Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu |
|
||||||||||
|
Futbola dair hatırladığım ilk şey Trabzonspor taraftarı olduğumdur. Sanırım beş ya da altı yaş civarındaydım. Tabiidir ki, bu yaşlarda takım tutmanın bilinçli bir seçim olmadığı açıktı. Çevremdeki ağabeylerimden etkileniyordum. Bir de Trabzon ve İskender(o dönemin en ünlü futbolcularından birisi) isimlerinin baskın ve farklı bir söyleniş şekli olması kulağa hoş geliyordu ki bu takımın taraftarı olmamda etkiliydi. Fanatik bir Galatasaray taraftarı olan Babam, benim futbola merak duyup da bir de Trabzonspor’a meylettiğimi öğrenince hemen duruma müdahale etti. Ve çocuk ruhuma reddedilemeyecek bir teklif getirdi. Teklif, elli lira karşılığında Galatasaray taraftarı olmam yönündeydi. Tabii ki kabul ettim, çünkü elli lira karşılığında epeyce yiyecek içecek alabilirdim. Ve o tarihten bu yana Galatasaraylıyım. Bundan sonra futbola dair hatırladığım en önemli olgu,1986 yılında Meksika’da yapılan Dünya Kupası Finalleriydi.1986’ya kadar arada dört beş sene gibi bir boşluk ve 1984 yılında yapılan Avrupa Kupası Finalleri var ki, buna dair hiçbir şey hatırlamıyorum.1986 benim için büyülü bir yıldı. Çünkü Maradona gibi futbolun en büyük dâhilerinden birinin sahneye çıktığı ve kupa finallerine damgayı vurduğu bir yıldı. Dayımın oğlu Ali ile büyük bir şevkle bu büyük organizasyonu takip ettiğimizi, Maradona isminin büyüsüne kapıldığımızı, gazetelerin eklerini biriktirdiğimizi ve hatta derslerimizi bile ihmal ettiğimizi bugün bile heyecanla hatırlarım. Anadolu Liseleri sınavıymış, geleceğimiz söz konusuymuş, bu kafayla sınavı kazanamazmışız, umurumuzda bile değildi. Biz, meşin yuvarlağın büyüsüne kapılmıştık bir kere… Yine 1986 yılı finallerine dair unutamadığım bir anım vardır. Kupanın final maçı Almanya ile Arjantin arasında oynanacaktı. Ve biz bu günü iple çekiyorduk. Fakat bu maçın oynanacağı akşam Dayımlarla birlikte misafirliğe gittik. Ama neden o akşam gitmemiz gerektiğini hatırlamıyorum. Gittiğimiz evde de misafir olduğu için bizi üst kattaki akrabamızın evine götürdüler. Orada ise televizyon yoktu. Maç başlamıştı ama bütün ısrarımıza rağmen Ali ile beni bir aşağı kata indirmediler(çünkü çocuktuk) ve Dünya Kupası tarihinin en önemli final maçlarından Arjantin- Almanya maçını maalesef izleyememiştik. Maradona ile Rümenige’nin(okunduğu gibi) kapışmasına şahit olamamıştık ve maç 3–2 Arjantin’in lehine sonuçlanmıştı. Maçın özetini daha sonra izlemiştik. Aklımda kalan en önemli görsellik ve sloganvari sevinç çığlığı ise Meksika dalgası ve spikerin maç sonunda sürekli yinelediği Ar-gen-tiiinaa, Ar-gen-tiiinaa, Şam-pi-yoon Ar-gen-tiii-naa sözleriydi. Dünya kupası deyince aklıma hemen bu anım gelir. Futbol ve Galatasaray sevgimin pekişmesinde Babamın çok önemli bir rolü oldu.Bunun yanında,Babamın iş arkadaşı Ethem Ağabeyin de,fanatizmiyle,heyecanlı tavırlarıyla,Galatasaray tutkusuyla bu sporu sevmemde büyük katkısı vardır.Özellikle 1980’li yıllardaki Galatasaray kadrosunu ezbere saymaları(Eser,Sefer,Fettah,Bülent,Fatih,Ali Çoban…),çalıştıkları benzin istasyonunun içinde kapının arkasında büyük bir Galatasaray posteri olması,her hafta düzenli olarak büyük bir heyecanla radyodan maçları takip etmeleri,futbolcuların hangi takımdan Galatasaray’a geldiğini ya da hangi takıma gittiklerini bilmeleri ve buna benzer bir sürü ayrıntı,beni,futbolu ve Galatasaray’ı sadece bir spor ve takım olarak değil,büyük bir tutku olarak sevmeye sevk etmiştir. 1990’ların başında köy takımının kurulması, benim için, futbolu sevmenin sadece teorik planda kalmayıp, oynayarak pratiğe yansıtılma imkânının doğmasına vesile olabilecekti. Her genç gibi, ben de, yaz kış demeden futbol oynuyor, antrenmanlara katılıyordum. Amatör futbolcu lisansım da çıkmıştı bu arada. Fakat her nedense, takıma girebilmek için her şeyi yaptığım halde, bir türlü ilk 18’e girememiştim. Yani yedeklere bile alınmamış, köyümüzün takımının formasını giyebilme imkânı bulamamıştım. Ben tek başıma takımı kurtaracak değildim elbette. Fakat benim kadar futbolla ilgisi olmayan, futbolu sevmeyen arkadaşlarımın takıma girebilmesine şaşırıyordum. Bunun sebebini araştırdığımda, o zamanki köy içi sorunlardan, kliklerden dolayı takıma alınmadığımı öğrenecektim. Buna rağmen, o dönemdeki amatör ruhun, futbol sevgisinin heyecanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü o dönemdeki ivme ve katılım bir daha yakalanamadı. Zaman zuhur etti ve nihayet 1996 yılında üniversiteye girebilmeyi başardım(başardım diyorum çünkü beşinci girişimde sınavı kazanabilmiştim ancak).Doğaldır ki üniversiteli olmak başka bir şeydi. Artık ülke ve Dünya sorunlarıyla ilgilenme vakti gelmişti! Köy çocuğu ve üstelik bir de endüstri meslek lisesi mezunu olduğum için kültürel ve siyasal birikimim yok denecek kadar azdı. Fakülteye başlar başlamaz sıkı bir aydınlanma! Dönemi başladı. Bana göre daha bilinçli arkadaşların teşvikiyle okuma süreci başladı. Leo Huberman’ın Alfabe’si, Politzer’in Felsefe’nin Temel İlkeleri, Manifesto, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm… Bu arada futbola karşı bir mesafe ve küçümseme başlamıştı bende. Futbol neydi ki,eninde sonunda son tahlilde kapitalist sistemin bir parçası,halkalarından biri değil miydi…Franco bile İspanya’yı 3F ile idare etmemişmiydi:Franco,futbol,faşizm.Bu sebeple futbol üzerinde durulabilecek,önemsenecek bir olgu değildi.Tabii bunları düşünürken,arkadaşlarımın da benim gibi düşündüğünü,futbol sevgisini kalplerinin bir köşesine ittiklerini hissediyordum ya da öyle zannediyordum.Bunun böyle olmadığını ise çok geçmeden anladım.Özellikle derbi maçların sonrasında yapılan değerlendirmeler,bahar gelince DTCF’nin daracık orta bahçesinde yapılan çift kale maçlar,Avrupa futbolunu yakından takip etmeler sandığımın aksine futbol sevgisinin bastırılmadığını ya da bastırılamayacağını çok açık bir biçimde gösteriyordu.Bunun böyle olduğunu arkadaşlarımın da benim kadar futbolla haşır neşir olduğunu anlayınca çok sevinmiştim.Bahis mevzuu futbol olunca her şey bir kenara idi.Futbol bir tutku idi ve bu tutku hiçbir zaman bastırılamazdı.Modern zamanlarda kitlelerin afyonu olsa bile,bu afyonla muzdarip olmak olağanüstü haz vericiydi. Son rakamı çift sayıyla biten yıllar, bunlara sıfır da dâhil, benim en sevdiğim yıllardır. İki yılda bir Avrupa kupası finalleri ve Dünya kupası finalleri oynanır. Bu yıllar benim için eğlenceli geçer. Düşünürüm. Özel ilgi alanlarımız dışında hayatımızı renklendirecek herhangi bir şey olmadığına göre, hayatın sıkıcı rutininden kurtulmak için zevklerimize ağırlık vermek en akıllıca şeydir. Kupa finallerindeki her önemli maç benim için tarihe tanıklık etmektir. İleriki yıllarda bu maçlardan söz edilirse ya da ekrana gelirse, ben bu maçı izlemiştim diye övünürüm. Maradona ve Arjantin hayranı olduğum halde finallerde 1986’dan beri Brezilya’yı desteklerim. Ali Arjantin taraftarıdır.1986’daki destek futbolcu isimlerinin kulağa hoş gelmesinden ve değişik tipler olmalarından kaynaklansa da daha sonraki yıllarda Brezilya’nın göze hoş gelen, hücuma dönük, seyir zevki en yüksek futbolu bu takıma gönül vermemin ne kadar doğru olduğunu göstermiştir.1998 yılında Fransa ‘da yapılan Dünya Kupası finalini de unutmam. Fransa ile Brezilya arasında oynanan final maçında Fransa 3–0 önde olduğu halde ban hala Brezilya nasıl olsa maçı çevirir ve kupayı kazanır diye bekliyordum. Tabii ki olmadı. Ve Fransa güzel futboluyla tarihinde ilk Dünya kupasını kazandı. Bu yıl, benim için futbol açısından oldukça heyecanlı geçiyor. Gönül verdiğim sarı-kırmızılı takımım Galatasaray bütün zorluklara, maddi sıkıntılara, hoca problemine rağmen, ezeli rakibi Fenerbahçe’yi alt ederek şampiyon oldu. Bu da sonu çift sayıyla biten bir yıla rastladı her nedense. Ve yine önemli bir olgu da milli takımımızın Avrupa Kupası finallerinde oynayacak olması. Hem kupa finallerini takip etmek hem de milli takımımızı heyecanla izlemek. Futbolseverler için tam bir şölen. Tek olumsuz yanı, milli duyguların kabarmasıyla, futbolun güzelliğinin gölgede kalma ihtimali, soğukkanlı değerlendirmelerin bir kenara bırakılma olasılığı. Olsun yine de aşağı yukarı bir ay sürecek olan finalleri heyecanla bekliyor ve milli takımımıza başarılar diliyorum. Hakan Şükür’ün kadroya alınmamasını da olumlu buluyorum. GALATASARAYIMA Ne kadar mutluyuz seninle Ne kadar mutluyuz bilemezsin Zor günlere katlandık birlikte Zor günlerden geçtik el ele Ne kadar mutluyuz seninle ŞAMPİYON CİM BOM BOM Bir iki üç dört CİMBOM ŞAMPİYON Bir iki üç dört ASLAN ŞAMPİYON Bir iki üç dört İŞTE ŞAMPİYON Bir iki üç dört GERÇEK ŞAMPİYON
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Akakiy Akakiyeviç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |