Bir gün karşıma biri çıkacak ve bana: "Herşey olması gerektiği gibi olmaktadır, efendim" diyecektir. -A. Ağaoğlu, Yazsonu |
|
||||||||||
|
Amma velâkin gündemi de Wikileaks oluşturuyor. Birkaç kelâm da ben etmezsem içimde ukde kalır. Bugüne kadar ortaya çıkanların içindeki leblebi çekirdek tadında dedikoduları ve ıvır zıvır yazışmaları bir kenara koyarsak; dişe dokunur bir iki konu ele alınabilir. Bunlardan birisi: İlham Aliyev’in “Türkiye’nin uluslar arası enerji merkezi olmasını istemedik” sözüdür. Babasının oğlu olmaktan başka bir vasfı olmayan İlham Aliyev’in devlet adamlığı falan söz konusu değildir. Babası gibi politikanın ateş çemberinden geçmişliği, kurtlar sofrasından sıyrılmışlığı olmadığından; geleceği okumakta da yetersiz kalmaktadır. Ayrıca uluslar arası bir vizyonu da yoktur. Bize göre idrak etmesi gereken en önemli şey: Türkiye, Azerbaycan Sovyetler Birliği işgali altındayken de vardı ve hür bir cumhuriyetti, şimdi de var ve ilelebed de olacaktır. Türkiye, Azerbaycan olmadan da uluslar arası bir aktördü ve bu aktörlüğü ilânihaye devam edecektir. Oysa Azerbaycan’nın önemli bir aktör olabilmesi ve bağımsız bir devlet olarak ayakta kalabilmes için her zaman kardeş ülke Türkiye’nin desteğine ihtiyacı vardır. Bunu, bir töhmet olsun diye dile getirmiyorum; bu, günümüzün bir gerçeğidir. Uluslar arası politikalar da gerçekler üzerine bina edilir. Ki, kulunuz bir Azeri Türküdür. Hissiyatım, doğal olarak başkalarından biraz daha fazladır. Bu nedenle iki kardeş ülkenin el ele, kol kola yürümesini, uluslar arası arenada birbirine kayıtsız şartsız destek vermesini başkalarından biraz daha fazla istiyorum. Hatta daha da ileri giderek, bir ütopya dahi olsa, bu iki kardeş ülkenin bir gün entegrasyonunu bile tahayyül etmekten bile gizli bir haz alıyorum. Amma ve fakat... İlham Aliyev’de öteden beri bir Türkiye kıskançlığı hissediyorum. Azerbaycan televizyonlarında yayınlanan Türk dizilerinin bile İstanbul lehçesiyle yayınlamasını yasaklayan, dublaj şartı getiren, Türkiye’ye her zaman soğuk duran, uzaktan uzağa bir büyüklük taslayan İlham Aliyev, Azerbaycan’ın geleceği için bir şanssızlıktır. İki kardeş ülkenin geleceğine dair bir vizyonu yoktur; ilişkilerde en iğreti duran kişiliktir. Daha da açık söyleyelim: Türkiye’nin bütün çabalarına rağmen, iki devlet bir millet söyleminin tekerine çomak sokmak isteyen bir şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır. Geleceğe yürüyen kardeşlerin arabasının tekerinin önüne takoz koymaktadır. Elbetteki yazık oluyor. Dağlık Karabağ meselesinin hâlli, daha doğrusu Azerbaycan lehine hâlli konusunda Türkiye Azerbaycan’ın en büyük dayanağıdır; arkasındaki tek gerçek dost ve en büyük güçtür. Ve de Türkiye demokratik bir ülkedir. Türk hükûmeti veya gelecekteki hükûmetlerin Azerbaycan ile ilişkilerimizde yanlış politikalara yönelmesi hâlinde, en büyük tepkiyi en önce kendi halkından alır; geriye adım atmak zorunda kalır. Oysa Azerbaycan, henüz bu demokratik seviyeye ulaşmamıştır. Umarız ve dileriz ki İlham Aliyev, bu yanlış politikalarından vazgeçer; iki ülke ilişkilerinin daha bir sıcak hâle gelmesine katkı sağlar... *** İkinci olarak ele alınabilecek bir konu da: “Suudi Arabistan, ABD’nin İran’ı havadan bombalamasını istedi. Ayrıca Ürdün’den üst düzey bir yetkili ve Bahreyin de bu yönde istekte bulundu” mealindeki bilgilerdir. Tabiî ki bu, bir sır değildir. Sadece bilinenlerin belgelerle ortaya konmasıdır denilebilir. İran İslâm Devrimi’nden sonra, başta Suudi Arabistan olmak üzere bilumum Arap diktatörlerinde bir korku, bir telaş başgösterdi ki sormayın gitsin. Bu korku ve telaş, 10 yıl süren bir kanlı savaşa bile sebep oldu. Arap devletlerinin başındaki tiranlar, özellikle de Suudi Arabistan’daki Vahabî zihniyetli Abdülaziz Hanedanı, iki nedenle İran’ın önünü kesmek istediler. Birinci korkuları: İran’ın rejim ihracına kalkışacağı korkusuydu. Şii inancını güçlendirip, başta nüfus çoğunluğu Şia olan Kuveyt olmak üzere diğer körfez ülkelerindeki, ve eze eze kuzeydoğusundaki Hofuf, Cubail, Khafci ve Damman gibi şehirlere sıkıştırdıkları Suudi Arabistan’daki bir avuç Şii nüfusu ayaklandırmak ve bunların despotik saltanatlarını yıkmak isteyecektir diye düşünüyorlardı... (Bizdeki aydın geçinen bazı despotlar da, yıllarca “İran bize İslâm rejimi ihraç edecek” diyerek soluğumuzu kesmediler mi?) İkinci korkuları: Kendileri gibi büyük petrol rezervlerine sâhip bir İran’ın, gerek askerî ve gerek ekonomik bakımdan güçlenmesi ve Ortadoğu’da bunların ellerinde tuttuğu petrodolarlara dayalı güçlerine son vermesiydi... Ve tarihin cilvesine bakınız ki; bunların imdâdına, gene nüfus çoğunluğu Şii olan bir başka ülkenin, Irak’ın başındaki başka bir despot, ama tam anlamıyla “geri zekâlı” bir despot yetişti... Başta bunlar olmak üzere, ABD’nin de destekleri ve de âmiyane tabirle “fişteklemeleri” üzerine, Saddam İran’a saldırdı... Irak ordusunun başlarda üstünlük kurmasının da verdiği hevesle, Irak’a, Suudi Arabistan ve Kuveyt despotları on milyarlarca dolar akıttılar. ABD’den ve Batı’dan Irak’a gelen silahların bedellerini bunlar ödediler. İzninizle burada bir parantez açmak istiyorum. Merhum Yaser Arafat’ın bir reportajından okumuştum: (mealen)“İsrail’e karşı verdiğimiz büyük mücadelede, belimizi büken en büyük mesele paraydı. Hiçbir parasal kaynağımız yoktu. Her ay Suudi Arabistan’dan gelecek olan 250 bin doları dört gözle bekliyorduk. Bu küçücük meblağ ile ayakta kalmaya çalışıyorduk...” Aklı selim ile düşünüldüğünde: Hiçbir anlamı olmayan, Müslümanın Müslümanla savaşında on binlerce İslâm evladının kanının aktığı bir savaşa on milyarlarca dolar akıtılırken; toprakları işgal edilmiş Filistin davasının mücahitlerine de ayda sadece 250 bin dolar! Varın bu zihniyetin ne menem bir zihiyet olduğuna siz karar verin... Parantezi kapatıp konumuza dönelim. İran Irak savaşı uzadıkça, İran ordusunun toparlanıp Irak ordusuna üstünlük sağlamasıyla da bunların hevesleri kursaklarında kaldı. Başlarda büyük heveslerle verdikleri destekte ve parasal yardımda ayak sürümeye başladılar. Zaman uzadıkça da bu yardımları tamamen kestiler. O tarihlerde hem Irak’ta hem de Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da üç yıldan fazla bir süre bulundum. Akademik çevrelerden ve sıradan halkla yüzlerce kişiyle fikir alışverişinde bulundum. İzlenimlerimi buraya yazmaya kalksam; ne benim nâçiz kalemim kifâyet eder ne de bu sayfalara sığar... Yardımlar kesilince Irak ekonomisi çökmeye başladı. İran ile savaşı durduran eski tetikçileri Saddam, bu sefer yüzünü bunlara döndürdü ve tehdit etmeye başladı. Tehditleri, ağababaları ABD’inin eteğine yapışarak savuşturmak istediler ama olmadı. Saddam’ın ordusu bir sabah ansızın Kuveyt’e girmeye başladı. Kuveyt Emiri El Sabah, karılarını da bir uçağa doldurarak Vahabilerin Riyad’ına sığındı... Hülâsa, tarih gene cilvesini gösterdi: Bir zamanlar ABD ve Arap despotlarının tetikçiliğini yapan Saddam, gene ABD tarafından iki defa tepelenerek sonunda yok edildi... Aynı şey ABD için de geçerli değil mi?! Bir zamanlar Afganistan’da bulunan Sovyet orduları için örgütledikleri El kaide, yüzlerini bunlara döndürüp İkiz Kuleleri başlarına geçirmedi mi? Uzak değil, yakın tarih bunlar gibi yüzlerce ibretle doludur. Onun içindir ki:“Suudi Arabistan İran’ın bombalanmasını istedi” denildiğinde; ortada hiç de şaşılacak bir durum yoktur... *** Yazıyı başka bir tespitle bitirelim. Aşağı yukarı herkesin bildiği bir konuyu, bendeniz de internette konuştuğum Arap dostlardan da teyidini alarak, müşahade ediyorum. Her platformda Filistin davasına sâhip çıkan, hiçbir Arap liderinin göstermediği hassasiyeti gösteren Başbakan Erdoğan, bütün Arap âleminde, maşrıktan mağribe bütün Arap halkları arasında büyük bir sevgi, büyük bir sempati toplarken; yalnız İsrail’in değil aynı zamanda Arap devletlerinin başlarındaki bu despotların da kıskançlıklarını, içten içe husumetlerini de üstüne çekmektedir. Arap dostlar, bunu açık açık söylüyorlar... Bakalım Wikileaks’ta buna dair bazı somut bilgiler de ortaya çıkacak mı! Yaşarsak göreceğiz!.. Cahit Kılıç İstanbul, 30 Kasım 2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cahit KILIÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |