"İşimden büyük tat aldığımı söylemeliyim." -John Steinbeck |
|
||||||||||
|
Ancak en zor konulardan biridir dil meselesi… Büyük oğlum Savaş, bu konunun ülke çapında en önde gelen uzmanlarından biridir. Nitekim dil üzerine, bazı kelimelerin üzerinde uzun uzadıya durarak açıklamalar/yorumlar/analizler eşliğinde çok güzel yazılar yazıyor. Üstelik her okurun anlayabileceği bir dil kullanıyor! İngilizce ve Fransızcaya bihakkın vakıf olmasına ve o dillerden otuzdan fazla kitap çevirmesine rağmen; bazı gösteriş meraklıları gibi o dillerden sözcüklerle yazılarını kirletmiyor! *** Konumuza dönersek… Bizim gibi ülkelerde, yani okuma-yazma alışkanlığı çok az olan bir toplumda, dil, daha doğrusu konuşma ve yazı dili, ya yazılı basından, ya sosyal medyada kullanılan kirli bir Türkçeden, ya da televizyon gibi görsel medyadan öğreniliyor… Yüksek tahsil görmek, dili çok iyi bilmek anlamına gelmiyor. Bizim ve bizden önceki nesil bu tespitimden istisnadır. O nesil geçmişte kaldı… Artık internet dili türedi, koca koca insanların, “nabr, nslsn, geliyonmu” gibi ucube diyalogları sardı benliğimizi… (Tabiî ki, dil eğitimi görmüş ve/veya çok okuyarak dilini geliştirmiş, dile gereken önemi vermiş insanları bu eleştiriden tenzih ederim. Onlar, meselâ “iştiyak ile iştahı” karıştırmayan ve kullandıkları her sözcüğün anlamlarını bihakkın bilen insanlardır…) *** Ve çok acıdır ki, konuşma dili ile köşe yazısı yazan insanlar var bu ülkede… Hem de ulusal medyada! Uzmanların tespitine göre; konuşma dili, ortalama 80-100 kelimeden oluşuyor. Bu da demektir ki, vasatın altında yazı yazan birinin en az 400 kelimeden oluşan bir “kelime dağarcığı” olması lâzım! Dikkat buyurunuz lütfen! Vasatın, yani ortalamanın altında dedim… *** Ama yok! İster sözcük deyin, ister kelime! Bunların dağarcığı “mahdut mesuliyetli kooperatif” gibi, içi boş… *** Bu tiplerin büyük çoğunluğu, bunlara imkân tanıyan internet ortamında “köşe yazısı, deneme, şiir, hatıra vs.” yazılarıyla arz-ı endam ediyorlar… İnanınız ki, büyük çoğunluğu FECAAT! Devrik cümleler mi dersiniz… Bir yazı içinde onlarca imlâ hatası mı dersiniz… Yabancı kökenli kelimeleri (büyük çoğunluğu Arapça, Farsça ve İngilizce) yanlış yerde, yanlış anlamda kullanmalar mı dersiniz… Yanlış noktalama işaretleri mi dersiniz… (Örneğin: ……! Nedir bu Allah aşkınıza? Hangi dilbilgisi kitabında böyle bir işaretleme var?) Ve özellikle vurgulamak isterim “ki, da, de”ler nerelerde bitişik, nerelerde bağlaç olarak ayrı yazılır” onu dahi bilmiyorlar! Yazılarında ironi yok, alegori yok, hiciv yok! Ne edat biliyorlar, ne zamir! Ne sıfat biliyorlar ne zarf! Hele hele “Söz Sanatları” hakkında zerrece bilgileri yok! Ne teşbih bilirler, ne mecaz! Ne teşhis bilirler ne intak! Ne istiare bilirler, ne tecahül-ü arif! Ne kinaye bilirler, ne tariz, ne tenasüp, ne mecaz-i Mürsel… İlâ ahir… *** Önlerine bir “Deyimler ve Terimler Sözlüğü” alsalar bari. O da yok! Atasözleri aslından uzaklaştırılmış; anlamsızlaştırılmış… Hz. Ali’den, Mevlâna’dan, Fuzûlî’den vs. diyerek, asla onlara ait olmayan bir sürü sözde özlü söz! Daha birçok madde sayabilirim… Geçtim… *** Vasat üstü bir yazar için, en az 1000 kelimeden oluşan bir kelime hazinesi lâzım… Akademik yazılar için ise en az 4000 kelime… *** Pekiyi… Var mı böyle yazar-çizer insanlar? Tabiî ki var. İyi ki de var! Onlara selâm olsun! *** Bende-i hakir, çok fazla felsefe okuyan biri olmama rağmen, gerek konuşmalarımda, gerekse yazılarımda asla “başlı başına bir dil türü olan felsefe dilini” kullanmıyorum… Dilin önemli meselelerinden biri de odur ki: Hitap ettiğin kitlenin anlayacağı dili kullanmak! Okur tarafından anlaşılır olmak! Bu konuda bizim Türk Solu çok duyarlı değil… Felsefe dili karışık uydurukça ile süslenen uzun yazılar döktürüyorlar. Bir kısmını kendilerinin de anladığından şüpheliyim… Ha! Bir de Osmanlıca konuşacağım diye, çoktan tedavülden kalkan kelimelerle makale yazan sözde “münevverler” de var! Onların da bir kısmının yazdıklarını anladıklarından şüpheliyim… *** Bu yazıyı yazmak istediğimde, çalışma masama bazı kitaplar aldım, ki, belki örnekler veririm diye… Hem felsefi kitaplar, hem de Osmanlıca-Türkçe sözlükler… *** Çalışma masamdaki Sartre da, Yusuf Has Hacib de, İbn-i Haldun da kusura bakmasınlar. Yoruldum doğrusu… Onun için yazıyı kısa tutuyor ve burada noktalıyorum. Umarım küçük de olsa bir şeyler anlatmışımdır…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Cahit KILIÇ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |