İnsan gülümsemeyle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır. -Byron |
|
||||||||||
|
Türkiye’de seçmen davranışları üzerinde yeterince durulmamıştır. Çok partili siyasi hayata geçeli yeterince uzun denilebilecek bir süre geçtiği halde nedense bu alan gelişmemiş, yüzeysel değerlendirmelerle konu ele alınmıştır. Hâlbuki seçmen davranışlarının neye göre değiştiği, hangi parametrelere göre şekillendiği siyasi partiler açısından da son derece önemli olduğu halde genelde seçim öncesi oy verme davranışları üzerinde durulmuştur. Seçim anketleri popüler bir konu olmuş ve genel geçer değerlendirmeler yapılmıştır. Seçim sonuçlarının kapsamlı bir biçimde yorumu ve buradan belirli bir sonuca varma söz konusu olmamıştır. Siyaset sosyolojinin alanına giren seçmen davranışları, üzerinde çalışılması gereken, partilerin siyasi programlarını oluştururken mutlaka gözetmek zorunda oldukları seçmene dair somut siyasi verilerdir. Sınırlı da olsa ülkemizde yapılan seçmen davranışları çalışmalarında ulaşılan en somut veri şudur: Seçmen oyunu verirken kendi ekonomik durumunu ve ülkenin verili ekonomik durumunu gözetir ve oyunu buna göre verir. Buna göre parti seçiminde ekonomik durum en başta gelir ve temel parametredir. Buradan ülkemizin somut ekonomik verileri göz önüne alındığında, özellikle işçi, emekçi, emekli ve dar gelirli kesimin aleyhine olan ekonomi politikasına rağmen iktidar neden hala seçim anketlerinde birinci parti olmaktadır ve neden sekiz yıldır iktidardadır. Bu sorunun cevabı oldukça zor ve karmaşıktır. Zira seçmen davranışlarında ekonomi başta olsa bile en az onun kadar önemli başka parametreler yok mudur? Elbette vardır ve bunlar irdelenmelidir. Özellikle 2007 genel seçimleri öncesi patlak veren başörtüsü meselesi iktidar partisinin ezici bir çoğunlukla birinci parti olmasını sağlamıştır. Bu örnekte ekonomik durum tali önemdedir. İdeolojik bir konum alış ya da yaşam biçimi savunusu olarak değerlendirilebilecek somut bir durum seçmen tarafından öne çıkarılmış ve sandığa yansıtılmıştır. Durum bu şekilde anlaşılması gerektiği halde, hususiyetle vesayetçi kesim, başörtüsü istismarı olduğunu savunmakta ve meselenin doğru biçimde kavranmasına engel olmaktadır. Başka örnekler de verilebilir ama bu tipik bir örnek olduğu için bununla yetinilecektir. Çok partili siyasi hayat geçildikten sonra, 1950 seçimleri sonrası iktidara gelen Demokrat Parti ile Cumhuriyeti kuran ve ülkeyi modernleştirme yolunda çok önemli adımlar atan Cumhuriyet Halk Partisi siyasi arenada mücadele halindeydi. İktidarda tam on yıl kalan Demokrat Parti’nin neden bir türlü seçim kaybetmediğini, etkili muhalefet yapan CHP’nin neden seçim kazanamadığını dönemin en önemli entelektüellerinden Yakup Kadri şöyle değerlendirmişti: “Oysa yukarıda alegorik bir tarifini yaptığım polemiklerin baş konusunu teşkil eden mali ve iktisadi buhranın en ağır yükünü taşıyan bu halk olduğuna ve bu yüzden çektiği ıstırapları, gerek basını, gerek sözcüleriyle en iyi dile getiren siyasi teşekküllerin başında CHP bulunduğuna göre, hiç değilse gönlünce ona meyletmesi beklenilmez miydi? Evet, ama mahiyetini hala bir türlü anlayamadığım bazı faktörler böyle bir meylin belirmesine daima engel olmakta idi. Kâh orta halli, kâh dar gelirli diye vasıflandırılan o halk tabakası içinde, hallerinden yana yakıla şikâyetçi öyle kimseler tanıyordum ki, seçim günü gelince oylarını yine gidip DP’ye veriyorlardı ve kendilerine bunun sebebini sorduğum vakit, beni, Halk Partisi’ne Demokrat Partisi’nden daha fazla bir güven beslemediklerini belirtir cevaplar karşısında bırakıyorlardı. Bunların kimine göre, şimdi çektikleri sıkıntıların çoğu CHP iktidarı devrinde çıkarılan ‘Milli Korunma’ Kanunu’nun sonucu idi ve DP iktidarı olsa olsa bu kanunu henüz kaldırmamış olmakla suçlanabilirdi. Kimine göre, CHP muhalefeti DP iktidarının ekonomik politikasını tenkit ederken, gerçi, kendi dertlerini dile getiriyorlardı ama bu dertler nasıl bir çare bulacağını açıkça söyleyemiyordu. Söylese de sözüne inanılabilir miydi?”(1). Yakup Kadri’nin yukarıda sarih bir biçimde ortaya koyduğu değerlendirmeyi, aradan geçen uzun zamana ve konjonktür farkına rağmen bugüne rahatça uyarlayabiliriz. DP yerine AKP yazdığımız zaman bugünkü siyasi atmosferi tastamam tanımlamış olur. Dönemin etkili entelektüeli ve siyasi gözlemcisi Yakup Kadri’nin “mahiyetini hala bir türlü anlayamadığım bazı faktörler” tanımlamasıyla ifade etmeye çalıştığı, DP’nin, neden, kendince belirttiği olumsuz koşullara rağmen hala iktidarda kalmasıydı. Tabii sıkı bir Cumhuriyetçi ve İnönü hayranı olan Yakup Kadri’nin “bu faktörler” i anlaması oldukça zordu. Muhafazakâr, mütedeyyin kesime konumu itibariyle de oldukça uzak olduğu için, bu kesimin zihniyetini anlaması, idrak etmesi kolay değildi. Hem de, modernleşmeye karşı bir direniş içinde olduğunu düşündüğü toplum kesimlerini, yukarıdan aşağıya doğru biçimlendirmek zorunluluğundan başka çare olmadığına inanıyordu. Bu mantaliteye göre halkı anlamaya çalışmak değil “doğru bilinen yola sevk etmek” önemliydi. Çok partili hayattan sonra, politika değişikliğine giden ve muhafazakâr kesimin “sesini” duymaya başlayan CHP hükümetlerine karşı halkın tavrını ve CHP aleyhtarlığını DP’li Sadık Aldoğan şöyle özetlemektedir: ” Yirmi beş seneden beri masum halka her türlü fenalığı yapan Halk Partisi ve hükümetleri şimdi onların kırılan kalplerini tamir etmek için mekteplerde din derslerinin okunmasını kabul ettiler… Ulan sen kimi aldatıyorsun? Artık size kim inanır?” (2). Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere toplumsal belleğe yerleşmiş yargıları yok etmek sanıldığı gibi kolay olmamaktadır. Kaldı ki, ekonomik zorlukların oy verme davranışı üzerine olan etkileri burada da birinci planda değildir. Tek Parti döneminin toplum mühendisliğine duyulan tepki asıl faktördür. Bugünkü siyasi atmosferi mercek altına alırsak, AKP’nin neden hala iktidarda kaldığı ve alternatifi olmadığı şeklindeki genel kabul gören hâkim düşünce, Yakup Kadri’nin DP konusundaki düşüncesinden farklı değildir. Aslında bu da göstermektedir ki, seçmen davranışı ve siyasi analizler iyi yapılmamakta dolayısıyla, siyasetin hangi unsurlar üzerine bina edildiği ve nasıl tebarüz ettiği anlaşılamamaktadır. Siyasetin gerçek zemininde cereyan etmesini engelleyen sembolik değerler üzerinde bir uzlaşı olmadığı için, zıtlaşmaya dayalı siyasi kültür hâkimiyetini devam ettirmektedir. AKP’nin siyasi arenada rakipsiz olmasını nasıl değerlendirmek gerekir? Bunun arkasındaki amiller nedir? Nasıl bir siyasi çizgi izliyor ki, sekiz yıldır iktidarda kalabiliyor ve ufuktaki seçimde de anketlerde birinci görünüyor. Bu soruların cevapları detaylı bir şekilde verilmeden ve verilen cevapları değerlendirmeden AKP’ye alternatif olabilecek bir siyasi programın oluşturulması neredeyse imkânsızdır. Bunun olabilmesi için de seçim sonuçlarının çok iyi yorumlanması, seçmen davranışlarının hangi etkenlere göre şekillendiğinin iyi analiz edilmesi gerekir. Ki bahsettiğimiz soruların cevabına dair değerlendirmeler başka bir yazının konusudur. NOTLAR (1) Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU,Politikada 45 Yıl,İletişim Yay.,İstanbul 1999,s.211,212. (2) Aktaran Feroz AHMAD, Demokrasi Sürecinde Türkiye(1945-1980),Hil Yayın, İstanbul 1996,s.40.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2025 | © Akakiy Akakiyeviç, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |