İnsandaki gerçek güzelliği ancak yaşlandıkça görebilirsiniz. -Anouk Aimee |
|
||||||||||
|
Atatürk,, bizim insanımız. Aynı sokağı bölüştüğümüz, aynı sofrayı, aynı çayı bölüştüğümüz bir dost… Yaşamı hakkında biraz bilgimiz var. Her şeyi bilmek gibi bir lüksümüz yok elbette… İçimizden biri olduğunu biliyoruz. Askerliği konusunda, devlet adamlığı konusunda, 15 yıla sığan (1923-1938) çalışmaları konusunda bilgimiz, yüzeysel . Hukuk devrimi yapılmıştır…örneğin 1926 tarihli Medeni Kanun, toplum yaşamını kökten değiştirmiştir. Yalnızca bu ayrıntıyı görmek için, hukuk bilmek, en basitinden, boşanma hükümlerindeki değişikliği bilmemiz gerek. Yasada hüküm bulunmayan bir konu, hakimin önüne gelirse, ne yapılacağı açıktır. (Medeni Yasa m.1) Yurttaşların, dillerine, dinlerine göre ayrım yapılmayan bir düzenleme… Özenle okunması gereken bir hukuk devrimi… Azınlık sorunu bu yasa ile sona ermiştir. Bugün itibarı ile azınlıklardan söz edenler, ya bu ayrıntıyı bilmiyorlar, ya da başkaları için konuşuyorlar. Yılların deneyimi ile söylenmiş bir sözü anlamak için, bilgi sahibi olmamız gerekir. Conk Bayırı’nda verilen ve “ Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum…” diyen emri, bölerek çözümleyemeyiz. Emrin devamını okumak ve çözümlemek durumundayız… “ Biz ölene kadar geçecek zamanda…” diye devam ediyor. Özel biri.. bizim için, bizimle birlikte savaştığını, yaşamını ülkemiz ve insanımız için feda etmekte gözünü kırpmadığını biliyoruz. Yalnızca bir kahraman değil, bilgisini ve zekasını da kullanan bir dost. Atatürk dönemi yasalarını, ekonomik kalkınmayı, sanat, kültür ve toplum yaşamını iyi bilmeliyiz. Borç batağına saplanmadan, ciddi yatırımlar ve sanayileşme sağlanabilir mi… Evet… Dünyadaki en güzel örnek Türkiye’dir. Atatürk dönemi Türkiye’si kalkınma hızında, Rusya ve Japonya ile birlikte ilk sırada yer almıştır. Atatürk’ün ekonomi felsefesini, yabancı kaynaklardan, kitap ve dergilerden anlamaya çalışmayalım. Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz… Bu söz Ziya Paşa’nın… Demek ki söylenenlere değil, yapılanlara bakacağız… Uçak fabrikası kuruldu mu… evet…(lütfen nereye gitti, nasıl ve neden gitti diye sorgulayın… şaşırmak yok!.. Demir-çelik fabrikaları kuruldu mu.. evet… (Ne durumda olduklarını sorgulayın) Cam, çimento, şeker fabrikaları kuruldu mu.. evet.. (ne durumda olduklarını sorgulayın) Etibank’ı, Sümerbank’ı sorgulayın… nerden gelip nereye gittiler… Tarımda dünyanın kendi kendine yeten sayılı ülkelerinden biriydik. Olması gereken de bu…Şu anda ne durumdayız…düşünmemiz gerek. Yapılanları anlatmak beni aşar. Her şeyi anlatmak yerine, bazı örneklere değinmek yararlı olur… Nazilli Basma Fabrikası açılırken gösterilen hoşnutluğu ve tesisin, yalnızca basma üreten bir yer olmadığını dikkate almalıyız. Eğitime, spora, kültüre katkılarını dikkate almalı ve öğrenmeliyiz. Bugün itibarı ile, yani 29 Mart 2011 Salı günü itibarı ile, fabrikanın ne durumda olduğunu da görmeliyiz. Zor şartlarda yapılan mükemmel tesisler, özelleştirme denilerek satılmış veya yok olmaya bırakılmıştır. Lütfen özelleştirme sonrası tesislerin ve çalışanlarının ne hale geldiğini merak edelim. Askerliği konusunda yorum yapmak için, askerliği bilmek gerek… Devlet adamlığı hakkında yorum yapmak için, yöneticilik yapmış, sorumluluk almış, başarılı olmuş olmak gerekir. Borç para tuzağına düşmeden, ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiştir. Bu ayrıntı önemlidir. Osmanlı’dan kalan borçlar dahi son kuruşuna kadar ödenmiş, bir çok yatırım yapılmış, bir çok tesis devletleştirilmiş ve bunlar yapılırken borç para tuzağına düşülmemiştir. Ülke güvenliği ve savunmasını, kendi kaynaklarımızla gerçekleştirmiştir. Atatürk sonrası , ekonomik yardım adı altında alınan borç paralar, sonuçta borca batık bir ülke haline gelmemize neden olmuştur. Ekonomik yardım, askeri yardım adı ile alınan borç paralar, ülke yönetiminde yabancı ajanların söz sahibi olmasına neden olmuştur. İstedikleri tesisin kurulması ve veya kapatılması, istedikleri silahların satılması gibi, kapitülasyonlar tanınmıştır. Kapitülasyonların kaldırılmasından, gururla söz ederken, ikili anlaşmalarla, çoklu anlaşmalarla, adı değişmiş olsa da, bu tuzağa yeniden düşülmüştür. Hangi silahı kaç paraya satacakları, hangi sınıra mayın döşeneceği, hangi ülkelerle ilişkilerin gergin olacağı ve koparılacağı, yabancı uzmanların (ajanların) keyfiyetine kalmıştır. Her şeyden biraz kırık dökük bilgi sahibi olmaktansa, bildiklerimizi tam ve sağlam tutmak doğru bir seçenektir. 1924 Anayasa’sı, 1960 darbesi ile alaşağı edilmiştir. Anayasa hukuku ve tüm anayasa metinlerini öğrenmeye çalışmadan, 1924 Anayasası’nın 2. Maddesini inceleyelim. 1924 Anayasası: Madde 2: (5.2.1937-2115) Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Lâik ve Devrimcidir. Devlet dili Türkçe’dir. Başkent Ankara’dır. Yakın tarihimiz, devrimcilik sözcüğünün yasaklanması veya aradan çıkarılması ve özellikle aynı maddede, yan yana bulunan devrimcilik ve milliyetçilik sözcüklerinin birbirinden ayrılması sürecini yaşamıştır. Bu ayırımı anayasa metni hazırlayan masum hukukçuların değil, arka planda bulunan ve sağ-sol çatışmasını planlayan gizli servislerin desteklediğini düşünebiliriz. Bu kadar basit mi… Hayır, bu denli karmaşık… 1924 Anayasasının ikinci maddesi, uygulanan politikaların özetidir. Daha demokratik olduğu iddia edilen 1961 Anayasası, ayrıntılar konusunda düzenleme yaparken, 2. Maddede özetlenen felsefeyi göz ardı etmiştir. Devrimcilik ve milliyetçilik birbirinden ayrılmış, zamanla birbirine düşman gibi tanıtılmıştır. Devrimciler, solcu ve Rusya yanlısı gibi, komünizm sempatizanı ve yandaşı olarak tanıtılırken, milliyetçiler, komünizm ve sol tehlikesini bertaraf etmekle görevli, Amerika ve Avrupa yanlısı bir görüntü almıştır. Aslında, sağ-sol bölünmesinin zemini hazırlanmış ve basın kanalıyla ciddi bir bilgi kirliliği oluşturulmuştur. Doğru kullanılmayan ilaç, tedavi edeceğine, daha kötü hale getirebilir ve hatta öldürebilir. Demek ki sorumlu olan anayasa metni değil. Aynı sokağın, aynı mahallenin insanını birbirine düşüren, kavga ettiren, anayasa metni değildir. Bilgi kirliliğini pompalayan karanlık güçler, istediklerini yaptırmıştır. 1982 Anayasa’sına gelindikte, devrimcilik sözcüğünün yerini inkılapçılık almış, bu da anayasanın giriş bölümünde yazılmıştır. Çizilen tablo, 12 Eylül dönemine kadar yaşanan karanlık olayların faturasını, birkaç sözcüğe yüklemek olmuştur. 1924 Anayasası’nın 2. Maddesi yine göz ardı edilmiş, üstü kapalı belki de açık olarak , olumsuzluğun sorumlusu olarak devrimcilik gösterilmiştir. Türkiye’yi, solcu, komünist ve sanal Rusya yanlısı düşünceden korumak için, sağcı, milliyetçi, Amerikan yanlısı bir grup oluşturulmuştur. Aslında, tam bağımsız Türkiye diyen, Atatürk‘çü düşünce hedefe konulmuştur. İnsanımızın tam bağımsızlık düşüncesi ve Atatürk sevgisi o denli güçlü ki, doğrudan Atatürk ve Atatürkçülüğü hedef gösterememiş, ama değişik gruplar eli ile, cumhuriyet dönemi, tam bağımsızlık, Atatürkçülük düşüncesi, saldırıya uğramış ve saldırı devam etmektedir. Demek ki açıkça saldıramayanlar, dolaylı yollardan, başkalarını kullanarak, propaganda ve zayıf halkalara çıkar sağlamak yöntemi ile, onları kendi hesaplarına kullanmışlardır. Türkiye’nin çok partili döneme geçerek, daha demokratik olduğu görüntüsü yaratılmaya çalışılmıştır. Aslında, Demokrat Parti yönetimi, Adnan Menderes, Celal Bayar ve arkadaşları, sinsi bir tuzağın içine çekilmiştir. Celal Bayar, Atatürk döneminde , başbakan ve bakan olarak görev yapmış ve Atatürk hayranı bir kişidir. Aynı şekilde Adnan Menderes, CHP milletvekilliği yapmış, Atatürk hayranı bir milliyetçidir. Öyle bir sisli hava yaratılmıştır ki, sanki çok partili dönem ile daha demokratik, daha halkçı, daha milliyetçi … bir yönetim kurulmuş, tüm olumsuzluklar, 2. Dünya Savaşından kaynaklanan sıkıntılar DP öncesi yönetime, yüklenmiştir. Yönetimde, çok uluslu şirketlerin telkinleri, yabancı uzmanlar (ajanlar) etkili olmuş ve basın dahil her türlü aracı ile karalama ve çatışma ortamı yaratılmaya çalışılmıştır. Olumsuzlukların asıl sebebi olan yabancı güçler ustaca gizlenmiştir. Demokrat parti kurucuları ve yöneticilerinin, değişik bir savaş taktiğinin ortasında kalan, ülkesi için ölmekten çekinmeyecek milliyetçi ve devrimcilerdir. Belki atom bombasının sansasyonel etkisi ile, küçük Amerika olma düşüncesi ile, borç para ve faiz tuzağına düşülmüştür. Savaşların kılıç-kalkan, tank ve toptan, tüfekten ibaret olmadığı açık. Bir ülkeyi işgal etmek, onun kaynaklarına, doğal zenginliklerine el koymak için, değişik yöntemler olmalı. Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır…o satıh bütün vatandır sözünü anlamak çözümlemek gerek. Buraya, Hançerlioğlu’nun, sömürgecilik ve yeni sömürgecilik konusundaki açıklamalarını eklemeliyiz. (Felsefe Ansiklopedisi) Yardım sözü, yıllarca, sempatik görünüme bürünmüş, para satma, borç para verme eylemidir. Bir saldırı yöntemi, bir işgal yöntemidir, devletler arası ilişkilerde. Bir virüsün, içine girdiği bir hücreyi bütünü ile ele geçirmesi dikkatlice izlenmelidir. Size yardım ediyoruz, sizi düşman saldırısından koruyoruz, tek istediğimiz, bizi sempatik gösterecek yayınlar yapmanız, uzmanlarımızın hazırladığı ekonomik politikaları uygulamanız, yardım adı ile verdiğimiz yüksek faizli paralarla, yalnızca ve yalnızca silah satın almanız… istemediğimiz ülkelerle ilişkiyi kesmeniz, sınırları kapatmanız… bize karşı propaganda yapacak herkesi düşman kabul edip, imha etmeniz… Sizi saldırıdan koruduk, komünizmin yayılmasını engelledik, istediğiniz kadar para yardımı verdik daha ne yapalım… Kralcıların kraldan daha sinsi ve tehlikeli olabileceği gerçeğini unutmayalım. E tabi krallara düşen, kralcı yetiştirmek, onları etkili konuma getirmek… Kendi işini yapmak dışında bir düşüncesi olmayan askere, kendisinin karar vermediği konularda, sorumluluk yüklemeye çalışmak, siyasilerden kaynaklanan manevra hatalarını onlara yüklemeye çalışmak ciddi bir hatadır. Anayasaların askerler tarafından yazıldığı gibi bir yanıltma sözkonusu… Oysa: Koreye asker gönderme kararını kim verdi…Genelkurmay mı… 1961 Anayasası sonrası sivil yönetimler kurulmadı mı… 1982 Anayasa’sı sonrası sivil yönetimler kurulmadı mı… Anayasa metinlerinde pek çok değişiklik yapılmadı mı… İkili anlaşmaları kim yaptı, asker mi… Borç para ve silah alımına kim karar verdi… asker mi… Uçak fabrikasının kapatılmasına kim karar verdi… Fabrikaların yabancılara satışına kim karar verdi… Tarımın bitirilmesi kararını kim verdi… Hayvan ithalatına kim karar verdi… Vergi koyan kim… petrol ürünlerindeki KDV ve ÖTV ye kim karar verdi… Tüm maliyetleri, tarımsal üretimi, zamları, enflasyonu, refah düzeyini doğrudan yönlendiren bir vergi… Bugünkü devlet borçlarına kim karar verdi… Hukuk sorunları neden var… Seçim Yasası neden değişmez… askerler mi tutuyor. Yabancı üslere, savunma ittifaklarına, Suriye sınırının mayınlanmasına kim karar verdi… Genelkurmay binasına yardım heyetini kim yerleştirdi…. Ne işi vardı orda.. Kontrgerilla nasıl, niye ve kim tarafından kuruldu… Stratejik ortaklık kararını kim verdi… Çekiç Güç’ün yasal altyapısını kim kurdu… Askerlerimizin tutuklanmasına kim karar verdi…Tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarında gerekçe göstermeyen yargıcın sorumluğunu kim kaldırdı. Özel yetkili mahkemeleri ve savcılıkları… kim kurdu… Topu askere atmak yanlış seçenek…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ahmet Odabaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |