakta güçlük var mıydı? Geleceğin şüphe ve belirsizliği uğruna, millî dâvâdan hemen vazgeçmek doğru olur muydu? Yalnız İstanbul'un değil, Boğazlar'ın, İzmir'in, Adana bölgesinin, kısacası millî sınırlarımız içindeki bütün vatan topraklarının egemenliğimiz altında kalması millî gayemiz değil miydi? Bu duruma göre, yalnız İstanbul'un, Osmanlı Devleti'ne bırakılacağı vaadi karşısında, Osmanlı Devleti'nin sadrazamı Ali Rıza Paşa memnun olsa da, Türk milletinin memnun olacağı ve bununla yetinerek susup oturmayı tercih edeceği nasıl düşünülebilirdi? Vahdettin'in sadrazamı, Kuva-yı Milliye'yi dağıtmayı hedef alan bütün bu teşebbüslerin tarihî sorumluluğunu düşünmek istemiyor muydu? Efendiler, yabancıların teklifine ve onu gerçekleştirmeye kalkışan hükûmetin istek ve emrine, milletçe de Kuva-yı Milliyece de boyun eğilmeyeceği şüphesizdi 16 Aralık 1918`de İstanbul`da Divan-ı Harb-i Örfisi, 20 Ocak 1919`da da İstanbul dışındaki tehcir suçlularını yargılamak üzere 8 yerde Divan-ı Harb-i Örfi kuruldu. Bağımsız yargıçlar istenmedi
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ahmet Odabaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |