Aşkın aldı benden beni. -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
İstanbulda artık bir Harlem oluşuyordu. İstanbulun çeşitli semtlerinden, özellikle zengin ilçelerinden gelen son model araçlar mahallede boy göstermeye başlamıştı. Gelen araçların sayısı her geçen gün artarken, ticari taksiler bile mahalleye yığınla müşteri taşıyordu. Mahallenin girişinde sokak aralarında esmer, kahverengi, mor yüzlü vatandaşlar gelen araçları kişileri durdurup mallarını pazarlıyordu. Üstelik Fatih Çarşamba pazarına taş çıkartacak cinsinde profesyonel satışlar yapılıyordu. Satıcılar ve adamları bir müşterinin ihtiyacını gidermek için azami çaba sarf ederdi. Hizmet sınırsızdı. Ne arıyorsan onu söyle yeter felsefesi geçerliydi. Özel teşebbüs, serbest ticaret ve rekabet tüm kurallara, uygun bir şekilde çalışıyor ve gelişiyordu. Satıcılar bağırıyordu: "Esrarın kralı burada, malın iyisi bizde" "Gel güzel abim, ne istersin söyle" "Eroin var eroin, koko isteyene güzelinden" "Roc var, ex var" "Şoför abi sen bekle malı hemen getiriyorum" Fakat bu mahalleye girmek gerçekten her babayiğitin harcı değildi. Büyük cesaret isterdi. Bu işlerin adamı olman mutlaka şarttı. Eğer nur yüzlü, yumuşak bir tip olduğunuzu hissettikleri anda bir müşteriden çok anında bir gasp mağduru olabilirdiniz. Canınızı kurtardığınıza şükür ederdiniz. Toplumun birçok kesimi gibi kaderine terk edilmiş bu insanlar, kendi kaderini artık kendi çiziyordu. Kendi kuralları ve kendi kanunları ile. Bu durum aslında sadece Sarıgöl Roman mahallesinde yaşanmıyordu. Ülkenin tüm vilayetlerinde bütün roman mahallelerinde bu yaşam sahneye çıkmıştı. İstanbul,un konumu gereği, belkide Sarıgöl ön plana çıkıyordu. Yasadışı işlerle uğraşan hemen her kesimin sığındığı limanlardı bu mahalleler. Bu yerler bir bakıma modern şehir dünyasında bir korsan adasıydı. Yasadışı işlerle uğraşan, bunlarla geçimini sağlayan karanlık tipler birbirine devamlı tavsiyede bulunurdu. Bir yolcuya verilen rehber gibiydi bu sözler... "Sana bir silah mı yahut uyuşturucu mu lazım, yapacağın iş için adam mı lazım, bulunduğun vilayetteki en yakın bir roman mahallesine git, orada bir kahvehaneye gir otur çay söyle. Seni kimsenin tanımasına gerek yok, yeterki paran olsun, daha çayını bitirmeden yanına gelirler ve sana seslenirler. "Merak etme sen adamım" Kısa bir süre sonrada: "Hey birader, ne istiyorsun, paran var mı söyle bakalım sana yardımcı olalım" diyen biri karşınızda size gülümser.. Olay bu kadar basit ve netti. Arife tarif de gerekmezdi. Bu insanların rejim sorunu, insan hakları, demokrasi, din sorunları yoktu. Sadece ve sadece yaşam savaşı sorunları vardı. Yüzde doksanı ilkokul terkti. Okuma yazmaları yoktu. Bulundukları ülke şartları bu insanların refahını belirliyordu. Eh ülkemizde bayağı refah bir yerdi. On beş yaşına gelene kadar, bir mahalleli, bütün uyuşturucuları kullanan, olgun bir delikanlı hüviyetine bürünüyordu. Bıçak ile birkaç kişiyi de doğramışsa artık saygın, sevilen, korkulan bir insan oluyordu. Mahallede bu gelişmeler yaşanırken Çeribaşı çamur Yaşar'ın oğlu düğün hazırlıklarını tamamlıyordu. Çamur Yaşarın evinin önünde sandalyeler dizilmişti. Sağdan soldan, evlerden, varsa masa, tabure, koltuklar toplanıyordu. Mahallenin kahvesi ise bir günlüğüne kapanmış kahvedeki bütün masa sandalyeler de evin önüne taşınmıştı. Elektrik kabloları ve ampüller birbirine ekleniyordu. Gece karanlığı için aydınlatma operasyonu yapılıyordu. Çocuklar ise 23 Nisan, 19 Mayıs törenleri için okuldan çaldıkları çeşitli bayrakları, kurdeleleri, süslemeleri, balonları getirirken bunları da etrafa güzelce asıp süslüyorlardı. Sokak açık hava düğün salonuna dönmüştü. Herkes harıl harıl çalışıyordu. Mahallede yılın düğünü vardı. Çeribaşı Çamur Yaşar'ın oğlu küçük Yaşar evleniyordu. Öğleye doğru mahallenin klarnetçilerini, kemancılarını, darbukacılarını, bütün müzisyenlerini güçlükle kaldırdılar. Adamlar zaten sabaha kadar meyhanelerde, barlarda, kahvehanelerde, çalmaktan helak olmuşlardı. Yetmezmiş gibi içtikleri şarapın, rakının etkisi ile çoğunluğu perişan olmuştu. Fakat bugün düğün günüydü. Çalgıcılar yataklarında baygın vaziyette yatarken, karıları bağırıyordu: "Kalk geberesice düğün başlayacak çabuk ol." "Çamur Yaşar haber yolladı gelsinler diye" "Be adam öküz gibi yatıyon kalk" Çalgıcılar kahır bela çekerek yataktan kalkmaya çabalarken, insanlar da çamur Yaşar'ın evinin önünde toplanıp yerlerini almaya başlamıştı. Mahalleli kadın, erkek, yaşlı, genç, çoluk, çocuk cümbür cemaat toplanıyordu. Masalarda, sandalyelerde aileye yakınlık ve samimiyet derecesine göre ayarlanmıştı. Çamur Yaşar'ın takım elbisesi parlak kumaştan, siyah renkte parlarken, çok şık duruyordu. Kel kafasının yarım kalan saçlarını jölelemişti. Çevreyi izlerken her zaman olduğu gibi sinsi sinsi gülüyordu. Yaka cebindeki kırmızı gül de parlıyordu. Merakla etrafına bakıyordu. Yanında oturan karısına soruyordu: "Nerede kaldı bu Raci?" "Hazırlanıyormuş, gelicekler" Bu esnada Raci evden hala çıkamamıştı. Ziynet Raci'ye takım elbise bulmak için mahallede ev ev dolaşıyordu. Beş takım elbise bulsa da hiçbiri raciye uymamıştı. Don, gömlek vaziyetinde, ayağında çoraplar olduğu halde çekyatta oturmuş bekliyordu zavallı Raci. Ziynet hışımla içeri girdiğinde elinde sarı renkte bir takım elbise vardı.Kadın öfke içersinde haykırıyordu. "Al şunu hayvan, bu da olmazsa artık donlan gidersin düğüne". Ziynet nefes nefese kalmıştı, nerdeyse tıkanmıştı. Raci takım elbiseye göz ucuyla bakarken, korkarakta olsa sordu: "Kız Ziynet be bu takım elbise bana yabancı gelmedi, kimden aldın kuzum?" "Öh be koca eşek, rahmetli Fil Sabri'nin takımı bu, şansımıza bulduk onu, sandığın dibine saklamış karısı, yoksa şarapçı oğlu onu da satmıştı şimdiye kadar." Raci'nin canı sıkılmıştı. "Ama Ziynet Sabri öleli yirmi sene oldu, sonracıma gençliğinde almıştı o takımı, ben henüz askere gitmemiştim. Sonra ölü malı kız be ya, nasıl giyeyim." Ziynet çıldırmak üzereydi. "Ya ölü malı öyle mi? Pamuk Prenses yine korktun demek senin şu koca kıçına takım elbise bulana kadar canım çıktı hayvan. Şimdiye kadar bir elbise alsaydın bari. Hadi çabuk ol." Raci canı sıkılsa da takım elbiseyi giymek zorunda kaldı. Takım elbise yetmişli yılların modasıydı. Pantolon İspanyol paça, ceket yakaları ise yarım metre uzunluğundaydı. Buna rağmen Raci'ye çok yakışmıştı. Koca Fil Sabri'nin elbisesi, sonunda midyeci Raci'ye uymuştu. Mahallenin bütün çalgıcıları, müzisyenleri, hemen herkes toplanmıştı. İstanbul,un çeşitli eğlence mekanlarında çalan, söyleyen bütün yetenekler buradaydı. Darbukacıların, klarnetçilerin, kemancıların sayısı şimdiden elliyi geçmişti. Dev bir orkestra çalmaya başladı. Adeta Berlin flarmoni orkestrasını oluşturmuşlardı. Gerçekten de çamur Yaşarın düğünü muhteşemdi. Masalarda çocuklar için şekerlemeler, bisküvitler, meyvasuyu varken büyükler içinde ana yemek ızgara köfte, içeceklerden şarap, rakı, bira, çeşitli içkiler, esrar, eroin, uyuşturucu haplar, hatta isteyene baz morfin bile vardı. Bütün bunlar içicilerine göre ayarlanmış ve masalara dağıtılmıştı. Ne de olsa Çeribaşı çamur Yaşar'ın düğünüydü bu düğün. Mahallenin delileri, hapçıları, sabıkalıları, ayyaşları, mutluluk denizinde yüzüyordu. Böyle bir düğün belki de elli yılda bir olurdu.Damat adayı küçük Yaşar'ın arkadaşları hediye kuyruğuna girmişti. Herkesin elinde birşeyler vardı. Hırsız takımıydı bunlar. "Yaşar dayı benden bir ütü" "Benden müzik seti çift kolon Pionerr" "Çaydanlık takımı çelikmiş buyrun hediyem" "Dikiş makinası getirdim, az önce evin önüne taşıdık, benim hediyemdir, Singer marka unutmayın Singer marka" "İki çift kundura sıfır, hiç giyilmemiş, paketinde yalnız, kırk dört numara ama ne yapayım dükkandan bunlar çıkmıştı." Hediyeler peş peşe yığılırken, çamur Yaşar ve oğlu birbirinden farklı bu hediyeleri memnuniyetle kabul ediyordu. Pervin beyaz gelinlikler ile bir kuğu gibi gözüyordu. Küçük Yaşarda beyaz bir takım elbise giymişti. Her zaman olduğu gibi beyaz gömlek, beyaz kravat, beyaz kunduralarla bembeyaz olmuştu. Damat ile gelin geldiğinde ortalık hareketlendi. Ortalığa ışık saçıyorlardı. Masalarına otururken herkes hayranlıkla bu çifti izliyordu. Kıskananlar çatlamış, çekemeyenler ise patlamıştı. Birisi "Küçük Yaşar nerden bulmuş bu elbiseyi kefen gibi be, yok mu başka renk" diye fısıldıyordu. Bu esnada midyeci Raci ve Ziynet masaya gelince yer açtılar. Çamur Yaşar Raci'yi ve üstündeki takım elbiseyi görünce kahkahayı patlattı. "Raci be takım da çok yakışmış, sanki daha önce görmüştüm bunu" diye takıldı. Çamur Yaşar biliyordu, Fil Sabri'nin bu meşhur takım elbisesini. Kaliteli bir kumaştı. Bossa marka bu meşhur takım elbiseyi Fil Sabri zamanında Beyoğlunda bir mağazadan çalmıştı. Midyeci Raci gülümseyerek oturdu. Yumuşak huylu bir adam olduğundan zor kızardı. Yaşar da Raci'nin bu huyunu bildiğinden severdi. Zaten kızı istemeye giderken Raci'nin bu karakteri ve yapısından dolayı çamur Yaşar istemeyerekte olsa gitmişti. Düğün başladığında içkiler ardarda içilirken haplar da leblebi gibi yutuluyordu. On'a yakın dansöz ardarda çıkarak sahnede kıvırtıyordu. En küçüğünden en büyüğüne kadar herkes oynuyordu bu gece. Kadınlar erkekler renk renk giyinmişti. Ortalık sarı kırmızı, penbe-lacivert-sarı, çiçeklli desenler ile adeta bir çiçek tarlasını andırıyordu. Erkekler ise altı feshane, üstü şişhane misali elbiseleri üstlerine uydurmuştu. Kim nerede ceket var, nerede kravat var, diyerek uymadığına bakmadan giyinmişti. Kadınlar her zaman olduğu gibi yine fiskos'a başlamıştı. "Ay kız ne kadar da çok yakıştılar birbirine, biri kara prens öbürü kara prenses gibi olmuş hı!!" "Doğru söylersin küçük Yaşar'ın boyu çok kısa, suratı da kapkara, çok çirkin ayol" "Pervinde de maşallah boy pos var ama o da kapkara." Yılın düğünü tüm şiddetiyle devam ederken bir çok kişi zamanı unutmuştu. Geceyarısı olurken, damat ile gelin sahnede yoktu. Çamur Yaşar, midyeci Raci yataklarında horul horul uyurken, bir çok misafirin eğlencesi hız kesmiyordu. İçkiden, uyuşturucudan kusanlar, bayılanlar bir yana masalar da uyuyanlar sandalyesinden dahi kalkamayanlar da sızmıştı. Sağda solda kusanların hırlamaları, böğürtüleri duyuluyordu. Bir zurnacı yerde sıt üstü uzandığı halde zurnasını çalmak için korkunç bir çabanın içine girmişti. Bazı kadınlar kocalarını güçlükle sırtında taşırken gençlerden bazıları da birbirini bıçaklamıştı ama kimse de ne olduğunun farkında değildi. Bıçaklayan da, bıçaklanan da olayı unutmuş, sarmaş dolaş bir halde şarkı söylüyordu.. "İlle de Roman olsun isterse çamurdan olsun" Sokak da yatan insanların sayısı gittikçe artıyordu...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |