Yaşamak için topu toplam altı haftam kalsaydı ne mi yapardım? Tuşlara daha hızlı basmaya bakardım. -Isaac Asimov |
|
||||||||||
|
Elli küsür yaşında bir adam için ayıp sayılacak bir hareketti. Hayatında hiç kimseyi soymayan bir insan olarak Raci yıllardır, kendi kendini soyan bir tip olmuştu. Bu yüzden olacak ki başı hiç belaya girmemişti. Hem suçlu, hem de mağdurdu midyeci Raci. Kendi kendisini şikayet edecek hali de herhalde olamazdı. Kendisini soymaktan dolayı bir kişi henüz tutuklanmamıştı, bunu da çok iyi biliyordu.. Fakat lanet karısı yakalarsa onun işini bitirirdi. Para kazanmak kolay mıydı?.. Aksaray meydanında sabaha kadar dolaşmış, kan ter içinde kalmış, zorlukla da olsa tezgahında ki bütün midyeleri satmıştı. Müşterileri de pek elit kesim sayılmazdı. Sarhoşlar, tinerciler, psikopatlar, köprü altında yatanlar en iyi müşterileri sayılırdı. Üstelik geçmiş yıllarda geçirdiği iş kazaları vardı ki şimdiye kadar yaşadığına şükür ediyordu. Birkaç kez kıçından bıçaklanmış, hasılatı gasp edilmişti. Bir kez de tinerciler midye tezgahını elinden zorla almış, midyeleri afiyetle yemişler, üstelik bir de onu feci şekilde dövmüşlerdi.. Polise gittiğinde ise yine dayak yemekten zor kurtulmuştu. Polisler fena çıkışmıştı. -"Ulan pezevenk gece vakti ne işin var Aksaray meydanında, yapacak başka işin yok mu senin, hadi sittir git ulan başımızdan!" .. Bunları düşünürken midyeci Raci yaklaşık bir saattir yürüyordu. Sarıgöl Roman mahallesinin girişinde kaldırıma oturdu. Yıllardır aldığı kiloları artık taşıyamıyordu. Sık sık terliyor nefes darlığı çekiyordu... Bir sigara yaktıktan sonra mahallesine göz ucuyla baktı. Yıllardır hep bu hareketi yapardı. Sabahlara kadar dolaşır, gezer tegahında ki midyeleri satar, hava aydınlanırken mahalleye gelir, bu lanet olası kaldırımda oturur bir sigara içer, hayallere dalar, hüzünlenirdi.Bazen de mutluluktan ağlardı...Duygusal bir yapıya sahipti. Kurumuş dere yatağında karşılıklı evler dizilirdi, tek ve hür bir orman gibi kardeşcesine... En sefil bir gece kondu dahi bu evlerin yanında mutlaka bir villa gibi dururdu. İstanbulda yaşayanlar bu mahalleyi çok iyi bilirdi. Burası bela kokardı.Hem de en dehşetlisinden... Yarı ahşap, yarı teneke, araba lastiklerinden yapılmıştı bu hilkat garibesi evler. Evler de insanlarda kaderine terkedilmişti. Mahallenin tek avantajı vardı. Mahallede kira, elektirik, su derdi yoktu. Arazisi devlet arazisi sayılırdı. Şimdiye kadar mahallede bir Allahın kulu elektirik, su faturası da ödememişti. Geçmiş yıllarda suyu, elektiriği kesmeye gelmişlerdi ama mahalleli buna müsaade etmemişti. Görevliler çoğu kez canını zor kurtarmıştı. Sayısız iski personeli, elektrik idare memurları dövülmüş hatta bazıları bıçaklanmıştı. Üstelik araçları bile yakılmıştı. Bu yüzden görevliler korkudan olacakki yıllardır mahalleye giremiyordu. Mahallede herşey bedava sayılırdı. Raci bunları da düşünürken mutluluğu daha çok artıyordu. Ya bir de fatura ödeseydi, şimdiye kadar acaba nasıl geçinecekti? Tezgahını koluna taktıktan sonra ağır ama bir o kadar da kendinden emin bir şekilde yumuşak adımlarla evlerin arasında yürümeye başladı.Mahalleden yayılan lağım kokusunu mutlulukla içine çekerken gülümsüyordu... Havlayan köpekler, kediler, yarı çıplak çocuklar arasında yürürken çocukluk arkadaşı Salih'i gördü. Her zaman olduğu gibi perişan kıyafetiyle bir ağacın dibinde sızmış yatıyordu şarapçı Salih.. Sağında, solunda boş şarap şişeleri dağınık bir şekilde etrafına saçılmıştı. Mahallenin bir köpeği de Salih'e sarılmış uyuyordu bir sevgili gibi.Köpeğin dişi olduğunu görünce yine gülümsedi... Hayret ediyordu..Bu adam yıllardır çalışmadan nasıl böyle yiyip içip yatıyordu. Üstelik altı çocukta cabası.Ama az çok tahmin ediyordu. Raci gibi dürüst alın teriyle para kazanan adamı artık bu mahallede bulmak zordu. Mahalleli son yıllarda değişmişti. Raci bu mahallenin insanıydı ama farklıydı. Hayatında yasadışı hiçbir iş yapmamıştı, sabıkası yoktu. Yıllardır hep çalışmış, seyyar satıcılık yapmış, para kazanmıştı. Çok yumuşak huylu, korkak ve çekingen bir insandı. Bu mahallede her numara dönerdi ama O şimdiye kadar bu numaralardan bir rakam bile olmadı. Gençliğinde bir kez arkadaşlarına uyup istemedende olsa hırsızlık yapmıştı ama araya devletin şefkatli kolları girmiş, onun bu küçük hatasını engellemişti. Devlete şükrediyordu. Karakolda yediği dayakların, hele o falakaların acısını hala unutamamıştı. Bir daha da tövbe etmişti. Çoğu zaman bu yediği dayak rüyasına giriyordu. Elli yaşında olmasına rağmen yediği dayak yüzünden bazen altına kaçırıyordu. Karısı Ziynet bağırır, çağırır, kızar, isyan ederdi ama zavallı midyeci Raci ne yapsın, duygusal yumuşak bir insandı. Karısı bu huyu yüzünden ona Pamuk Prenses diyordu sürekli... -"Allahın belası Pamuk Prenses gene mi rüya gördün, yatağı ıslatmışsın, geberesice utanmaz, kocamış adam oldun!" diye haykırırdı. Arkadaşı Salih, Raci'ye çorabında sakladığı paraları hatırlattı. Raci de akşama doğru iki şişe şarap içecekti sakladığı parayla. Tek zevki buydu. Suçluluk duygusu içinde yürürken bazı kadınların cırtlak seslerini duydu. Evlerinin önünü süpüren komşu kadınlar her sabah olduğu gibi kavga ediyordu. Temizlik yüzünden başlayan bu tartışmaya destekçileri de katılmıştı. Raci yürürken gülerek bunları izliyordu. -"Abe çirkef karı utan utan" -"Asıl sen utan kokuşmuş, benim neyim var utanacak?" -"Senin ağzına sı..rım kara suratlı yılan." -"Meryem uğraşma şu şırfıntıyla bak işine" -"Şırfıntı sensin, üstünden geçmeyen mi kaldı utanmaz kadın" -"Bana mı dersin cadaloz?" -"Ne olmuş sana dedim ya." Evlerin birinden erkek sesi duyuldu: -"Ulan kapayın çenenizi uyuyoruz be kaşıntınız mı var sabah sabah zilliler?" Tartışmalar, patırtılar, çıkan bu sert ses yüzünden durdu. Birbirine kinle, nefretle bakan kadınlar süpürmesine devam ederken midyeci Raci güldüğü halde önlerinden geçti.Birden yan komşusunun açık camını farketti...Sesler geliyordu...İstemedende olsa göz ucuyla baktı.Büyük bir leğenin içinde banyo yapan karı koca çılgınca sevişiyordu.Kadının mart kedisinden beter çıkan çığlıkları sokağa kadar yayılıyordu...Yine gülümsedi.Mırıldandı... "Ne azgınlarmış be, akşamdam beri hala leğendeler" Evin tahta kapısının önüne geldiğinde oğlu Tarık ile karşılaştı.Evin bitişiğindeki bir oda dan çıkardığı tüyleri dökülmüş, yaşlı sıska bir beygirle karşısına çıktığında oğluna merakla sordu: -"Evladım Tarık daha çıkmadınız mı be, geç kaldınız hala burdasınız. Başkaları üşüşmeden çöplüğe damlayın, yoksa ne kağıt kalır ne de şişe. Saat kaçtır?" Oğlunun suratı biraz asıktı. Tarık büyük oğluydu. -"Çıktık baba, at gene huysuzluk yapıyor hasta mıdır nedir, akşamdan kafam takıldı, bir arıza vermese bari." Oğlunu uyardı: -"Oğlum hayvandır bu motor değil ki, fazla yormayın onunda bir canı var, dinlendire dinlendire koşturun beygircağızı, hadi sağlıcakla." Eve girerken oğlu atı arabaya bağlamak için hareketlendi.İki oğlu bir kızı vardı. İki oğlunun da huyu suyu, boyu, posu, kilosu aynı Raci gibiydi. İki oğlu da yıllardır çöplüklerde kağıt şişe toplar evin geçimine yardımcı olurlardı.İçeri girdiğinde karısı Ziynet'in uyuduğunu görünce sevindi. Kirli beyaz önlüğünü çıkardıktan sonra çekyata uzandı. Çoraplarını elbiselerini çıkarmadı.Çorapta zulası vardı. Tehlikeye girmenin hiçbir anlamı yoktu. Zaten ayaklarını da ayda bir kaç kez yıkardı. Rahatlıkla gözlerini kapattı. Öğleden sonra gözlerini açtığında karısı bağırıyordu, adeta feryat ediyordu: -"Akşama Pervin'i istemeye gelecekler, unuttunmu? Kalkta alışveriş yap, pasta kurabiye al gel hayırsız koca, eşek hadi kalk." Birden irkildi, unutmuştu. Bugün kız istemeye geleceklerdi. Yattığı yerden doğruldu, gözlerini oğuştururken sordu: -"Ziynet bak kız son kez söylüyorum, bu Çamur Yaşar'ın oğlu pek hoşuma gitmiyor, sen ne dersin?" Karısı adeta iskelet gibi zayıftı. Kızgınlığından olacakki bağırırken kemik sesleri geliyordu. Bağırıyordu: -"Hayvan herif sen adam olmayacaksın, başımıza talih kuşu kondu. Mahallenin en zenginleri Pervin'i alacaklar, senin hoşuna gitmemişmiş, daha ne istersin be, senin gibi çulsuz bir midyeciye ya da kalaycıya mı verelim kızı?" Raci karısının bu şekilde köpürmesine alışkındı. -"Kız zengin dersinler diyorsun da ama yaptıkları işler sakat işler be kuzum, kız hapislere ziyarete gitmekten helak olacak benden söylemesi." Ziynetin öfkesi gittikçe artıyordu: -"Be hayvan Çamur Yaşar hem çeribaşı hem de mahallenin en iyi esrar satıcısı, oğlu da mahallenin en iyi hırsızı. Bir gecede en az beş dükkan soyarmış. Daha ne istersin, parayla oynuyorlar Allahın belası. Senelerdir çalmadın çırpmadın da ne oldu sanki, mahalle de herkes zengin oldu sen ise kendini de bizi de süründürdün. Nusret abim zamanında sana söylemedi mi. Enişte midye satacağına esrar sat eroin sat dedi. Ama sen tavşan yürekliliğinden, ödlekliğinden midyeden başka hiçbir bok satmadın. Allah belanı versin senin. Senin yüzünden sürünüyoruz. Bari Pervin kendisini kurtarsın, daha ne istersin." Susmak zorunda kalmıştı.İsterse susmasın? Karısı haklıydı, doğruyu söylüyordu. -"Tamam kuzum akşama gelsinler" -"Gelecekler zaten, hadi hasılatı ver çabuk" Panikle elini cebine attı. -"Al be kuzum işte hepsi bu cancağızım." Evde hemen temizlik operasyonuna girişildi. Evde de zaten iki çekyat birkaç kilim, siyah beyaz bir televizyon vardı. Tüm aile bir oda içersinde bu çekyatlar da ve yer yatağında uyurdu. Bu odada yatılır, yemek yenir, misafir ağırlanırdı. Bir odayı adeta dört oda gibi kullanırdı aile. Tüm mahalleli gibi. Pervin en yeni cicilerini bicilerini giymişti. Gerçekten kız mahallenin en güzel, en çekici kızıydı. Aksi halde biraz çirkin olsa kim Raci'nin kızını isterdi ki? O mahallenin en namuslu en sefil insanıydı.. Raci'nin iki kayınçosu kızın iki dayısı da bu önemli günde kızın evine gelmişti. Aile büyükleri olarak üstlerine düşen görevi yapacaklardı. Hava kararıkken kapı çalındı. Evdekiler de heyecan zirve yapmıştı. Raci misafirleri karşıladı. Damat adayının elinde çiçek vardı. Kayınpeder adayının elinde ise iki paket tatlı süslü bir şekilde paketlenmişti. Üstelik marka bir tatlıydı. Güllüoğlu. Mahallenin en önemli ailesi kız istemeye gelmişti. Çekyatlara oturdular. Raci her ihtimale karşı kahvehaneden iki sandalye dahi getirtmişti. Kayınpeder Çamur Yaşar kısa boylu, zayıf, karga suratlı bir adamdı. Damat adayı oğlu ise daha zayıf, daha da kısa, esmer, adeta saksağan gibi kara suratlı bir tipti. Giydiği beyaz takım elbise içinde sanki süt kazanına düşmüştü. Kaynana ise gözlüklü, baykuş gibi bir kadındı. Fakat mahallenin en asil en soylu insanları olduğu her hallerinden belliydi.Onlar soydan aristokrattı. Yaşar'ın babası, dedesi, onun dedesi çeribaşıydı. Daha oturur oturmaz çamur Yaşar evi, evdekileri göz ucuyla süzdü...Onlara evin içindeki eşyalara küçümseyerek bakıyordu. "Eee naparsınız, nasılsınız, iyi misiniz, Raci kızanlar yoktur nerdedir?" Raci sıkılıyor, ofluyor, terliyordu... "Sorma be Yaşar işleri çıkmıştır. Bazen geç gelirler, ne yaparsın geçim dünyası işte." Çeribaşı çamur Yaşar etrafı tekrar güzelce bir inceledi. Sinsi sinsi güldü düşündü. "Bizim kızan adam olmaz sanki başka kız yoktu, her neyse" Çamur Yaşar kızın iki dayısına döndü.Sordu.. "Sizler ne yaparsınız Nusret, Hasret.. İşler nasıl?" "Valla sorma Yaşar dayı işler bir kesattır, bir bozuktur gidiyor. Kriz midir nedir kimse de bir lira kalmamıştır. Nusrete sor istersen, dün tam beş otobüs, sekiz minibüs'e bindik. Kaç kişiyi yokladık, çarptık, elli lirayı bile toplayamadık." İki dayı da mahallenin en eski, en saygın yan kesicisi olarak tanınırdı. Çamur Yaşar gelin adayının iki dayısına daha çok ilgi gösteriyordu meslekleri icabı. İki dayı da memnuniyetle güldü. Hasret hararetle konuşuyordu Çamur Yaşar başını büyük bir ciddiyetle salladı... "Doğrudur kızanlar doğrudur. Eskiden bir kilo esrar satarken şimdi yarım kilo zor satıyorum. Onu da zarbolara veriyorum, adamlarda insafta kalmamış, nerde o eski sipaliler" "Siz de gidin zengin semtlere takılın, Etilere, Beşiktaşa gidin.Oraları soyun... Para da, insanlıkta artık oralarda.Aç semtlerden uzak durun...Kurnaz olun" Damat adayı küçük Yaşar ise mahcubiyetle, heyecanla başı öne eğik olduğu halde lafa iştirak etti: "Nusret abi kaç kez dedim gel bize katıl, artık papelde, arpacılıkta para kalmadı." Hasret dayanamadı, araya girdi: "Doğru söylersin de küçük Yaşar, artık biz yaşlandık be, ikinci kata çık, bilgisayarı yükle, yok televizyonu yükle, zor be anam zor. Kilit kır, zor işler be, genç olsak neyse." Küçük Yaşar akraba olacağı insanlara iş teklifini ısrarla tekrarlıyordu. "Olsun be Hasret abi sen de gel gözcülük yap, erkete ol, senin de payına birşeyler düşer" "Öyle dersin de biz de gözcülük yapacak göz mü kaldı sanki, artık önümüzü bile zor görüyoruz...Esrar içmekten, dert çekmekten gözümüz yakında kör olacak..Öyle deği mi Nusret?" Nusret ciddiyetini hala muhafaza ediyordu. "Öyle öyle, hey gidi gençlik hey.Senin yaşında bir olsam İstanbulu soymayan Nusretin ben geçmişini sülalesini si..........m" Midyeci Raci konuşmaları dinlerken, kafasını burnunu, kulaklarını karıştırıyordu. Canı gittikçe sıkılıyordu, düşünüyordu.İçinden sessizce isyan ediyordu "Allah hepinizin belanızı versin isteyin kızı da gidin" Çamur Yaşar oğlunu övgü dolu sözlerle methediyordu. "Kendi oğlum diye demiyorum çok çalışkandır. Evine gül gibi bakar. Daha çocukluğunda para kazanmaya başlamıştı. Mahallede eline su dökebilecek kimsecikte yoktur. Askerde terhis olurken bile bölüğün deposunu soymuştu. Dünyanın atletini, donunu, çorabını bütün mahalleye bedava dağıtmıştı. Öyle değil mi Hasret?" İki dayı da başlarını sallayarak onayladı. "Öyle öyle, bize de ikişer takım atlet don, iki çiftte çorap vermişti. Tam dört sene kullandık." Nusret dayanamadı : "Askeriye malı be, sağlam maldı be" "Keşke böyle bir evlada herkes sahip olsa, daha insan ne ister, tıpkı sana çekmiş Yaşar dayı." . Nusret yine araya girdi: -"Valla Yaşar senin oğlun diye demiyorum çocukluğunda bile iyi hırsızdı. Bir sefer beni bile çarpmıştı. Bira al diye para vermiştik kaçtı, üç ay sonra anca görebildim." Küçük Yaşar mutluluktan, sevinçten, iltifattan erimişti. Pervin ise kahveleri pişirirken koca adayının bu meziyetlerini duydukça eriyordu. Sonunda tek odalı bu lanet evden kurtulacaktı. Çamur Yaşar'ın da koltukları haddinden fazla kabarmıştı. Cebinden bir plaka esrarı çıkartarak Nusrete doğru fırlattı. "Sar be Nusret, bir üçlü kalın sigara çekelim." Raci bütün bunları hala bıkkınlıkla dinliyordu. Nusret.. "Emrin olur Yaşar dayı derken esrarlı sigarayı sarıyordu... Kavheler gelince damat adayı küçük Yaşar Pervin'in geniş kalçasına, kalın bacaklarına bakmayı ihmal etmedi. Pervin de Yaşar'ın saksağan suratına büyük bir aşk ve sevgiyle baktı. Sigaradan kalın bir duman çeken Çamur Yaşar gülüyordu.. "Eh bizim oğlanın çeyizi hemen herşeyi hazır. Evin deposunda sayısız buzdolabı, televizyon, çamaşır makinası, bulaşık makinası ne ararsan fazlasıyla var. Bu yaz iyi çalıştı, en az elli yer soydu da yakalanmadı kerata. Artık düğün tarihini konuşalım ne dersin Raci?" Doksanlı yılların başında, İstanbul geliştikçe, bizim mahallede gelişiyordu. Romanların başlıca meslekleri olan çarşafcılık, çicekçilik, kalaycılık, çalgıcılık, kağıt toplama işleri artık tarihe karışıyordu. Ülke şartlarının vermiş olduğu ekonomik zorluklar, bu ata mesleklerinin de artık işini bitirmişti. Yeni nesil gençler, bol para getiren temiz işlerle uğraşmaya başladı. Onlar için bu işler en temiz para sayılırdı... Uyuşturucu satmak, hırsızlık, yan kesicilik, gasp, adam vurma işleri sonunda yeni nesil gençlerin gözde mesleği haline geldi. Bu gençler eski mesleği sürdüren, büyüklerine artık kıçıyla gülüyordu. Büyüklerini adeta zavallı, sefil insan görüyordu bu nesil. Mahallede cezaevine girmek artık bir kariyer olmuştu, bir üniversite diploması gibi... İstanbulda artık bir Harlem oluşuyordu. İstanbulun çeşitli semtlerinden, özellikle zengin ilçelerinden gelen son model araçlar mahallede boy göstermeye başlamıştı. Gelen araçların sayısı her geçen gün artarken, ticari taksiler bile mahalleye yığınla müşteri taşıyordu. Mahallenin girişinde sokak aralarında esmer, kahverengi, mor yüzlü vatandaşlar gelen araçları kişileri durdurup mallarını pazarlıyordu. Üstelik Fatih Çarşamba pazarına taş çıkartacak cinsinde profesyonel satışlar yapılıyordu. Satıcılar ve adamları bir müşterinin ihtiyacını gidermek için azami çaba sarf ederdi. Hizmet sınırsızdı. Ne arıyorsan onu söyle yeter felsefesi geçerliydi. Özel teşebbüs, serbest ticaret ve rekabet tüm kurallara, uygun bir şekilde çalışıyor ve gelişiyordu. Satıcılar bağırıyordu: "Esrarın kralı burada, malın iyisi bizde" "Gel güzel abim, ne istersin söyle" "Eroin var eroin, koko isteyene güzelinden" "Roc var, ex var" "Şoför abi sen bekle malı hemen getiriyorum" Fakat bu mahalleye girmek gerçekten her babayiğitin harcı değildi. Büyük cesaret isterdi. Bu işlerin adamı olman mutlaka şarttı. Eğer nur yüzlü, yumuşak bir tip olduğunuzu hissettikleri anda bir müşteriden çok anında bir gasp mağduru olabilirdiniz. Canınızı kurtardığınıza şükür ederdiniz. Toplumun birçok kesimi gibi kaderine terk edilmiş bu insanlar, kendi kaderini artık kendi çiziyordu. Kendi kuralları ve kendi kanunları ile. Bu durum aslında sadece Sarıgöl Roman mahallesinde yaşanmıyordu. Ülkenin tüm vilayetlerinde bütün roman mahallelerinde bu yaşam sahneye çıkmıştı. İstanbul,un konumu gereği, belkide Sarıgöl ön plana çıkıyordu. Yasadışı işlerle uğraşan hemen her kesimin sığındığı limanlardı bu mahalleler. Bu yerler bir bakıma modern şehir dünyasında bir korsan adasıydı. Yasadışı işlerle uğraşan, bunlarla geçimini sağlayan karanlık tipler birbirine devamlı tavsiyede bulunurdu. Bir yolcuya verilen rehber gibiydi bu sözler... "Sana bir silah mı yahut uyuşturucu mu lazım, yapacağın iş için adam mı lazım, bulunduğun vilayetteki en yakın bir roman mahallesine git, orada bir kahvehaneye gir otur çay söyle. Seni kimsenin tanımasına gerek yok, yeterki paran olsun, daha çayını bitirmeden yanına gelirler ve sana seslenirler. "Merak etme sen adamım" Kısa bir süre sonrada: "Hey birader, ne istiyorsun, paran var mı söyle bakalım sana yardımcı olalım" diyen biri karşınızda size gülümser.. Olay bu kadar basit ve netti. Arife tarif de gerekmezdi. Bu insanların rejim sorunu, insan hakları, demokrasi, din sorunları yoktu. Sadece ve sadece yaşam savaşı sorunları vardı. Yüzde doksanı ilkokul terkti. Okuma yazmaları yoktu. Bulundukları ülke şartları bu insanların refahını belirliyordu. Eh ülkemizde bayağı refah bir yerdi. On beş yaşına gelene kadar, bir mahalleli, bütün uyuşturucuları kullanan, olgun bir delikanlı hüviyetine bürünüyordu. Bıçak ile birkaç kişiyi de doğramışsa artık saygın, sevilen, korkulan bir insan oluyordu. Mahallede bu gelişmeler yaşanırken Çeribaşı çamur Yaşar'ın oğlu düğün hazırlıklarını tamamlıyordu. Çamur Yaşarın evinin önünde sandalyeler dizilmişti. Sağdan soldan, evlerden, varsa masa, tabure, koltuklar toplanıyordu. Mahallenin kahvesi ise bir günlüğüne kapanmış kahvedeki bütün masa sandalyeler de evin önüne taşınmıştı. Elektrik kabloları ve ampüller birbirine ekleniyordu. Gece karanlığı için aydınlatma operasyonu yapılıyordu. Çocuklar ise 23 Nisan, 19 Mayıs törenleri için okuldan çaldıkları çeşitli bayrakları, kurdeleleri, süslemeleri, balonları getirirken bunları da etrafa güzelce asıp süslüyorlardı. Sokak açık hava düğün salonuna dönmüştü. Herkes harıl harıl çalışıyordu. Mahallede yılın düğünü vardı. Çeribaşı Çamur Yaşar'ın oğlu küçük Yaşar evleniyordu. Öğleye doğru mahallenin klarnetçilerini, kemancılarını, darbukacılarını, bütün müzisyenlerini güçlükle kaldırdılar. Adamlar zaten sabaha kadar meyhanelerde, barlarda, kahvehanelerde, çalmaktan helak olmuşlardı. Yetmezmiş gibi içtikleri şarapın, rakının etkisi ile çoğunluğu perişan olmuştu. Fakat bugün düğün günüydü. Çalgıcılar yataklarında baygın vaziyette yatarken, karıları bağırıyordu: "Kalk geberesice düğün başlayacak çabuk ol." "Çamur Yaşar haber yolladı gelsinler diye" "Be adam öküz gibi yatıyon kalk" Çalgıcılar kahır bela çekerek yataktan kalkmaya çabalarken, insanlar da çamur Yaşar'ın evinin önünde toplanıp yerlerini almaya başlamıştı. Mahalleli kadın, erkek, yaşlı, genç, çoluk, çocuk cümbür cemaat toplanıyordu. Masalarda, sandalyelerde aileye yakınlık ve samimiyet derecesine göre ayarlanmıştı. Çamur Yaşar'ın takım elbisesi parlak kumaştan, siyah renkte parlarken, çok şık duruyordu. Kel kafasının yarım kalan saçlarını jölelemişti. Çevreyi izlerken her zaman olduğu gibi sinsi sinsi gülüyordu. Yaka cebindeki kırmızı gül de parlıyordu. Merakla etrafına bakıyordu. Yanında oturan karısına soruyordu: "Nerede kaldı bu Raci?" "Hazırlanıyormuş, gelicekler" Bu esnada Raci evden hala çıkamamıştı. Ziynet Raci'ye takım elbise bulmak için mahallede ev ev dolaşıyordu. Beş takım elbise bulsa da hiçbiri raciye uymamıştı. Don, gömlek vaziyetinde, ayağında çoraplar olduğu halde çekyatta oturmuş bekliyordu zavallı Raci. Ziynet hışımla içeri girdiğinde elinde sarı renkte bir takım elbise vardı.Kadın öfke içersinde haykırıyordu. "Al şunu hayvan, bu da olmazsa artık donlan gidersin düğüne". Ziynet nefes nefese kalmıştı, nerdeyse tıkanmıştı. Raci takım elbiseye göz ucuyla bakarken, korkarakta olsa sordu: "Kız Ziynet be bu takım elbise bana yabancı gelmedi, kimden aldın kuzum?" "Öh be koca eşek, rahmetli Fil Sabri'nin takımı bu, şansımıza bulduk onu, sandığın dibine saklamış karısı, yoksa şarapçı oğlu onu da satmıştı şimdiye kadar." Raci'nin canı sıkılmıştı. "Ama Ziynet Sabri öleli yirmi sene oldu, sonracıma gençliğinde almıştı o takımı, ben henüz askere gitmemiştim. Sonra ölü malı kız be ya, nasıl giyeyim." Ziynet çıldırmak üzereydi. "Ya ölü malı öyle mi? Pamuk Prenses yine korktun demek senin şu koca kıçına takım elbise bulana kadar canım çıktı hayvan. Şimdiye kadar bir elbise alsaydın bari. Hadi çabuk ol." Raci canı sıkılsa da takım elbiseyi giymek zorunda kaldı. Takım elbise yetmişli yılların modasıydı. Pantolon İspanyol paça, ceket yakaları ise yarım metre uzunluğundaydı. Buna rağmen Raci'ye çok yakışmıştı. Koca Fil Sabri'nin elbisesi, sonunda midyeci Raci'ye uymuştu. Mahallenin bütün çalgıcıları, müzisyenleri, hemen herkes toplanmıştı. İstanbul,un çeşitli eğlence mekanlarında çalan, söyleyen bütün yetenekler buradaydı. Darbukacıların, klarnetçilerin, kemancıların sayısı şimdiden elliyi geçmişti. Dev bir orkestra çalmaya başladı. Adeta Berlin flarmoni orkestrasını oluşturmuşlardı. Gerçekten de çamur Yaşarın düğünü muhteşemdi. Masalarda çocuklar için şekerlemeler, bisküvitler, meyvasuyu varken büyükler içinde ana yemek ızgara köfte, içeceklerden şarap, rakı, bira, çeşitli içkiler, esrar, eroin, uyuşturucu haplar, hatta isteyene baz morfin bile vardı. Bütün bunlar içicilerine göre ayarlanmış ve masalara dağıtılmıştı. Ne de olsa Çeribaşı çamur Yaşar'ın düğünüydü bu düğün. Mahallenin delileri, hapçıları, sabıkalıları, ayyaşları, mutluluk denizinde yüzüyordu. Böyle bir düğün belki de elli yılda bir olurdu.Damat adayı küçük Yaşar'ın arkadaşları hediye kuyruğuna girmişti. Herkesin elinde birşeyler vardı. Hırsız takımıydı bunlar. "Yaşar dayı benden bir ütü" "Benden müzik seti çift kolon Pionerr" "Çaydanlık takımı çelikmiş buyrun hediyem" "Dikiş makinası getirdim, az önce evin önüne taşıdık, benim hediyemdir, Singer marka unutmayın Singer marka" "İki çift kundura sıfır, hiç giyilmemiş, paketinde yalnız, kırk dört numara ama ne yapayım dükkandan bunlar çıkmıştı." Hediyeler peş peşe yığılırken, çamur Yaşar ve oğlu birbirinden farklı bu hediyeleri memnuniyetle kabul ediyordu. Pervin beyaz gelinlikler ile bir kuğu gibi gözüyordu. Küçük Yaşarda beyaz bir takım elbise giymişti. Her zaman olduğu gibi beyaz gömlek, beyaz kravat, beyaz kunduralarla bembeyaz olmuştu. Damat ile gelin geldiğinde ortalık hareketlendi. Ortalığa ışık saçıyorlardı. Masalarına otururken herkes hayranlıkla bu çifti izliyordu. Kıskananlar çatlamış, çekemeyenler ise patlamıştı. Birisi "Küçük Yaşar nerden bulmuş bu elbiseyi kefen gibi be, yok mu başka renk" diye fısıldıyordu. Bu esnada midyeci Raci ve Ziynet masaya gelince yer açtılar. Çamur Yaşar Raci'yi ve üstündeki takım elbiseyi görünce kahkahayı patlattı. "Raci be takım da çok yakışmış, sanki daha önce görmüştüm bunu" diye takıldı. Çamur Yaşar biliyordu, Fil Sabri'nin bu meşhur takım elbisesini. Kaliteli bir kumaştı. Bossa marka bu meşhur takım elbiseyi Fil Sabri zamanında Beyoğlunda bir mağazadan çalmıştı. Midyeci Raci gülümseyerek oturdu. Yumuşak huylu bir adam olduğundan zor kızardı. Yaşar da Raci'nin bu huyunu bildiğinden severdi. Zaten kızı istemeye giderken Raci'nin bu karakteri ve yapısından dolayı çamur Yaşar istemeyerekte olsa gitmişti. Düğün başladığında içkiler ardarda içilirken haplar da leblebi gibi yutuluyordu. On'a yakın dansöz ardarda çıkarak sahnede kıvırtıyordu. En küçüğünden en büyüğüne kadar herkes oynuyordu bu gece. Kadınlar erkekler renk renk giyinmişti. Ortalık sarı kırmızı, penbe-lacivert-sarı, çiçeklli desenler ile adeta bir çiçek tarlasını andırıyordu. Erkekler ise altı feshane, üstü şişhane misali elbiseleri üstlerine uydurmuştu. Kim nerede ceket var, nerede kravat var, diyerek uymadığına bakmadan giyinmişti. Kadınlar her zaman olduğu gibi yine fiskos'a başlamıştı. "Ay kız ne kadar da çok yakıştılar birbirine, biri kara prens öbürü kara prenses gibi olmuş hı!!" "Doğru söylersin küçük Yaşar'ın boyu çok kısa, suratı da kapkara, çok çirkin ayol" "Pervinde de maşallah boy pos var ama o da kapkara." Yılın düğünü tüm şiddetiyle devam ederken bir çok kişi zamanı unutmuştu. Geceyarısı olurken, damat ile gelin sahnede yoktu. Çamur Yaşar, midyeci Raci yataklarında horul horul uyurken, bir çok misafirin eğlencesi hız kesmiyordu. İçkiden, uyuşturucudan kusanlar, bayılanlar bir yana masalar da uyuyanlar sandalyesinden dahi kalkamayanlar da sızmıştı. Sağda solda kusanların hırlamaları, böğürtüleri duyuluyordu. Bir zurnacı yerde sıt üstü uzandığı halde zurnasını çalmak için korkunç bir çabanın içine girmişti. Bazı kadınlar kocalarını güçlükle sırtında taşırken gençlerden bazıları da birbirini bıçaklamıştı ama kimse de ne olduğunun farkında değildi. Bıçaklayan da, bıçaklanan da olayı unutmuş, sarmaş dolaş bir halde şarkı söylüyordu.. "İlle de Roman olsun isterse çamurdan olsun" Sokak da yatan insanların sayısı gittikçe artıyordu...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © şenol durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |