Kurguyla gerçek arasındaki ayrım, kurgunun mantıklı olmak zorunda olması. -Tom Clancy |
|
||||||||||
|
"Kalkın ulan burası ana kucağı değil, asker ocağı ulan ibneler!" Bu pek de kelebeğe benzemiyor, iri yarı hayvan gibi bir adam. Sığır sürüsü varmış, bir vilayetin bir köyünde. Kuş gibi birçoğumuz fırlıyoruz yataktan. Zaten ilk geldiğimiz günlerde bu ustalar bizi karşılarken "Hoşgeldiniz yavru kuşlar kucağa oturmaya hazırlanın." demişlerdi. Haklılar da. Bunlar da ilk geldiklerinde eski olanlar, deneyimli olanlar da onları gereken şekilde kucağa oturtmuşlar... Nevresimler, yataklar, battaniyeler ütülenmiş olacak. Beş dakika içersinde koğuş terk edilecek. On beş dakikada tuvalet, traş, temizlik, bot boyama işleri bitecek. Aynaya fazla bakma. Artist misin ulan sen? Seni bekleyen onlarca asker var. Çabuk çık tuvaletten o çıkardığını yedirmiyim sana. Haydi koşturun Çanakkale aslanları... Otuz kubur, otuz musluk sizi bekliyor. Dört yüz aslan parçasını bekliyor. Girin hepiniz layık olduğunuz o yere. Palaskalar tekmeler, yumruklar dört dönüyor. Yediği dayaktan koğuşta üç beş kişi yine ağlıyor. Bot sırasında iki kişi. Tuvalette birkaç kişi böğürüyor yine. Bunlar önemli mi? Bizler seve seve geldik. Daha dün otogarda tüm mahalleli, hısım akraba, yüzlerce insan bizleri ağızlarında salyalar akarak, davul zurna çalarak buraya göndermediler mi bu vatanı kurtarmaya. -En Büyük Asker Bizim Asker... -Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez... Bölüğün dörtte biri daha sabah vakti istikakını yine aldı. Bir de ağlamasalar bari. Şimdi mıntıka temizliği. Kepler elde, yere çök, topla bakalım izmaritleri çer çöpleri. Şimdi sıra sürünme aşamasında. Asker yemez, asker üşümez, asker uyumaz. İşte ispat edin ulan bunları. Şimdi bu saatte lojmanlarda uyuyan komutanlarımız birazdan gelecek. Toplamamız lazım o dikenleri. Arazi geniş, binlerce dönüm. Çavuşumuz, yine o güzelim koca kıçını yırtarcasına haykırıyor. Tam bir memet! Bizim anadolu memet'i. Bizim gibi. Sıraya girdik bile. Tek sıra, çift sıra eller hizada, bitişik nizam, haydi marş marş yemekhaneye. Çorba tasları hazır bizi bekliyor.Önce dua, tekmil... -Tanrımıza Hamdolsun Milletimiz Varolsun.... Bulgur çorbasını sindire sindire için. Soğuk mu aldırmayın. Siz askersiniz. Hem yemek hem dayak. Aslanlar sizi... Şimdi yediğinizin hakkını verin. Bu çorbanın hakkı verilecek, eğitim alanı sizi bekliyor marş marş. Alayın önünden geçiyorsunuz. Alay komutanımız makamında kahvesini içiyor. Bizim bölüğümüz diğerlerinden daha kahraman. Şimdi yırtın kıçınızı, kendinizi, haydi tek ses! -Hele Bakın Şu Erlere... -Kim Yan Bakar Bu Yerlere... Çavuşlar o binaya selam verdi bile. Ortalığı bu sabahta yıktık yine. Komutan bizi duydu mu acaba? Diğer bölükler de kıçını yırtıyor. Şükür geldik eğitim alanına. Şimdi sıra sporda. Üst çıkar, alt çıkar. İstersen donunu çıkar. Koşun bakalım beş kilometre, şip şak. Sağlık raporu anlamam diyor çavuş. -Ay Akşamdan Aşka Gel, Yaylalar, Yaylalar... -Baldız Balkonda Yatar, Yorgana Tekme Atar... -Dam Üstüne Un Eler, Tombul Tombul Memeler... İşte Yozgatlı çavuş bağırdı. Onun köyü, geldiği yerlerin marşları. Yere sert vurun. Şimdi koşun. İstersen geride kal, kırk dört numara postal seni bekliyor. Kıçın sağlam mı, her sabah bu dayağı yemekten bıkmadın mı şerefsiz. Nerelisin ulan sen? Oradan senin gibi yavşaklar çıkar mı? Kanı bozuk pezevenk, artist misin ulan sen? Koştunuz aslanlar, şimdi giyinme sırası. Sıra sabah içtimasında, inşallah bir hain firar etmemiştir. Say onbaşı, on kere, yirmi kere! Bir eksik mi var, işte geldi. Tuvaletteymiş, bir kurnaz sen misin, düzün anasını! Şimdi dört yüzümüz hazır. Marş marş! -Gün Doğdu, Hep Uyandık, Siperlere Dayandık... -Dağ Başını Duman Almış, Gümüş Dere Durmaz Akar... -Bir İki Üç Dört, Sol Sağ Sol Sağ... Tek sıra halinde yürüyün. Yüksek ses, daha da yüksek sesle bağırın! Bağırıyoruz Lazı, Kürtü, Çerkezi, Boşnağı...Türklerden beteriz...Nihayet geldik. Üç bin kişi içtima alanında bekliyoruz. Subaylarımız geliyor, önce astsubaylar, saat dokuz. Dört saattir, böğürerek, sürünerek, kıçımızı yırtarak onları bekliyoruz. Şükürler olsun geldiler. Çavuşlarımız kuyruğunu sallayarak subayların paçasına yapışıyor. Her takım çavuşu gururla mevcutları gösteriyor. Astsubaylar güneş gözlükleriyle, fularlarıyla tam bir artist. Hele bölük komutanı daha şimdiden paşa olduğunu hissettiriyor. Ortalık yine çınlıyor. -Dikkat Dikkat Dikkaaaaat Ulaaaan..... Geliyor işte tabur komutanımız. Subaylar astsubaylar çavuşlar bizler ona büyük bir hayranlıkla bakıyoruz. Yüce yaratan neler yaratıyormuş. Bu sabah suratı yine asık. Gergin görünüyor.Koca göbeği, sert yüz ifadesi, kat kat olmuş derisi ile, meşin suratlı binbaşımız bölük komutanlarını bekliyor. Her bölük komutanı tek sıra halinde tekmil verirken bizim çavuşları bile yağcılıkta aratmıyor. Ne de olsalar çıraklıktan beri bu işteler. İsterse vermesinler. Daha geçen gün Tuzla'dan gelen bizim tetenek nöbetçi asteğmeni yerin dibine sokmamış mıydı binbaşımız? "Ulan bu orduya senin gibi beceriksiz adamları nasıl alıyorlar, Turgut çavuş sen tekmil ver dediğinde bizim Turgut çavuş nasıl da coşmuştu?" Tekmil verildi. Sahne sona erdi. Subayların, astsubayların günlük yarım saatlik çalışması sona erdi. Şimdi sıra tabur binalarındaki odalarında istirahate çekilme saatleri. Yan gelip yatarken neler konuşacaklar? Vilayetin, ilçenin, zenginlerin kızları akşam onları bekliyor. Hepsi üniformalarıyla yakışıklı. Becerdikleri üniversitelilerin, sekreterlerin, hemşirelerin sayısı kaç acaba? Ya birbirlerine devrettikleri. Tabur çaycısı bizim Hasan bu duyduklarını büyük bir gururla bölüğe anlatmamış mıydı? Şimdi sıra bizde. Bizler onların adamlarıyla, bizim Turgur çavuşla, Hasan onbaşıyla, diğerleriyle başbaşayız. Birbirimizi becereceğiz. Şimdi selam ver, selam al. Yanaşık düzen eğitim. Yanaşık düzen dayak. M-1 piyade tüfekleriyle savaşa hazırız. Simitçiler, tatlıcılar, tuvaletçiler, inşaatçılar, bulaşıkçılar ayrılsın. Şimdi ilk dersimiz tekmil vermek. Şimdi sıra savaş dersinde. -Erdal Kara Ankara... Ne biçim askersin sen? Dayakta yetmiyor sana, bir haftadır bunu öğretemedik Erdal Kara. Ananı becerdiler mi senin? Özürlü müsün sen pezevenk? -Erdal Kara Ankara... Tekrar söyle, yeniden, yüksek sesle, yeniden bağır Erdal Kara. Bağır Erdal Kara. Ruslar, Bulgarlar, Gavurlar, Araplar bizi bekliyor. Sana ihtiyaç var Erdal Kara. Yüksek sesle biraz daha bağır. Lütfen ağlama Erdal Kara.. Savaşımız var seninle...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şenol Durmuş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |